Rezalet Anderleht! Avrasya'ya böyle mi gideceğiz?
Önce sosyal medyada yayıldı yalan haberler.
Bir yıldan fazladır, Uygur Türklerinin Çin’de toplama kamplarına doldurulduğu, işkence ve soykırım yapıldığı, kadın çocuk demeden katledildiği, dine hakaret edildiği, asimilasyon yapıldığı, Uygur kasabalarına Çinlilerin yerleştirildiği, Uygur etnik kimliğinin yasaklandığı vb. propaganda yapılıyor.
İnternette yayılan “zulüm ve işkence” video ve fotoğraflarının tamamının yalan ve başka yerlerden alınma olduğu kanıtlandı.
Ancak, Amerikan İngiliz ve Selefi/FETÖ maşaları kaynaklı bu dezenformasyon kampanyası ülkemizde önemli bir karşılık buluyor.
Çünkü Çinlilerin Sincan Uygur Özerk Bölgesi, bizim “Türkçü”lerin Doğu Türkistan dediği yer, Türklerin yakın akrabası Uygurların vatanı.
Aslında çoğu kişi bilmez, oraya Doğu Türkistan ismini veren Türkçüler değil, Sovyet Sosyalist Cumhuriyetler Birliği olmuştur.
1960’larda Çin ile sınır ve ideoloji anlaşmazlıklarında, KGB, Türk kökenlileri Çin’e karşı kışkırtma politikası uyguladı. O dönem savaşın dahi eşiğine gelen Çin ve SSCB, düşman olarak konumlanmıştı. Bu ayrışmayı akıllıca (1960’lardaki Kruşçov-Eisenhower görüşmelerinin de etkisiyle) değerlendiren Henry Kissinger, 1970’lerde Çin açılımı yaparak SSCB’nin çöküşünü hızlandırmıştı.
1950’de NATO’ya giren Türkiye, ilerleyen zaman içinde ABD’nin Orta Asya ve Çin’e yönelik “sıçrama tahtası” olarak kullanıldı.
ABD’nin komünizme karşı “Yeşil Kuşak” projesi içinde “Doğu Türkistan” ve “Uygurlar”ın kullanışlı argümanlar olarak önemli bir yeri oldu hep.
İşte son bir yıldır, Çin’in eski İpekyolu’nu canlandırmak için başlattığı “Kuşak ve Yol” girişimini baltalamak için “Doğu Türkistan” propagandası sandıktan çıkarıldı.
2011’de Suriye’yi parçalamak için başlatılan vekalet savaşında da Selefi Cihatçı Uygurlar (2009 kanlı selefi kalkışması sonrası), Suriye’ye götürülmüş ve bu operasyonda o dönem devlet içinde devlet olan FETÖ’cüler çok önde rol oynamıştı.
O dönem, “altın nesil” denen tiplerin sızdığı Şanghay, Hong Kong ve BangKok Başkonsoloslukları bu operasyonda etkili olmuştu.
Fakat, FETÖ’nün AKP’ye karşı 2012’den itibaren başlayan örtülü savaşı, önce 2015’te Rus savaş uçağının düşürülmesi, ardından 2016’daki 15 Temmuz NATO/FETÖ/CIA darbe girişimi sonrası mağlubiyetle sonuçlanınca, Çin’e karşı yürütülen FETÖ’cü terör operasyonları da bitmişti.
DIŞİŞLERİ GELENEĞİNE AYKIRI AÇIKLAMA
“... Keyfi tutuklamalara maruz kalan bir milyondan fazla Uygur Türkünün toplama kamplarında ve hapishanelerde işkence ve siyasi beyin yıkamaya maruz bırakıldıkları artık bir sır değildir. Kamplarda alıkonmayan Uygurlar da büyük baskı altında bulunmaktadır.
Yurtdışında yaşayan Uygur asıllı soydaş ve vatandaşlarımız bu bölgedeki akrabalarından haber alamamaktadır. Binlerce çocuk ebeveynlerinden uzaklaştırılmış, yetim kalmıştır.
21. yüzyılda toplama kamplarının yeniden ortaya çıkması ve Çin makamlarının Uygur Türklerine yönelik sistematik asimilasyon politikası insanlık adına büyük bir utanç kaynağıdır...
Böyle bir ortamda, bir bestesi yüzünden 8 yıl hapse mahkum edilen değerli halk ozanı Abdurrehim Heyit'in hapishanedeki ikinci yılında vefat ettiği haberini derin teessürle öğrendik... Abdurrehim Heyit'i ve Türk ve Müslüman kimliğine sahip çıkmak uğruna hayatını kaybeden tüm soydaşlarımızı rahmetle anıyoruz.”
