Retinayı yırtan manzaralar
Yaşım elliyi aştı. İnsanı toprağı çekiyor. Yirmili yaşlarımda ardıma bakmadan terk etiğim bozkırlar şimdi hasretini çektiğim bir cennet artık; cennet sanıp geldiğim Almanya ise bir kaygı, kasvet cehennemi. Çocukluğumun coğrafyası gün geçtikçe daha gür bir sesle çağırıyor beni kendine. Doğduğum toprak damlı evimiz, ilk adımlarımı attığım avlu, tırmandığım ağaçlar, üzümünü, pekmezini yediğim yemyeşil bağlar, uzak gecelerimin bölük pörçük rüyalarına daha sık girmeye başladı bu yaşlarda. Ne diyordu şair:
“İnsan, yağmur kokan bir sabaha karşı
Hatırlar bir gün camı açtığını,
Duran bir bulutu, bir kuş uçtuğunu
Çöküp peynir ekmek yediği bir taşı…” *
Altı yıl aradan sonra, üstünde peynir ekmek yediğim taşları okşamak için geldim memleketimin bağlarına. Gözleri kamaştıran haziran güneşi altında kollarımı genişçe açıp başı karlı Erciyes’i kucaklar gibi kucakladım özlediklerimi. En sıradan, en olmadık şeyler bile bazen coşturdu, bazen duygulandırdı, bazen de esritti beni. Gurbette içimize işleyen o çöl yalnızlığı, Hisarcık’tan akan kar sularına, Kırlangıç Vadisinden esen narin yaz yeline, Sivridağ’ın yamaçlarında sürüsünü otlatan çobanın “Yüceden mi geldin sen seher yeli” türküsüne karışıp kayboldu...
Güzel başlamış, huzurla süren tatlı dinlencemizin üstüne sirke dökülmesin diye titizlenirken, düz ovada sivri bela gelip buldu beni. Sol gözümün önünde kara sineklere benzer minik lekelerin uçuştuğunu daha uçaktan indiğimiz gün fark etmiştim; fakat hava değişimindendir, yarın öbür gün geçer diye önemsememiştim. Eşimin göz doktoruna gidelim önerisini de ısrarla reddettim iki hafta boyunca. Dönüşümüze birkaç gün kala sabah yataktan bir kalktım ki, sol gözümde uçuşan kara lekelere, örümcekler, irili ufaklı kum tanecikleri de eklenmez mi! Çok geçmeden siyah bir mürekkep dalgası yandan iyice daraltmaya başladı görüş alanımı. Günlerdir güzel manzaraları hayran hayran izlemeye alışmış gözünün bu duruma düşmesine kimin canı sıkılmaz! Hemen göz doktoru sorduk yakınlarımıza. Şansımız yaver gitti; işinin ehli iyi bir doktora düştük. Bekleme salonu civar kentlerden, kasabalardan gelen hastalarla tıka basa doluydu. Kaygıyla girdik doktorun odasına. Doktor, damlayla göz bebeğini genişletip ışıklı aygıtlarla, merceklerle gözümün içini dikkatle inceledikten sonra: “Yarın acilen ameliyata alacağız sizi! Retina yırtılmış, yırtılmakla kalmamış yerinden kalkmış. Biraz gecikmişsiniz; ama yırtık görme merkezine (makula) ulaşmamış şükür. Gözü kurtarırız, tasalanmayın! Yarın o sineklerin, örümceklerin hepsini kovacağız gözünüzden...”
Bir doktorun kendinden emin ses tonu, sakinliği, ölçülü şakacılığı, ne çok güven veriyordu önünde ödü sıdmış halde oturan hastaya. Şaşkınlığımı, üzüntümü kısa sürede attım üstümden.
Ertesi gün ameliyathanedeydim. Sol gözüme iğne yapıldı. Birkaç dakika sonra sol göz kapağı emrimden çıkıp kendiliğinden iniverdi. Ameliyat masasına uzanırken “Yarın gece uçabilecek miyim?” soruma, “Ameliyattan sonra konuşuruz bunları.” dedi doktor. Biraz utandım; gözü kurtarmadan biletleri kurtarma peşindeymişim gibi oldu sorum...
Kırk dakikalık ameliyatım, doktorun retina üstüne verdiği aydınlatıcı bilgilerle, Almanya'ya ilişkin sorduğu ilginç sorularla sohbet havasında çabucak geçti. Göz sıvısının (vitreous) boşaltılıp yerine silikon yağı konulduğunu, ayrıldığı yere yapıştırılan ve etrafı lazerle dikilen retina tabakasına bu yağın tampon görevi yaptığını ameliyat esnasında öğrendim. Geçirdiğim ameliyatın (Retina dekolmanı) bir göz cerrahı için en zor ameliyatlardan biri olduğunu ise, işini bitirip gözümü bantlarken söyledi doktor. Ameliyat esnasında, doktorluk mesleğini hem devletin hem bizlerin çok çok yücelerde tutmamız gerektiğine bir kez daha inandım.
Bir gün sonra zorunlu kontrole gittim. Uçağa binmemde bir sakınca olmadığını bu ilk kontrolde muştuladı doktor. Bazen silikon yağı yerine gaz da konuluyormuş göz içine. Eğer gaz konulursa, gaz hava basıncıyla genleşip göz içine baskı yapacağı için on gün uçağı yasaklıyorlarmış.
Gözümü inceledikten sonra retina yırtılmalarının olası nedenlerini de sıraladı doktorum.
“Bu saydıklarınızın hiçbiri değil benimki, nedenini ben biliyorum!” dedim.
“Neymiş sizinki peki?” dedi söyleyeceğime inanacakmış gibi bakıp.
“Altı yıldır uzak kaldığım o güzelim memleket manzaraları yırttı retinamı! Almanya’nın siskırı havasının üstüne bu güneş, bu berraklık, bu güzellikler çok geldi!”
Güldü doktor. “Arayı uzatmayın öyleyse, daha sık gelin, retinanız alışsın unuttuğu manzaralara! Hem üç ay sonra yine gelmek zorundasınız, gözünüzdeki silikon yağını çıkartmam gerekecek!”
Bu ameliyatın tek iyi yanı, üç ay sonra bir kez daha (bulanık da olsa) Erciyes’i görmem olacak.
En az bir ay daha sol gözümü yormamam gerekiyor. Bu yazımı sol gözümü kapatıp yazdım. Okuyamamak, yazamamak, berbat bir duygu. Ama, kara gün kararıp kalmaz, geçecek...
Gözünüzde siyah noktalar, sinek uçuşmaları, kara lekeler, parlak ışık çakmaları, görüş alanınızda azalma, cisimleri olduğundan büyük veya küçük görme benzeri şikâyetleriniz olursa hiç oyalanmadan hızla en yakın göz doktoruna gidin.
Bir de memleketinize yıllarca uğramamışsanız, çocukluğunuza sinmiş o güzelim manzaraların üstüne benim gibi hemen atlamayın, gözlerinizi alıştıra alıştıra bakın!..
* Olvido şiirinden. Ahmet Muhip Dıranas.
** Kayseri Özgöz Kliniğine ve Prof. Dr. Abdullah Özkırış’a yürek dolusu teşekkür borçluyum.