Salgın, Kissinger ve diplomasi
70’lerden bu yana ABD dış siyasetinin beyni olarak kabul edilen Henry Kissinger’in “Diplomasi” adlı eserinde “Yeni Dünya Düzeni” başlıklı ilk bölüm şu satırlarla başlar:
“O anki bir doğa kanunuymuş gibi, her yüzyılda tüm uluslararası sistemi kendi değerlerine göre biçimlendirecek kuvvet, irade ve entelektüel ve moral güce sahip olan bir ülke ortaya çıkmaktadır.”
Kissinger devamla, “XX. yüzyılda, uluslararası ilişkileri hiçbir ülke Birleşik Devletler kadar kesin, fakat aynı zamanda kararsız bir şekilde etkilememiştir” iddiasında bulunur.
'DÜNYA DÜZENİNİ İLELEBET DEĞİŞTİRECEK'
Koronavirüs salgını, beklenenlerin ötesinde dünyada köklü değişimlere neden oldu ve oluyor.
Kissinger da Wall Street Journal’de kaleme aldığı son yazısına “Koronavirüs salgını dünya düzenini ilelebet değiştirecek” başlığı vererek, bir yandan değişimi ve ABD merkezli dünya düzeninin aldığı darbeyi kabul ederken, diğer yandan sunduğu önerilerle düzenin ayakta kalması için atılması gereken adımları sıralıyor:
1. Salgına karşı küresel bir çözüm desteklenmeli ve öncülük edilmeli,
2. Salgının dünya ekonomisinde neden olduğu tahribatlar iyileştirilmeli.
3. Liberal dünya düzeni korunmalı.
Kissinger bu hedeflerin Marshall Planı ve Manhattan Projesi modelleri ışığında gerçekleştirilmesi gerektiğini ifade ediyor.
NATO ve Avrupa’da ABD egemenliğinin doğum projesi olan Marshall Planı ve Nükleer Silah geliştirilmesi suretiyle dünyaya ABD’nin askeri gücünün dayatıldığı Manhattan Projesi’nin örnek gösterilmesi, ABD’nin dünya jandarmalığı iddiasının devam ettiğini gösteriyor.
'MODERN KORSAN ABD'
Kissinger’ın önerilerini uygulamada, askeri ve ekonomik kuvvetin yanı sıra diplomasi de bir araç olarak ABD yönetiminin önünde duruyor. Fakat salgın ve beraberinde derinleşen ekonomik kriz ABD yönetimini iç ve dış siyasette adeta perişan etmiş durumda.
Ülke içinde vatandaşlarına yeterli sağlık hizmeti sunmayı başaramayan ve diğer yandan finansal bir krize doğru yuvarlanan Trump yönetimi, dış siyasette ise müttefiklerine yardım etmek bir yana, Almanya başta olmak üzere Avrupa ülkelerine giden tıbbi malzemeleri adeta çalarak, diplomatik skandallara imza atmış durumda. Berlin İçişleri Senatörü Geisel, ABD’nin, Almanya’nın salgına karşı satın aldığı 200.000 adet maskeye Tayland’da el koyması üzerine, Washington yönetimini “modern korsanlıkla” suçlamaktan çekinmedi.
ABD salgına rağmen İran ve Küba’ya yönelik insanlık dışı yaptırımlarını uygulamaya devam ederken, diğer ülkelere bu yönde yaptığı dayatmalar ise etkisini kaybetmiş durumda.
Almanya Dışişleri Bakanı, INSTEX–Avrupa ülkeleri ve İran arasında kurulan özel bir ticari mekanizma- üzerinden İran’a tıbbi ekipman ihraç ettiklerini açıkladı.
Fransa Dışişleri Bakanlığı ise İran’la ilişkiler konusunda, “Bölgedeki gerginliği gidermek adına yaptığımız çalışmalar için herhangi bir ülkenin iznine muhtaç değiliz” açıklamasıyla ABD’ye ikinci tokadı vurmuş oldu.
Diğer yandan Avrupa ülkelerinin, Washington’un baskılarına rağmen Kübalı doktorları topraklarına kabul etmesi, Avrupa’nın ABD gölgesinden uzaklaşmakta olduğunu gösterir nitelikte.
SALGIN DİPLOMASİSİ
ABD’nin salgın diplomasisi başarısız olurken, dünya üzerinde pek çok ülke salgın üzerinden hamleler gerçekleştirmeye devam ediyor.
Salgın diplomasisinin en başarılı örneklerinden biri Moskova’dan geldi.
Rusya’nın, ABD’ye salgınla mücadele amacıyla gönderdiği solunum cihazlarını üreten Rus firmasının, ABD’nin yaptırım listesinde olduğu ortaya çıktı.
Putin bu hamleyle, ABD’yi koyduğu yaptırımları çiğnemek zorunda bırakırken, Washington ise sessiz bir biçimde durumu kabullendi.
Moskova, ABD’nin çekilmek zorunda kaldığı Avrupa’da istikrarlı bir biçimde salgın yardımları üzerinden hükümetlerin yanı sıra halklar nezdinde de güvenilirliğini arttırmaya devam ediyor.
Salgın diplomasisi konusunda en başarılı ülke ise şüphesiz Çin oldu.
Yardımlar üzerinden başarılı bir “yumuşak güç” stratejisi izleyen Pekin, dünyanın dört bir köşesinde hareket alanını genişletmiş ve salgının başlangıcında üzerine atılmış olan “salgının başlamasına neden olan devlet” imajından kurtulmuş oldu.
Ortadoğu’da da salgın yeni diplomatik adımların atılmasına vesile olmuş durumda.
Bu adımlardan en göze çarpanı Suriye’deki savaşın baş sorumlularından Birleşik Arap Emirlikleri’nin lideri Muhammed bin Zayed’in, Suriye Devlet Başkanı Beşar Esad’la irtibat kurup, Koronavirüs’e karşı mücadelede desteğini iletmesi oldu.
Bin Zayed’in hamlesinin altında Şam’la yeniden temas hedefinin olduğu aşikar.
SALGIN ÜZERİNDEN KOMŞULARLA BARIŞMAK
Türkiye de salgının başlangıcından itibaren İran ve İspanya başta olmak üzere çeşitli ülkelere yardım göndermek suretiyle “yumuşak güç” diplomasisini sürdürme yolunda hamleler yaptı.
Bugün bu hamleleri ileriye taşıyarak, Suriye ve Mısır’la da yardımlaşma üzerinden iletişim kurulabilir.
Salgının hemen öncesinde İdlib başta olmak üzere dış politikada sıkışılan alan düşünüldüğünde, Türkiye’nin bu fırsatı kullanıp öncelikle Şam ve sonrasında Kahire’yle ilişkileri düzeltmesi gerekmektedir.
Bu suretle, halihazırda sınırlarımızda bulunan ve Korona günlerinde daha da büyük risk teşkil eden Suriyeli mültecilerin geri gönderilmesi de gündeme gelebilir.
Salgın sonrasında büyük bir ekonomik kriz yaşanacağı bütün çevrelerce kabul ediliyor. Mısır’la düzeltilecek ilişkiler, kriz esnasında Türk şirketlerine yeni alanlar açacak ve alternatifleri çeşitlendirecektir.
Diplomasi salgın günlerinde dahi devam ediyor.
Önümüzde kurulmakta olan yeni bir dünya var. İttifaklarını kuvvetlendirip, düşmanlıkları dostluklara çevirmeyi bilenlerin kazanacağı bir dünya…