Dışişleri Bakanlığı Sözcüsü Hami Aksoy’un ağzından okunan bu açıklama, adeta BBP parti bildirisi gibiydi.
“Toplama Kampları”, “İşkence”, “Yetim kalan binlerce çocuk” gibi ifadeler bir tarafa, Abdurrehim Heyit’in öldüğü bilgisinin yanlış çıkması başka bir tarafa.
200 yıllık Türk Hariciye geleneğinde, iddia kesin bir şekilde teyit edilmeden hiç bir açıklama yapılmazdı.
Çin Halk Cumhuriyeti Dışişleri Bakanlığı, önce bu açıklamaya karşı sert bir yanıt yayımladı.
Burada Abdürrehim Heyit’in akıbetine değinilmedi.
Yalnız, “Toplama Kampları” ifadesinin tamamen gerçek dışı olduğu vurgulanarak, buna “şiddetle karşı çıkıldı” ve bu yerlerin 1990’larda kabul edilen 3 şer güce karşı (Etnik bölücülük, dini aşırıcılık ve terör) rehabilitasyon ve mesleki eğitim merkezleri olduğu belirtildi.
Bu şer güçlerin, Sincan Uygur Özerk Bölgesi'nde binlerce terör olayı planlayıp, çok sayıda masum vatandaşın hayatına mâl oldukları hatırlatıldı.
Genellikle yumuşak dil kullanılan Çin diplomasisinde bu açıklama, sertlik açısından en üst seviyede değerlendirilebilir.
Ancak asıl bomba, Çin Dışişleri açıklamasının ertesi günü geldi.
Sincan Özerk Bölgesi yönetimi, Abdürrehim Heyit’in 10 Şubat 2019 sözleriyle başlayan ve sağlık durumunun gayet iyi olduğunu belirten bir videosunu yayınladı.
57 yaşındaki Urumçi’deki Uygur Opera veTiyatrosu’nun halen tutuklu bulunan sanatçısı Heyit, ünlü Amerikalı yazar Mark Twain’e nazire yaparcasına, “Ölmüş olduğum yolunda çıkan haberler bir hayli abartılıdır” dercesine, Türkiye Cumhuriyeti Dışişleri Bakanlığı’nın açıklamasını yalanlıyordu.
Usta Diplomasi Yazarı Ceyda Karan, Twitter'dan bu olayı şu ifadelerle eleştirdi: “Çin yönetimi Uygur Halk Sanatçısı’nın iddia edildiği gibi ölmediğini duyurdu. Alelacele tavır alan Ankara açısından iki sorun: 1- Diplomatik/İstihbarat fiyaskosu. 2- Tutarlılık, kendi evi camdan olanın başkasınınkine salladığı taşın dönüp kendisini vurması.”
Beşiktaş taraftarı böyle durumları: “Rezalet Anderleht” tezahüratıyla yorumluyor!
Gerçekten şimdi Çin de çıkıp, “Masum Kürtlere Türkiye zulüm ve soykırım uyguluyor, siz Doğu Türkistan derseniz biz de Bağımsız Kürdistan’ı destekleriz” derse ne olacak? Kim sevinir buna en çok? ABD ve uşakları değil mi?
Bana kızanlar olacaktır, sanki Türkiye’ye karşı Çin’in tarafını tutuyormuşum, Uygur kardeşlerime sahip çıkmıyormuşum gibi.
Ancak mesele çok farklı.
Daha bir kaç ay önce Sincan’a giden Türk gazeteciler (ki çoğu yandaş kanallara mensup), toplama kampı denilen yerleri gezmiş ve yapılan Batılı işkence ve zulüm propagandalarının aksine, bu yerlerin medeni ve rehabilite edici yönlerini anlatmıştı.
Onlar da Çin ile Türkiye’nin arasının açılmak için Uygur meselesinin kullanıldığına dikkat çekmişti.
Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan, 2017’deki Pekin Kuşak ve Yol Zirvesi’nde Xi Jinping’in hemen yanında fotoğrafa alınmıştı.
