26 Aralık 2024 Perşembe
İstanbul 10°
  • Şırnak
  • Çanakkale
  • Çankırı
  • Şanlıurfa
  • Çorum
  • İstanbul
  • İzmir
  • Ağrı
  • Adıyaman
  • Adana
  • Afyon
  • Aksaray
  • Amasya
  • Ankara
  • Antalya
  • Ardahan
  • Artvin
  • Aydın
  • Balıkesir
  • Bartın
  • Batman
  • Bayburt
  • Bilecik
  • Bingöl
  • Bitlis
  • Bolu
  • Burdur
  • Bursa
  • Düzce
  • Denizli
  • Diyarbakır
  • Edirne
  • Elazığ
  • Erzincan
  • Erzurum
  • Eskişehir
  • Gümüşhane
  • Gaziantep
  • Giresun
  • Hakkari
  • Hatay
  • Iğdır
  • Isparta
  • Kırşehir
  • Kırıkkale
  • Kırklareli
  • Kütahya
  • Karabük
  • Karaman
  • Kars
  • Kastamonu
  • Kayseri
  • Kilis
  • Kmaraş
  • Kocaeli
  • Konya
  • Malatya
  • Manisa
  • Mardin
  • Mersin
  • Muş
  • Muğla
  • Nevşehir
  • Niğde
  • Ordu
  • Osmaniye
  • Rize
  • Sakarya
  • Samsun
  • Siirt
  • Sinop
  • Sivas
  • Tekirdağ
  • Tokat
  • Trabzon
  • Tunceli
  • Uşak
  • Van
  • Yalova
  • Yozgat
  • Zonguldak

