Restorasyon faciaları
Yaygın bir söz vardır; doktorlar hatalarını gömer, mimarlar ise yaşatır diye. Bizde restorasyon adı altında yapılan yenilemeler, sanırım bu sözün hakkını veren en somut örneklerdir. Gerçi bu işte gerçek mimarların hata payı ne kadardır bilinmez ama, bir dizi hatalı örneklere bakıldığında bunları yapanların mimar olduğu bile pek söylenemez.
BİR MÜCEVHER GİBİYDİ...Ülkemizdeki restorasyon facialarına bir örnek daha eklendi, o da bir asırlık geçmişi olan Moda İskelesi. Ünlü mimar Vedat Tek’in 1916-1917yılları arasında yaptığı, bu küçük ama Moda kıyısını bir mücevher gibi süsleyen ve nice yıllara meydan okuyan bu şirin iskele, birçok badireleri atlatıp günümüze dek gelmesine karşın, sanki bu tür yapıların bir yazgısıymış gibi kabul gören restorasyon faciasından ne yazık yakasını kurtaramadı. Uzun süredir tartışmaların odağında olan iskelenin hangi işlevle kullanılıp kullanılmayacağı tartışmalarının ardından gelen restorasyon faciası, iskeleyi tekrar gündeme getirmekle kalmadı, onun değişim ve dönüşüme uğratılması kıyımını da beraberinde getirdi. Bir habere göre iskelede incelemelerde bulunan TMMOB Mimarlar Orası Başkanı Eyüp Muhçu ile TMMOB Mimarlar Odası Kadıköy Temsilcisi Saltık Yüceer, tarihi binada yapılmaması gereken 8 restorasyon hatası tespit etti. Bu hatalar zemin katta yapılan sundurmadan, kapanan yolcu giriş kapılarına, oradan da cephedeki klimalardan deniz kenarından üst katta kapatılan iskeleye kadar bir dizi önemli yerleri kapsıyor. Yani tüm bunlar, bir tarihi binanın restorasyonunda asla yapılmaması gereken hatalar. Diğer taraftan İBB’nin mülkiyeti kendisinde olduğundan, 26 maddeye istinaden ruhsatsız olarak restorasyon yaptığı-yaptırdığı iddia ediliyor. Moda İskelesi’ni bu işlemler sonucu MADO’nun alacağı ise işin bir başka yönü.
HEP SORUN OLAN 2 ŞEYBizim ülkemizde 2 şey öteden beri sorun oluyor. Bunlardan biri heykeller, diğeri ise tarihi binaların restorasyonu. Birincisi bir dizi kısır ve yararsız tartışmaların örneği olurken, ikincisi ne yazık ki bir dizi faciaların oluşmasına zemin hazırlıyor. Bir heykel yapılmasın ki, tartışma olmasın. Bunun için meydanlarımız ve kentlerimiz heykelsiz, ya da bu tür tartışmalardan kurtulmak için yapılan karpuz, horoz, portakal, kiraz ve armut gibi dünyada eşine benzerine rastlanmayacak ürünlere ait. Ama yine de heykeller açısından bir şansımız var, onları beğenmediğimiz zaman yıkma, yerişine yenisini yapma şansımız var. Ama restorasyonlar işi o kadar kolay değil. Bir yanda onca yılın yaşanmışlıklarıyla tozlanmış tarih var, öbür yanda da onun eski konumuna çevrilmeyecek kadar rezil edilmesi. Onun için kötü bir restorasyondan geriye dönüş pek yoktur. Ya yıkacaksınız (o da bir başka katliam) ya da ömür boyu o tarihin çaptırılmış, bir aymazlık sonucu oluşturulmuş olan kitch örneğini gelecek kuşaklara kötü bir miras olarak bırakacaksınız. Yani kuşaklar boyu bağışlanmayacak bir hata.Son yıllarda Eskişehir Seyitgazi’deki Selçuklu dönemine ait Seyyid Battal Türbesi’nden, Antalya’daki Aspendos tiyatrosuna, İstanbul’daki Atik Valide Külliyesinden, Ağrı’daki İshak Paşa Sarayına ve de Şile ilçesinde Sünger Bob Kare Pantolon çizgi kahramanına benzetilen kaleye kadar sayılmayacak örnekleri olan bu restorasyon facialarıyla, yalnızca kentlerimizin -her geçen gün giderek bozulan- tarihsel estetik görünümüne değil, onun da ötesinde geçmişimize, zamanla örtüşen ve geleceğe aktarılan belleğini de ihanet ediyoruz. Geçmişten bu denli övgüyle söz edip de, geçmişin içine bu kadar müdahale edilmesini sanırım bizler hiçbir dönemde bu denli yoğun ve umursamazca yaşamadık.