08 Eylül 2024 Pazar
İstanbul 22°
  • İçel
  • Şırnak
  • Çanakkale
  • Çankırı
  • Şanlıurfa
  • Çorum
  • İstanbul
  • İzmir
  • Ağrı
  • Adıyaman
  • Adana
  • Afyon
  • Aksaray
  • Amasya
  • Ankara
  • Antalya
  • Ardahan
  • Artvin
  • Aydın
  • Balıkesir
  • Bartın
  • Batman
  • Bayburt
  • Bilecik
  • Bingöl
  • Bitlis
  • Bolu
  • Burdur
  • Bursa
  • Düzce
  • Denizli
  • Diyarbakır
  • Edirne
  • Elazığ
  • Erzincan
  • Erzurum
  • Eskişehir
  • Gümüşhane
  • Gaziantep
  • Giresun
  • Hakkari
  • Hatay
  • Iğdır
  • Isparta
  • Kırşehir
  • Kırıkkale
  • Kırklareli
  • Kütahya
  • Karabük
  • Karaman
  • Kars
  • Kastamonu
  • Kayseri
  • Kilis
  • Kmaraş
  • Kocaeli
  • Konya
  • Malatya
  • Manisa
  • Mardin
  • Muş
  • Muğla
  • Nevşehir
  • Niğde
  • Ordu
  • Osmaniye
  • Rize
  • Sakarya
  • Samsun
  • Siirt
  • Sinop
  • Sivas
  • Tekirdağ
  • Tokat
  • Trabzon
  • Tunceli
  • Uşak
  • Van
  • Yalova
  • Yozgat
  • Zonguldak

Sahiplenemediğimiz sözcükler

Kemal Ateş

Kemal Ateş

Gazete Yazarı

A+ A-

“Sahiplenemediğimiz Sözcükler” dedim yazımın başlığına, aslında sahiplenilmemiş, saklı kalmış bir dilden söz edeceğim.

Hâlâ bugün bile yerel dili doğru anlayamadık. Burada dil dediğimiz dizge üzerine biraz kafa yormamız gerekecek. Bana göre bir dildeki bütün sözcükler başlangıçta yereldir, sözcükler önce çok dar bir alanda, belli bir bölgede konuşulur, sonra yaygınlaşır. Hiçbir sözcük yeni kullanıldığında binlerce insanın dilinde yer alamaz. Örneğin; el, kol, alın gibi bu gün milyonların kullandığı sözcükler bile başlangıçta belli bir bölgede çok dar bir alanda kullanıldılar, sonra yaygınlaştılar. Her sözcük yeni çıktığı, dile yeni girdiği günlerde çok dar bir alanda, sayısı az kişilerce kullanılır, yani yereldir, sonra yaygınlaşır.

Kısaca şunu demek istiyorum. Sözvarlığı açısından ben sözcükleri yerel diye niteleyerek ölçünlü dilin dışında görmüyorum, böyle bir ayırımı doğru bulmuyorum. Sözvarlığı açısından değil, söyleyiş açısından, sesbilgisi bakımından yerel farklılıklar vardır. Koşmak, kırmak, çoğalmak yerine bazı ağızlarda goşmak, gırmak, çuvalmak denilmesi gibi.

13. yüzyılda Anadolu’da yazı dilimizin kurulma aşamasında Arapça ve Farsça etkisiyle halk diline “lisan-ı avam” gözüyle bakıldı, Türkçenin binlerce güzel sözcüğü, dilin asıl kaynağı yazı dilinin dışına itildi.