Bu zirvenin bir yıl öncesinde 2016’da Çin’deki G-20 Zirvesi'nde, “Çin ile Doğu Türkistan’ı konuştunuz mu?” sorusuna şu yanıtı vermişti:
“İslam ile terörü ayırmak lazım.Teröre karşı, şiddete karşı beraber duracağımızı söyledik. Şu anda DAİŞ (IŞİD), İslamı sömürüyor, ama ne diyorlar 'İslam adına yapıyoruz' diyorlar. DAİŞ şu anda Türkiye’de yaptığı eylemlerle lanetleniyor. Bir defa nedir, bir Müslüman bir insanı öldürüyorsa, tüm insanlığı öldürüyordur. Bu durum Çin’de yaşanıyorsa da aynıdır, Türkiye’de yaşanıyorsa, Ortadoğu’da yaşanıyorsa aynıdır. Buradan terörist biri çıkıyorsa biz onu lanetleriz, nerede olursa olsun biz ona tepki gösteririz.”
Peki ne oldu da Türkiye, 2019’da “Uygurlara zulüm ve işkence” noktasına geldi?
ABD’NİN SONUÇ ALAN TEHDİTLERİ
PKK ve Suriye’deki uzantıları YPG-PYD’yi binlerce tır yüklü silahla destekleyen, Deyri Zor’daki IŞİD’çileri korumak için Suriye ordusunu bombalayan Trump yönetimi, Türkiye’nin sınır güvenliği için harekete geçmesini ekonomik tehditlerle engelledi.
FETÖ/PKK dostu ajan papaz Brunson’un serbest bırakılmasını da aynı şekilde sağladı.
Malum, Türkiye şu anda 17 yıllık AKP iktidarının en kötü ekonomik zamanını yaşıyor.
Bildiğiniz buhran günlerindeyiz.
Trump, Brunson’dan beri Türkiye’yi açıkça tehdit ediyor.
“Brunson’u bırakmazsanız yaptırım uygularız, Suriye’ye girerseniz ekonominizi mahvederiz” dedi ve aldığı karşılıklar geçen sene ortalarından bu yana her geçen gün zayıfladı, adeta sönümlendi.
En son 8 Şubat’ta “Ulusal Dua Kahvaltısı”nda bizimle adeta dalga geçti.
Burnunu havaya kaldırıp, sırıtarak şöyle dedi: “Ben, 'Onu bırakmalısınız, bıraksanız iyi olur' dedim ve onlar da bıraktılar. Bu bir mucizeydi, değil mi?"
9 Şubat’ta Aydın’da halka hitap eden Cumhurbaşkanı’ndan “Eyy Trump” diye bir cevap gelmedi bu kez.
ABD Dışişleri Bakanı Pompeo’nun ortadan bölünmüş Türkiye haritalı tweetine, ABD Donanması’nın 15 Temmuz Şehitler (Boğaz Köprüsü) Köprüsü'ne top namlusu yönelttiği fotoğraflı tweetine de tık yoktu.
Ama aynı gün Dışişleri’nden “Ozan Heyit, toplama kampları ve zulüm açıklaması” geldi.
Tam da 31 Mart sonrası IMF ile anlaşılacağı söylentileri yayılırken.
Bu noktada Odatv’nın başarılı araştırmacı gazeteci ikilisi Barış Terkoğlu ve Barış Pehlivan’ın “Metastaz” kitabına dikkat çekmek isterim.
Aslında olan bitenin önemli bir açıklaması o kitapta var.
Gerçek dostumuz Avrasya’dan uzaklaşıp, ekonomik tehdit ve şantajlarla yeniden asıl düşmanımız ABD’nin yörüngesine girerken, BOP ekibi ve FETÖ hücreleri de canlanıp kanlanıyor.
1950’den beri altımızı oyan, PKK’yı destekleyen ABD, FETÖ’yü, IŞİD’i, ajan sözde milliyetçileri destekleyen “Yeşil Kuşak” projesi içinde kendi halkına düşmanlık etmesi için yetiştiren ABD, Cumhuriyetimizin tüm kazanımlarını, birikimlerini yok eden ve ettiren ABD ve onun işbirlikçi komprador burjuvazisi iken, düşman olarak 10 bin kilometre uzaktaki Çin’i mi seçeceğiz.
Yahut da Suriye’de yeni bir Rus uçağı mı düşüreceğiz?
Çin ile kurulmakta olan “Kuşak ve Yol” köprüsünün yıkılması da, IMF anlaşması şartları içinde mi yer alıyor?
Her türlü melanetin ardındaki Amerika’ya tutacağımız kafa, mezara kadar değil, pazara, pazardaki pahalı patlıcan bibere kadar mıydı?
Avrasya’ya böyle mi gideceğiz?
Bu kafayla mı?