Romanların rengi, sesi ve kraliçesiydi Esma
Bir Roman atasözü vardır, eğri yolda düz yürünmez diye. Geçtiğimiz günlerde yitirdiğimiz Roman asıllı Makedonyalı ünlü şarkıcı Esma Recepova, yalnızca bu atasözünü değiştirmekle kalmadı, onun da ötesinde, genel bir kanı olan, Roman çocuklarına küçükken ne olacağı sorulmaz, çünkü büyüdüklerinde ne olacağı zaten bellidir, sözünü de geçersizleştirdi. Hem eğri yolda düz yürümeyi, hem de genelleşen yanlış bir yargıyı adeta yalanlayarak gösterdi ki, oldukça yoksul bir aileden gelen bir Roman kızı tanrının kendisine bağışladığı olağanüstü bir sesle geleneksel yaşam tarzının dışına çıkarak nerelere ulaşabileceğini tüm dünya halklarına kanıtlayan örnek bir insan oldu.
BANA ÇİNGENE DEYİN
Esma Recepova ile Romanların kökeninden, tarihsel süreç içindeki değişim-dönüşümlerine, öteki olarak görülmelerinin dışlanmışlığından, günümüzdeki konumuna ilişkin her bir yanını ele alan 12 ayrı belgeselin senaryosun yazarken tanışmış ve uzun uzadıya konuşma fırsatını yakalamıştım.
Konuşmamızın –daha doğrusu belgeseldeki röportajımın– ilk sorusu, sizi nasıl tanımlamamı istersiniz, Roman mı, Çingene mi, yoksa Makedonyalı bir sanatçı mı, olmuştu. Hepsi kabulümdür, ama Çingene derseniz daha da hoşnut olurum gibisinden bir yanıt vermişti. Halkıyla ilgili sorularımı yanıtlarken gözleri parlıyor, her ülkedeki Romanların kendisini kraliçeleri olarak görmelerinden mutlu olup, “Çingene olmaktan büyük bir gurur” duyduğunu söylüyordu.
Makedonya’nın başkenti Üsküp’te 1943 yılında dünyaya gelen Recepova, çok uluslu-kültürlü bir ilenin çocuğuydu. Annesi bir Müslüman, büyükannesi Yahudi, büyükbabası ise Katolik’ti. Altı çocuklu bir ailenin en küçüğü olan sanatçının babası hamallıktan davulculuğa, ayakkabı boyacılığından sirk göstericiliğine dek her bir işte çalışarak altı çocuğun ayakta kalmasına çabalamıştı. Esma Recepova, babasının oldukça ilerlemiş yaşlarında ayakkabı boyacılığı yaptığı sıralarda, ona yardım için boya sandığını kendisinin taşıdığından da söz etmişti.
HİTLER'E MEYDAN OKUYAN ACI
1957 yılında Üsküp Radyosu’nun düzenlediği bir şarkı yarışmasında dikkatleri çeken Recepova, ailesinden izin alarak turnelere çıkmaya başlamış ve bu turneler sırasında ünü tüm Balkanları aşarak, kısa sürede Romanların idolü haline gelmiştir. Recepova’nın ününe ün katan ya da onu Romanların kraliçesi konumuna getiren parça ise –kimilerine göre Romanların ulusal marşı olarak tanımlanan– Delem Delem olmuştur. Hitler’in Romanlara uyguladığı soykırımdan da hüzün ve acı dolu esintiler taşıyan parça, giderek dünyanın her bir yanında, ezilmişliğin, dışlanmışlığın ve de kıstırılmışlığın bir simgesi olarak her dilde ve çok farklı yorumlarla seslendirilmiştir. Sanatçının “Caje sukarije, Site devejjeinja, İsti san, Kale jaka, Manğa ve Tut da iğer” sevilen onlarca şarkısından yalnızca birkaçıdır.
ORKESTRA ÜYELERİ KENDİ ÇOCUKLARI
Recepova’nın müzik çabasının en büyük özelliği şudur ki, hep kendi çocuklarıyla çalışır, orkestrasındaki tüm sanatçılar kendi çocuklarıdır. Yoksul Roman çocuklarını evlat edinip yanına alan, sonra da onları eğiterek orkestrasına katan sanatçı 52 çocuğunun 48’ini evlat edinmişti.
O; Romanların –ya da kendi tanımıyla Çingene’lerin– gelmiş geçmiş en büyük sesi, övünç duyacakları gerçek kraliçesiydi. Onun sesinin ne denli güçlü ve de hüzün dolu olduğunu anlamaya onlarca şarkısı arasından yalnızca Delem Delem’i dinlemek bile yeterli olur. Üstelik tam da zamanı...