Rusya-Türkiye mutabakatı ve PKK’ya operasyon
Eylül ayının başından beri Suriye’de PKK’ya yönelik yeni bir harekat ihtimalini konuşuyoruz. 29 Eylül’de Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın Rusya lideri Putin ile yaptığı görüşmeden sonra bu konudaki gündem hareketlenmişti. Ancak konuyu izleyen yerli yabancı uzmanların hakim görüşü, harekat için ABD Başkanı Biden ile Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın yapacağı görüşmenin sonuçlarının beklendiği şeklinde idi.
Türkiye’nin düzenleyeceği harekatın kapsamı, hangi bölgeleri içereceği ve hangi şekilde yapılacağı konusunda çok sayıda spekülasyon yapılıyor. Çoğunluğu, sahada her birinin farklı hesabı olan ülkelerin kullandığı çeşitli gruplara dayanan hedef şaşırtma amaçlı iddialar. Suriye sahasında o kadar iç içe geçmiş, çapraşık ilişkiler var ki bu iddiaların hangisinin arkasında kimin olduğunu saptamak, ancak devletlerin istihbarat örgütleri vasıtasıyla yapabilecekleri bir şey. Gidişatı anlamak için yapılması gereken, Suriye sahasında kimi zaman çatışan kimi zaman ittifak yapan ülkelerin, önceki mutabakatlarına ve mevcut konumlarına bakarak analiz yapmak.
TAAHHÜTLER NEYDİ?
PKK ile ilgili olarak Türkiye, ABD ve Rusya arasındaki geçmiş mutabakatlara bakalım: Türkiye, 9 Ekim 2019’da başlayan Barış Pınarı Harekatı’nın ardından 17 Ekim 2019’da ABD ile 22 Ekim 2019’da da Rusya ile mutabakatlar imzaladı. Türkiye, 8 gün içinde Tel Abyad ile Ras el Ayn arasında 32 kilometre derinliğindeki alanda PKK unsurlarını temizlemişti. Washington ile yapılan mutabakat, ABD’nin denetiminde olan bölgelerde PKK’nın 32 kilometre güneye çekilmesini esas alıyordu. Türkiye’nin operasyonu başlayınca ABD güçleri Münbiç başta olmak üzere Fırat’ın batısında kalan üslerini boşaltmış, Ayn el Arab (Kobani) dahil olmak üzere Türkiye sınırına yakın sahadaki güçlerini Suriye’nin yeraltı kaynaklarının bulunduğu, Irak sınırına yakın bölgelere çekmişti. Ankara’ya gelen dönemin ABD Başkan Yardımcısı Mike Pence ile yapılan müzakerelerde Münbiç ve Kobani’deki PKK unsurlarının durumu da gündeme gelmiş, Pence, “Bunları Ruslarla konuşun” demişti. Rusya ile bu konu konuşuldu ve 22 Ekim 2019 tarihli mutabakatta şöyle yer aldı:
“23 Ekim 2019, öğlen saat 12.00’den itibaren, Rus askeri polisi ve Suriye sınır muhafızları, Barış Pınarı Harekat alanının dışında kalan Türkiye-Suriye sınırının Suriye tarafına, YPG unsurları ve silahlarının Türkiye-Suriye sınırından itibaren 30 km’nin dışına çıkarılmasını temin etmek üzere girecektir. Bu işlem 150 saat içinde tamamlanacaktır. Aynı saat itibarıyla, mevcut Barış Pınarı Harekat alanı sınırlarının batısı ve doğusunda 10 km derinlikte Kamışlı şehri hariç Türk-Rus ortak devriyeleri başlayacaktır. Münbiç ve Tel Rıfat’tan bütün YPG unsurları silahlarıyla birlikte çıkarılacaktır.”
