Ritüellerimizde dahi bağımlıyız
Şimdi diyeceksiniz ki nereden çıktı bu başlık, rüyanda mı gördün? Tabii ki rüyamda görmedim ama sizinle bu konu ile ilgili rüyalarımı değil, yavaş yavaş hayata geçen hayallerimi paylaşacağım. Hepsi hayata geçti mi? Hayır geçmedi yavaş yavaş dedim ya.
Doğum ve ölüm, yaşamımızın en önemli iki gerçeği ve uğramadan geçemeyeceğimiz mâlûm duraklarıdır... Bu iki gerçek arasında ise yüzlerce durak ve ona bağlı yüzlerce ritüel yani geleneksel tören vardır. Tabii bu törenlerin de vazgeçilmezi müzik ve ritmdir. Müziksiz ya da ritmsiz ritüel hemen hemen yok gibidir. Folklorik uygulamalar, geleneksel ve dinsel törenler, bayramlar, evlilik ya da nişan, yaş günleri, askere göndermeler, yas günleri, anma törenleri, vs. Yaşadığımız tüm bu anların bir ritüeli ve her ritüelinde bir ritmi ya da bir melodisi vardır.
HER RİTÜELİN BİR SESİ VARDIR
Önemli günlerimizin, vazgeçilmezi ise İstiklal Marşımızdır. Her satırında inanç, azim ve yoktan var olup yeniden dirilmenin destanı, ulusal marşımız. Çocuk beyinlerimizin ilk ezber klasöründeki, hançeremizi yırtarcasına okuduğumuz ilk milli uyanışımız. Hep birlikte bulunduğumuz andan geriye doğru seslendiğimiz şükran ve “unutmadık” seslenişimiz. Marşımıza geçmeden önce bu günümüz için dökülen kanları, verilen emekleri, vatan toprağına düşenleri ve Baş Komutanımızın aziz hatıraları önünde yalnızca bedenlerimizle değil, ruhlarımızla birleşerek ayağa kalkar, saygı ve şükran sunarız. Hisseden için hüzünlü, hissetmeyen için ayakta durmak! Ölümün üzerine yürüyüp ateşten geçenler, toprağa düşenler bir bir geçer hayal dünyamızdan. Saygı duruşumuzda, “Ti borusu” dediğimiz bir melodi kulaklarımızdan beynimize ve ruhlarımıza sarkarak başka bir hikâyeyi anlatır gibidir. Yabancı bir hikâye, bir kez daha “müzik evrenseldir” yalanı ile gönül kapılarımıza dayanır sanki. Evet uzak ve yabancı bir hikayedir ama elden bir şey gelmez bu işler evrenseldir! Nedir o evren nedir? Sana gösterilendir.
Ti borusu diye bildiğimiz 40 sn’lik melodi aslında Amerikan Ordusu’nun “yat!” borusudur. Geçmişi Amerikan iç savaşına kadar gidiyor. Tövbe estağfurullah! “Hadi kalkın ayağa” borusu olsa bu kadar kızmayacağım ama “Yat Borusu” insanın kanına dokunuyor.
Millî Savunma Bakanlığı bu konuda mutlaka bir adım atacaktır. Bir süredir kendi ulusal değerlerimizden imbiklenmiş bir melodiyi hazırlıyorum böyle bir talep olursa takdim edeceğim.
Unutmadan ekleyeyim son süreçte saygı duruşu ve İstiklal Marşı sırasında elini kalbinin üzerine koyan yeni bir takım türedi. Türedi diyorum çünkü kelimenin tam anlamıyla “türedi”. Bu refleksler bizim kültürümüzde yok. Çıkın artık şu Hollywood filmlerinden, bu ülke Universal Stüdyolarının platosu değil, Anadolu toprağı.
Yalnızca ölüm mü? Doğum günlerinde “Happy Birthday” düğünlerde Felix Mendelssohn “Düğün Marşı”... Tam bir “kölelik senfonisi”nin notaları gibiyiz. Sonu halayla biten düğün salonlarına babası gelini elinden tutarak getirip damada teslim ederse, ya da nikah memurundan “Gelini öpebilirsin” uyarısı gelirse hiç şaşırmayın. Kültürel müstemleke olmak böyle bir yol haritasıdır.
Gelelim cenaze törenlerine özellikle şehit cenazeleri ve resmi uğurlama törenlerine... Cenaze törenleri resmi nitelik taşısa da asıl dayandığı temel nokta dinsel ritüellerdir. Yıllardır şehit cenazelerimizin Chopin’in Cenaze Marşı ile kaldırılmasını da anlamış değildim. “Vazgeçin bu işten ruhu ruhumuza uymuyor” diye yazıp söylemediğim yer yoktur. “Itrî’nin muhteşem eseri Salât-ı Ümmiye dururken nedir bu körlük” diye yazdığım makalenin, yaptığım söyleşinin de haddi hesabı yoktur. Doğum yerleri belki Anadolu’da şirin bir köy ya da kasaba olsa da nüfus kütükleri Kaliforniya olan bir kısım con conlar “ne kadar banal ve gerici bir yaklaşım” diye dudak bükse de biz ısrarlıydık. Çok şükür MSB repertuvarına bu muazzam eser alındı da ahali evlatlarını anladığı ve hissettiği bir ruh haliyle uğurluyor.
Gelelim bir başka ritüele; sanatçı meslektaşlarımın uğurlanma törenlerinde naaş sahnede bir masanın üzerine konur ve ahali tek sıra halinde naaşın önünden geçerek tabuta dokunur, çiçek koyar vs. Aslına bakarsanız bu ülkenin kültüründe uğurlama, musalla taşında olur, masa üstüne tabut koyulup önünde geçit yapılmaz. Yarın bir gün ecnebi filmlerindeki gibi naaşa elbise giydirip, tabutun da kapağını açıp içine çiçekler atarlarsa şaşırmayın. Çıkamıyoruz şu Amerikan Film Stüdyolarından.
“Tamam Ataer senin cenazeni sahneden kaldırmayız” diyenleriniz olabilir. Bu zaten mümkün değil ben ve eşim bedenlerimizi bilim yapan gençlerimize kadavra olarak bağışladık. Bir Fâtiha ya da iyi bir söz gönderin arkamızdan yeter. İllaki toplanıp sahneye bir şey koymak istiyorsanız, kitaplarımızı, müziklerimizi, makalelerimizi bir de suretimizi koyun üst üste bize yeter de artar bile.