09 Ocak 2025 Perşembe
İstanbul 13°
  • Şırnak
  • Çanakkale
  • Çankırı
  • Şanlıurfa
  • Çorum
  • İstanbul
  • İzmir
  • Ağrı
  • Adıyaman
  • Adana
  • Afyon
  • Aksaray
  • Amasya
  • Ankara
  • Antalya
  • Ardahan
  • Artvin
  • Aydın
  • Balıkesir
  • Bartın
  • Batman
  • Bayburt
  • Bilecik
  • Bingöl
  • Bitlis
  • Bolu
  • Burdur
  • Bursa
  • Düzce
  • Denizli
  • Diyarbakır
  • Edirne
  • Elazığ
  • Erzincan
  • Erzurum
  • Eskişehir
  • Gümüşhane
  • Gaziantep
  • Giresun
  • Hakkari
  • Hatay
  • Iğdır
  • Isparta
  • Kırşehir
  • Kırıkkale
  • Kırklareli
  • Kütahya
  • Karabük
  • Karaman
  • Kars
  • Kastamonu
  • Kayseri
  • Kilis
  • Kmaraş
  • Kocaeli
  • Konya
  • Malatya
  • Manisa
  • Mardin
  • Mersin
  • Muş
  • Muğla
  • Nevşehir
  • Niğde
  • Ordu
  • Osmaniye
  • Rize
  • Sakarya
  • Samsun
  • Siirt
  • Sinop
  • Sivas
  • Tekirdağ
  • Tokat
  • Trabzon
  • Tunceli
  • Uşak
  • Van
  • Yalova
  • Yozgat
  • Zonguldak

Rejim yaşayacak mı? -(TAMAMI)

Kurtul Altuğ

Kurtul Altuğ

Eski Yazar

A+ A-

1923’te ilan edilen Cumhuriyet’le TBMM bir irade beyanında bulunmuştur. Bu irade beyanı daha o gün Atatürk’ün kafasında şu düşünceyi yaratmıştı:

“Devrimci bir iktidar, sonra en geniş biçimiyle çağdaş demokrasiyi hedefleyen çağdaş devrimler.”

Bu demokrasi batının siyasal sisteminin Türkiye’ye aktarılmasından ibaret değildir. Atatürk’ün devrimlere ve örneğin “toprak reformu yapmaya” yönelmiş otoriter tek parti rejimi mi daha demokratiktir? Yoksa bırakınız toprak reformunu, emekçi sınıfların haklarını reddeden güçleri sürekli iktidara getiren bugünkü yaşadığımız koşulların kaynağında bulunan liberal rejim mi daha halktan yanadır? Bu soruyu Atatürk Cumhuriyeti’nin 89. yılında sormak zorundaysak o zaman ‘sandıktan çıkmış’ liberal, dindar ve devrimlere karşı görüşlü olduğu kadar da antidemokratik çok partili bir sermaye diktatörlüğünün ayak seslerini duymamızdan kaynaklanan bir kuşku içindeyiz demektir.

Bunları şunun için yazıyorum; Salı günü AKP Genel Başkanı Erdoğan’ı dinlerken Türkiye’deki demokratik sistemin yavaş, yavaş tek adam diktasına dönüşmekte olduğunundan kaygılandım.

Prof. Duverger Kemalist rejimi şöyle değerlendirmektedir: “Ordu bazen solcu bir politik güç olabilir. Subaylar büyük feodallerin ellerindeki siyasi iktidar karşısında bu toplumsal grupları temsil etmeye yönelebilirler. Askeri hükümet darbeleri ve komplolar, küçük burjuvaziyi ve hatta halktan unsurlar yararına aristokrasiyi iktidardan uzaklaştırmayı amaç edinir. Bu durum Mustafa Kemal Türkiye’sinde, Nasır Mısır’ında Orta Doğu ve Güney Amerika’daki bazı askeri ayaklanmalarda açık olarak görülmektedir.” (İntroduction a la politique-M Duverge- Paris, S:214)

Bu demektir ki; halkın iradesi yerine sermaye odaklarının ya da yabancıların isteklerine karşı koruyan bir irade beyanıdır Kemalizm.

2002 yılından beri yaşadığımız düzen, gerçek demokrasi değil, özgürlükler adının arkasında adımlarını sıkılaştıran iktidar faşizme doğru kaymakta.

Atatürk Cumhuriyeti’nin kuruluş felsefesinde “Ulus Devlet, Ulusal Ordu, Ulusal Ekonomi” yatmaktaydı. Şimdi yeni kurulan düzen, geçmişin izlerini ve tarihini yeniden yazmaya başlamışsa bu rejimin adı olsa, olsa “Karşı Devrim” olmalıdır.

Devlet kaynaklarının yabancılara peşkeş çekildiği, laikliğin ortadan kaldırıldığı Cumhuriyet’in kazanımlarının teker, teker yok edildiği hatta camilerin bile satışa çıkarıldığı ve terörün başını alıp gittiği, zenginin daha zenginleştiği bir ülkede bağımsızlığın yabancıların fiili işgallerinin doğal sayıldığı kimsenin umurunda değilse... Dahası teröristle müzakereye oturan - Başbakan’ın deyimiyle- “gelişmiş demokrasi!”- sürecini yaşıyorsak..

İktidar kendi sosyetesini yaratmışsa; bırakınız topraksız köylüyü ve onun gereksinimi olan traktör, zirai ilaç, gübre, zirai krediler ve buna benzer pek çok aracın yerini montaj ve pazarlama sanayi alıyorsa... Devlet ve özel sektör üretim yapmıyor, fabrikalar kurmuyor, emekçilerin toplu sözleşme hakkını yok ediliyorsa.. İşsizlik çoğalıyorsa...

Oysa Anayasa’nın başlangıç maddelerinde “Türkiye Cumhuriyeti’nin bir sosyal devlet olduğu” yazılıdır ve bu tabloyu seyrediyorsanız, o halde bugünkü duruma demokrasi demek kolay olmasa gerek. İnsan hak ve özgürlükleri, emeğin karşılığı alınan demokratik sistem içinde mi yaşıyoruz, yoksa her gün fiyasko veren bir genel iktisat politikasının mağdur ettiği, Amerikan yapımı bir Filipinler demokrasisi içinde miyiz? Ülkemizin büyük kentlerinde yükselen devasa binalara bakınız. Bu yapılarda kimler oturmaktadır?

Bir milletvekili maaşıyla kaç ailenin geçinebileceğini düşünemiyor musunuz?

Açık söyleyelim, Siz muhalefet sıralarındakiler, bile bile karşı devrimin önünde eğiliyorsunuz.

Geldiler! Kadrolarını yerleştirdiler, aydın düşünceye pranga vurdular, ordumuzu hapsettiler.

Muhalefet yok mu diye soracaksınız? CHP Atatürk’ün partisi olduğunu söyler, ama Atatürk’ü gaddar bir insan olarak dünyaya ilan eden ve terörist cenazelerine gözyaşı döken bir adamı milletvekili yapar ve ona kol kanat gerek. Buna hala sessiz mi kalacaksınız?

O halde sandıktan çıkan her iktidarın ille de demokrasiye bağlı olması ilkesinin kıymet-i harbiyesi kalmamış demektir.