TEHDİT ARTTI
Bu mutabakat uyarınca Rus askeri polisi ve Şam yönetimine bağlı kuvvetler adı geçen bölgelere girdiler. Binalardaki PKK bayrakları indirilip, Suriye bayrakları çekildi. Türkiye ile Rusya güçlerinin ortak devriyeleri de düzenli olmasa da yapıldı. Ancak, mutabakatta yer alan Rusya’nın “Barış Pınarı Harekat bölgesinin dışında yer alan YPG unsurları ve silahlarının Türkiye-Suriye sınırından itibaren 30 km’nin dışına çıkarılmasını temin etme” ve “Münbiç ve Tel Rıfat’tan bütün YPG unsurları silahlarıyla birlikte çıkarılacaktır” taahhütleri yerine getirilmedi.
Benzer şekilde ABD’nin PKK/YPG’ye askeri desteği artırıldı ve terör örgütüne Türkiye’ye karşı güvenceler verildi. Bir yandan ABD’nin askeri şemsiyesi diğer yandan Rusya ve Suriye’nin denetimindeki bölgelerde bulunan PKK/YPG unsurları, Fırat’ın doğusundan batısına kadar alanda Fırat Kalkanı, Zeytin Dalı ve Barış Pınarı Harekat bölgelerine yönelik tehdit olmaya devam etti. Barış Pınarı Harekatının ardından geçen 2 yıl içinde bu tehditte azalma değil artış söz konusu.
DÜĞÜM NASIL ÇÖZÜLECEK?
Peki Rusya neden taahhütlerini yerine getirmiyor? Ruslar buna doğrudan yanıt vermek yerine, “Türkiye İdlib’deki taahhütlerini yerine getirmedi” diye karşılık veriyor. Türkiye’deki Amerikancı çevreler ise, hemen bu ihtilafa dayanarak “Bakın PKK’nın arkasına ABD’nin yerine Ruslar geçiyor”, “Rusya ile ABD Türkiye’ye karşı anlaştı”, “PKK’yı şimdi de İran desteklemeye başladı” propagandasına girişiyor.
Oysa, ABD Türkiye’nin PKK’ya yönelik yeni bir harekatına karşı olduğunu resmen açıkladı. PKK’nın arkasındaki gücün ABD olduğu çok net, ortada. PKK/YPG, ABD’nin İkinci İsrail projesinde başrol verdiği enstrümandır. Bu nedenle, PKK/YPG’yi ABD’den uzaklaştıran her inisiyatif, başta Türkiye ve Suriye olmak üzere bölge ülkelerinin lehinedir.
Bu arada Türkiye’nin operasyon ihtimali güçlenince Zeytin Dalı Harekatı öncesinde olduğu gibi PKK’nın Suriye yönetimine koştuğu yönünde haberler var. Hatırlanacaktır, Şam yönetimi bu harekat öncesinde gelen PKK/YPG yöneticilerine, askeri yapılanmayı dağıtma ve Suriye’nin yasal kurumlarına tabi olarak faaliyet yürütmelerini şart koşmuştu. Şam yönetimi, ABD’nin askeri şemsiyesi altında sözde idari özerkliği kabul etmediğini de açıklamıştı.
Türkiye için harekat kendi başına bir amaç değil. Amaç, Suriye’deki PKK yapılanmasının tasfiyesini sağlamak, İkinci İsrail koridorunu nihai olarak bitirmek. İkinci İsrail koridoru ise, sadece Türkiye, Suriye, Irak ve İran’ı ilgilendiren bir konu değildir. Çünkü bu yöndeki ABD’nin her kazanımı, Washington’un baş hedef olarak belirlediği Çin ve Rusya için de kayıp olacaktır. Bu nedenle, İkinci İsrail koridorunun bozulması, sadece Türkiye ve Suriye’nin değil, Rusya’nın, Çin’in ve İran’ın da önündeki görevdir.
Ama namlunun ucunda yer alan iki ülke Türkiye ve Suriye’dir. Ankara ve Şam’ın, üçüncü taraflarla yaptıkları anlaşmalar üzerinden sürdürdükleri ilişkiyi terk edip, ortak tehdide karşı ortak tavır geliştirmekten başka çıkar yolu yoktur.
Büyük sorumluluk ise Türkiye’ye aittir. Türkiye’nin bölge ülkeleri ile ittifak konusunda atacağı küçük bir adım çok daha fazlasını kazanmasını sağlayacaktır.