Yazı dilinin oluşum aşaması karışık bir süreçtir. Çok farklı lehçeler/ağızlar içinde doruklarda yer alan bir ağız ölçünleşmeye (standartlaşmaya) öncülük eder. Türkçe yazı dili kurulurken iki önemli talihsizlik yaşandı: 1) Osmanlı aydını halk dilini “lisan-ı avam” saydığından güzelim Türkçe sözcükler yazınsal metinlerde yer bulamadı. 2) Türkçenin ölçünleşmesinde en son fethedilen (15.yüzyıl) bölge, İstanbul Türkçesi öncülük etti. Türkler 11. yüzyılda Anadolu’ya yayıldığına göre, dilimize öncülük eden İstanbul bölgesi bundan ancak dört yüzyıl sonra Türkçeyle tanıştı. Yani İstanbullu Türkçeyi Anadolu insanından dört yüzyıl geç öğrendi. Anadolu’daki sözcüklerin İstanbul bölgesinin öncülük ettiği ölçünlü dilde yeterince yer bulamamasının ikinci nedeni de budur bence. Sözvarlığı açısından bu durum önemli kayıplara yol açtı.

İstanbulluların bilmediği her sözcük nerdeyse yerel sayıldı, “avam” sayıldı, yazı dili içinde yer bulamadı. Anadolu Türkçesinin güzel sözcükleri İstanbul seçkinlerine uzak kaldı, hatta hor görüldü.

Arapça yazı dilinin oluşmasına öncülük eden Kureyş Lehçesi’nin, diğer lehçelerden beslenmesinde, diğer bölgelerdeki sözcüklerin bir havuzda toplanmasında öyle sanıyorum ki Hac ziyaretinin önemli payı var. Bizde ağızların birbirine yaklaşmasına, karışıp kaynaşmasına yardımcı olacak askerlik ve sınırlı ticaret ilişkileri dışında, Hac gibi önemli bir etkinlikten söz edilemez. Kureyş Lehçesi’nin, dolayısıyla Arapçanın güçlenmesinde Hac geleneğinin önemli bir yeri olduğunu düşünüyorum.

Sekiz ciltlik Tarama Sözlüğü ve on bir ciltlik Derleme Sözlüğü’ne bakınca, tarihimizin ölü sözcükler mezarlığı, coğrafyamızın yarı sözcükler mezarlığı olduğunu söylemek hiç yanlış olmaz.

Ötüken Neşriyat’ın epey genişletilmiş ikinci baskısını yaptığı, kırk yılımı alan Saklı Sözlük’ü yazarken bu dev sözlüklerin bile önemli eksikleri olduğunu şaşarak gördüm. Dilde derleme çalışmalarının önemli zorlukları vardır. 1969 yılında elimde kocaman bir teyple Anadolu köylerini dolaşırken yaşadım bunu. Konuştuğunuz insanların gerçek söz dağarcığına kolay ulaşamazsınız. Bizim etkin (aktif) söz dağarcığımızın yanında bir de edilgin (pasif) söz dağarcığımız olduğunu hep yazarım. Otuz yılda bir kullandığımız sözcükler vardır edilgin söz dağarcığımız içinde. Derlemeci bunlara kolay ulaşamaz.

Hiç duymadığım binlerce sözcüğü Saklı Sözlük’e alırken ayrı bir heyecan duydum. Örneğin, “tahterevalli” sözcüğünün halk dilinde, gerçek Türkçede birkaç karşılığı olduğunu biliyor muydunuz? “Kaldırhop”, “ağdırmaç”tan başka sözcükler de var. “Pencere” sözcüğünün Türkçesi bu halkın dilinde yok muydu? Hiç kuşkunuz olmasın vardı. “Işıklık”, “görgüç”, “nefeslik” benim ulaşabildiklerim. “Kahvaltı” yerine halkımızın “özbasacak”, “streç elbise” yerine “sıkma giynek” dediğini biliyor muydunuz? Saklı Sözlük’ü binlerce sözcük kaybolmasın diye yazdım, ayrıca romanlarımda, öykülerimde kullanmaktan da büyük bir mutluluk duyuyorum. Bunları eli kalem tutan herkesle paylaşmak için yazdım.

Kitap önerisi: Oğuzhan Murat Öztürk, Deniz Kızı Eftalya, Ötüken Neşriyat, 2023.

Anadolu İstanbul Türkçe Kitap