Referandumdaki şaibeli sonuç kabul edilemez

Hakkı Keskin

Hakkı Keskin

Eski Yazar

A+ A-
Türk halkının referandumda gösterdiği takdir edilmesi gereken seçim iradesi, Yüksek Seçim Kurulu tarafından gasp edilmiştir. Sayısının 2.500.000 olduğu söylenen mühürsüz oyların, mevcut seçim yasasına aykırı olarak “Evet” oylarına geçerli sayılmasıyla, referandum açıkça şaibeli olmuştur. Türk halkının milli iradesi derinden zedelenmiş ve Dünya Kamuoyunda Türkiye’nin itibarı derin yara almıştır.
Bu referandumda Türkiye Cumhuriyeti’nin geleceğinin nasıl şekilleneceğine karar verilmiştir. Tek adam rejimini öngören bu anayasa değişikliğinin ayrıntıları aylarca bir çok yazar tarafından çok yönlü olarak değerlendirilmiştir. Ben de köşemdeki dört yazımla konuyu irdeledim. Türkiye demokrasisi, hukuk devleti, yargı bağımsızlığı, insan hak ve özgürlükleri için, 16 Nisan Referandumu’nda “Evet” çıkmasının, ne denli büyük ve kaygı verici sonuçlar getireceğı açıklanmıştır. Türkiye’nin geleceğine ilişkin son derece önemli bir konuda, “Atı alan Üsküdar’ı geçti” deyimine uyarcasına, olan oldu, sonuca katlanacağız yaklaşımını kabul etmek olası değildir. Vakit kaybetmeksizin ve bugünden başlayarak 2019 Cumhurbaşkanlığı seçimine tüm yünleriyle hazırlanmak, çoğulcu demokrasi, laik ve sosyal hukuk devleti ilkelerini savunan her yurtseverin ana görevi olmalıdır. Kuşkusuz bu mücadele asla kaba kuvvete başvurmadan ve sınırlı koşullarda da olsa demokratik yollardan verilmelidir.
BAYKAL’IN ÖNERİLERİ DEĞERLENDİRİLMELİ
Sayın Deniz Baykal engin deneyimi olan, ulusal çıkarlardan ödün vermeyen, Türkiye’de gerçek bir demokrasi, daha doğrusu sosyal demokrasi için kararlılıkla uğraşan, Türkiye’nin kuruluş felsefesine ve Atatürk ilkelerine bağlı değerli bir politikacımızdır. Son olarak Türkiye’yi bulunduğu demokrasi düzeyinden tamamen uzaklaştırmayı amaçlayan anayasa değişikliği ve referanduma karşı, Mecliste ve Türkiye’nin bir çok yerinde yaptığı tarihi konuşmalarını yakından izledik.
Deniz Baykal’ın 1 Mayıs akşamı CNN Türk programında yaptığı açıklamaları ilgiyle ve dikkatle izledim. Baykal özetle, CHP’nin 2019 Cumhurbaşkanlığı seçimlerinde büyük bir sorumlulukla, hayır oyu verenlerin onayını ve desteğini alabilecek bir adayın, CHP başkanı olarak seçilmesini öneriyor. Bu kişinin Erdoğan’a karşı aday olarak, partiden alacağı tam yetkiyle hayır oyu verenleri ve daha da geniş bir seçmen kesiminin desteğini almaya ve bu kesimleri ikna etmeye çalışması gerekir.
Bu adayın daha baştan seçilmesi durumunda, yapılan anayasa değişikliğiyle Cumhurbaşkanına tanınan yetkileri kullanmayacağını ve parlamenter demokrasiye yeniden dönüleceği güvencesini ve CHP başkanlığından derhal istifa ederek, tarafsız Cumhurbaşkanı kimliğiyle görevini yapacağını, seçmenlere açıklaması gerekir, diyor sayın Baykal.
Kanımca Cumhurbaşkanı adayının, CHP genel başkanı olarak mı, yoksa “Hayır” oyu veren partiler, sivil toplum kuruluşları ve gönüllü kesimlerle yapılacak görüşmeler sonunda, üzerinde anlaşılabilecek güçlü bir ortak adayın olması mı daha doğru bir yöntem olur konusu üzerinde titizlikle durulması son derece önemlidir.
Böylece ayrıştırmaya karşı yeni bir siyasi kültürle, toplumu kucaklayan, birleştiren ve toplumsal barışı sağlayacak bir anlayış uygulanır olmalıdır.
Bu anlayış ve yaklaşım asla terör örgütleri PKK, PYD, IŞİD ve FETÖ’ye ödün verilmesi anlamına gelmez, gelmemelidir. Kürt halkının belli bir kesiminde ve HDP’de de, PKK’ya verilen desteğin veya PKK`nın terör eylemleri karşısında sesiz kalınmasının, artık ivedi olarak sonlandırılması yönünde uyarılarda bulunmak, bizlerin de görevi olmalıdır. Türkiye’de barış, uzlaşma ve birlikteliğin ancak terörün sonlanmasıyla ve üniter devlet yapısına bağlı kalınarak sağlanabileceği ısrarla anlatılmalıdır.
MUHALAFETİN ASLİ GÖREVİ HÜKÜMETİ UYARMAK
Vatan Partisini destekleyen veya ona sempatiyle bakanlar arasında da giderek yoğunlaşan kanı, parti başkanının Erdoğan ve AKP’den daha çok CHP’yi eleştirmekte olduğu yönündedir. Sayın Perinçek 2 Mayıs tarihli yazısında, “Vatan savaşını hiçbir zaman anlamayan CHP, ne yazık ki PKK ve FETÖ artıklarına siper oldu. CHP; HDP’nin ve vatansız solcuların çatı örgütü haline gelmekte ve milleti karşısına almaktadır” diyor. Sayın başkanımın bu değerlendirmesine katılamıyorum ve siyaseten de doğru bulmuyorum. CHP’nin PKK ve FETÖ’ya siper olduğu veya bu terör yuvalarını koruduğu son derece ağır ve kanımca doğru da olmayan bir suçlamadır. Bir kitle partisi olan CHP’de bir kaç kişinin böyle bir eğilimi kuşkusuz olabilir ve vardır da. Ancak CHP yönetiminin bu konulardaki tavrı açıktır ve terörün her çeşidine karşı olunduğu sürekli olarak vurgulanmaktadır.
Ben de CHP’de eleştirilecek siyasi tavırların ve yanlış politikaların olduğu kanısındayım. Örnek olarak, Yunanistan tarafından işgal edilen Ege Adaları, Ermeni Soykırım iddiaları ve Kıbrıs konularında CHP yönetiminin suskunluğunu anlamak ve kabul etmek olası değildir.
CHP’yi bu ve benzeri konularda uyarmak ve eleştirmek gerekli ve hatta yararlıdır da. CHP`ye oldukça sık yapılan yukardaki eleştiriler bir yana, Erdoğan ve AKP’nin Türkiye’yi çok yönlü büyük bir çıkmaza sürüklediği politikalar konusunda, daha temkinli ve suskun kalınması da, anlaşılır ve kabul edilir bir yaklaşım değildir.
Türkiye’de parti liderlerini gerektiğinde uyarmayı ve eleştirebilmeyi, Türkiye’nin siyaset kültürüne önemli bir katkı olarak görüyorum. Sayın Perinçek`in bu anlayışı ve erdemliği gösterdiğine daha önce de tanık oldum.