Şampiyonun ölümü
İntihar kısaca yaşamdan feragattir. Kimler, kimler yok ki bu dünyadan kendi isteğiyle ayrılanlar arasında… Sokrates, Seneca, VirginiaWoolf, Ernest Hemingway, Beşir Fuat, JackLondon, Stefan Zweig, V. V. Mayakovski, CesarePavese, Marilyn Monroe, Robin Williams, Tezer Özlü ve Ahmet Bilek… Bizi şaşırtacak denli uzar bu liste.
Psikiyatride çok tartışılan, araştırılan konulardan biridir intihar… Yaşama hakkı tartışılırken, günümüzde ölüm hakkı da tartışılıyor. Her alanda olduğu gibi bu konuda da uzun süre dinsel bakış, din adamları etkili oldu. Din adamlarının araştırmadan yoksun yaftalayıcı tavırları sürüp gitse de, bu ölüm biçimi artık bilimin konusudur… Öyle de olmalı… Yeni ilaçlarla, yeni gelişmelerle çoğu depresyon kaynaklı intiharlara karşı psikiyatrlar başarılı çözümler üretebiliyorlar.
Olimpiyat şampiyonu, köy enstitülü öğretmen Ahmet Bilek’in romanını yazarken, bu konuyu epey araştırdım, kitaplar okudum. İntihar üzerine pek çok araştırma yapılmış… Bunlardan ne anladığımı sorarsanız, kocaman bir “hiç” demek geçiyor içimden… Ama saatlerce, günlerce konuşulacak, araştırılacak, anlamamız gereken, artık çok da anlaşılmaz olmayan bir hiç...
İntihar üzerine yazmak bile kolay olmamış bir zamanlar, sıkıntılar yaşanmış. Radicati, Ölüm Üstüne Felsefi Bir Deneme adını verdiği uzunca risalesinde, intihar konusuna Hıristiyanlıktan ve devletten farklı bakıyor, “ölümü seçme özgürlüğünü” tartışıyordu. Yaşamı yönetme hakkını yalnız Tanrı’da gören bir anlayış, Radicati’yi bu düşünceleri yüzünden cezalandıracak, yerinden yurdundan edecektir. Kuran’da da intiharı yasaklayan bir sure olduğu söylenir. Dinler, kendi canına kıymayı Tanrı’nın verdiği armağanı reddetmek gibi yorumlamaktadır. Burada şu soru hep sorulur: Tanrı nasıl olur da katlanılmaz bir acının sürmesini ister? Tanrı, ben size acı vereceğim ama siz mutlaka katlanacaksınız mı demek istemektedir?
İntihar konusunda okuduğum en iyi kitaplardan biri Simon Critchley’in İntihar Üzerine Notlar’ı, Pharmakon Yayınevince yayımlandı. K. R. Jamison’un şu düşüncelerini bu kitaptan aldım: “İntihara meyilli depresyon, soğuk, tedirgin edici bir korku ve amansız bir çaresizlik halidir. Hayatta en sevdiğiniz şeyler elinizden kayıp gider. Bütün gün ve gece boyunca her şey boş bir çabaya dönüşür. Umut yoktur, amaç yoktur, hiçbir şey yoktur.” (s. 61)
Karanlığın içindeki karanlığa düşmüş bir insanı anlatır yukarıdaki satırlar. Bu durumda bilinç, kendini yok etmek için bedeni yok etmek ister. Ahmet Bilek’in o karanlığın içindeki karanlığa nasıl düştüğünü elimden geldiğince anlamaya ve anlatmaya çalıştım.
Sessiz Şampiyon’u yazarken intihar konusunda okuduğum pek çok kitap içinde ilginç bir roman da var, romanımı yayınevine verdikten sonra okudum bu kitabı. Belki de böyle olması daha iyi oldu. Edouard Leve’nin İntihar (Sel Y. 2019) adlı yapıtı, intihar eden kahramanına mektup biçiminde yazılmış. Yazar kitabın el yazısıyla yazılmış müsveddelerini yayınevine teslim ettikten on beş gün sonra intihar eder. Simon Critchley, bu romana gönderme yaparak başlar notlarına, niyetinin kitabını yayıncıya teslim ettikten sonra aynı yolu izlemek olmadığını da söyler, “şimdilik” kaydıyla…
Ahmet Bilek üzerine yazdığım Sessiz Şampiyon romanını yayıncıma (h2o Kitap) teslim edeli epey oldu, şu günlerde de yayımlandı. Simon Critchley’in şakası bana biraz soğuk geldi; ben de Edouard Leve’nin yolunu izlemeyeceğim elbette, “şimdilik” filan da demeyeceğim… Ancak yarının kime ne getireceği de bilinmez. Şimdilik bunu söylemeliyim!.. Olimpiyat şampiyonu Ahmet Bilek, büyük bir boşluktan kendini bıraktı. Yaşamının bir döneminde o boşluğun kenarına kadar gelip duran insanlar az değildir. Özellikle yeniyetmelik yıllarımızı düşünelim. Sevgilerini nefrete dönüştürmeyi başarmış insanlara karşı bazen bedenimizi bir intikam aracı gibi kullanmayı düşündüğümüz zamanlar olmuştur? Hayatımızın bulanık yerlerini bir hatırlamaya çalışalım. Böylesi ölümler bize uzak gibi görünse de çok da yabancısı değiliz.
Ahmet Bilek romanıyla köy enstitülerinin farklı bir cephesini, o büyük kurumlar yaşasaydı bu ülkede sporda neler yapılacağını anlatmaya çalışırken, ölüm hakkı gibi evrensel bir olguyu tartışmak istedim. Bu konuda dinsel kurumların tutuculuğu bilinir, ancak askeri kurumların tutucu yaklaşımı beni daha da şaşırtmıştır. NATO ve Genel Kurmay ile Ahmet Bilek konusunda yaptığım yazışmalardan bunu anladım.