Yandex
25 Nisan 2025 Cuma
İstanbul
  • Şırnak
  • Çanakkale
  • Çankırı
  • Şanlıurfa
  • Çorum
  • İstanbul
  • İzmir
  • Ağrı
  • Adıyaman
  • Adana
  • Afyon
  • Aksaray
  • Amasya
  • Ankara
  • Antalya
  • Ardahan
  • Artvin
  • Aydın
  • Balıkesir
  • Bartın
  • Batman
  • Bayburt
  • Bilecik
  • Bingöl
  • Bitlis
  • Bolu
  • Burdur
  • Bursa
  • Düzce
  • Denizli
  • Diyarbakır
  • Edirne
  • Elazığ
  • Erzincan
  • Erzurum
  • Eskişehir
  • Gümüşhane
  • Gaziantep
  • Giresun
  • Hakkari
  • Hatay
  • Iğdır
  • Isparta
  • Kırşehir
  • Kırıkkale
  • Kırklareli
  • Kütahya
  • Karabük
  • Karaman
  • Kars
  • Kastamonu
  • Kayseri
  • Kilis
  • Kmaraş
  • Kocaeli
  • Konya
  • Malatya
  • Manisa
  • Mardin
  • Mersin
  • Muş
  • Muğla
  • Nevşehir
  • Niğde
  • Ordu
  • Osmaniye
  • Rize
  • Sakarya
  • Samsun
  • Siirt
  • Sinop
  • Sivas
  • Tekirdağ
  • Tokat
  • Trabzon
  • Tunceli
  • Uşak
  • Van
  • Yalova
  • Yozgat
  • Zonguldak

Sanat eserlerinde mahkûmiyetin görünümü

Seyit Yöre

Seyit Yöre

Gazete Yazarı

A+ A-

Yüzyıllardır farklı sanat dallarından sanatçılar eserleri veya görüşleri nedeniyle hapishanelerde mahkûm olmuşlar, hatta bu durum sanatçıların ölümleriyle de sonuçlanmıştır. Yanı sıra, sanatçılar eserlerinde de mahkûmiyeti çeşitli neden ve anlamlarda yansıtmışlardır. Sanat dallarında mahkûmiyet teması hem bireysel özgürlüklerin yitimi hem de toplumsal adaletsizliklerin eleştirisi açısından sıkça işlenen konular arasındadır. Bu tema, görsel, işitsel, sahne ve dil sanatlarında farklı biçimlerde işlenmiştir. Bu makalede mahkûmiyet temasını bazı sanatçı ve eser örnekleriyle işledim.

SANAT ESERLERİNDE MAHKÛMİYET

Mahkûmiyetlerde kapılar kapanıp duvarlar yükselse de bazı sesler, sözler, metinler, ezgiler o duvarları aşıp diğerlerine ulaşır. Mahkûmiyet, sanatsal açıdan sadece bir mekânda tutulmak değil; insanın özgürlüğe, adalete ve umuda dair en derin sorgulamalarına dair bir simgedir. Resimden edebiyata, sinemadan müziğe uzanan bu temsil, insanın tutsaklıktan özgürlüğe uzanan iç yolculuğunun izlerini taşır. Gerçek suçlular tabii ki mahkûm olmalılar ancak özgürlüğün en güçlü çıktısı olan sanat eseri, başkalarını rahatsız etse de bireysel beğeniye hitap ettiğinden suç olarak değerlendirilmemelidir. Sanatçı eseri yaratır, çok net. Beğenen beğenir, beğenmeyen beğenmez.

MAHKÛMİYETİN EDEBİYATTA YANSIMASI

Sözün ve yazının kullanımıyla yaratılan şiir, öykü ve roman, mahkûmiyeti temsil eden en güçlü çıktılar olarak düşünülebilir. Söz ve yazısından dolayı sanatçılar da mahkûmiyet yaşamışlardır. En önemli yazarlardan biri F. Dostoyevski, 1849’da devlet aleyhindeki bir komploya karıştığı iddiasıyla sekiz arkadaşı ve ağabeyiyle birlikte tutuklanmış, ölüm cezasına çarptırılmış sekiz ay hapishanede mahkûm olduktan sonra, diğerleriyle birlikte idam edilecekleri yere götürüldükten sonra kurşuna dizilmek üzerelerken af kararı çıkmış, idam cezası, dört yıl kürek ve altı yıl adi hapis cezasına dönüştürülmüş, Sibirya'daki Omsk Kalesi'ne sürülmüştür. Bu dönemi “Ölüler Evinden Anılar” (1862) kitabında yazan Dostoyevski, mahkûmiyetin insan ruhu üzerindeki etkisini, kişisel dönüşümü ve tutsaklığın felsefi boyutlarını işlemiştir kitapta.

Nazım Hikmet de bir kumpas sonucu mahkûm edilmiş (1938) ve hapishanelerde yazdıkları “Dört Hapishaneden” kitabında yayınlanmıştır (1966). Şair, ayrıca “Bir Hazin Hürriyet” (1951) gibi birçok şiirinde tutsaklığı ve özgürlüğü vurgulamıştır. Franz Kafka ise “Dava” (1925) romanında bürokrasi ve adaletsizliğin bireyin özgürlük alanını kısıtlamasını soyut bir mahkûmiyet olarak işlemiştir. Romandaki Josef K., neyle suçlandığı bildirilmeden bir sabah aniden tutuklanır; ne mahkemeye çıkarılır ne de savcılarla görüşebilir, ama normal yaşamına devam edebileceğini öğrenir. Josef’in yaşamı aniden absürt bir duruma geçer. Bu durum örnekleriyle gerçekte de çoğu defa yaşanabilmektedir. Kendisi de bir denizci olan ve bu süreçte isyana katılma iddiasıyla tutuklanan Herman Melville’in “Billy Budd” (1891, 1924) romanı da masum bir denizcinin haksız mahkûmiyeti ve idamını anlatır.

SİNEMA VE TİYATRODA MAHKÛMİYET

Haksız mahkûmiyet, tutsaklık ve özgürlükle ilgili sinema filmi örnekleri çok olsa da Kafka karakterinden yola çıkarak Ferhan Şensoy’un “Çok Tuhaf Soruşturma” (1998-) oyunu ve sinema uyarlaması “Pardon” (2005) filmi, üç arkadaşın yanlışlıkla tutuklanıp hatalı ifadelerle altı yıl mahkûm edilmesine ve yargı sistemindeki sorunlarla karşılaşmasını yansıtmaktadır. Andy Dufresne’in haksız yere mahkûm edilmesini ve özgürlüğe doğru verdiği umutsuz mücadeleyi anlatan “The Shawshank Redemption” (Esaretin Bedeli, 1994), filmi de bir başka örnektir.

Metne dayalı sanatlardan tiyatro oyunlarında da mahkûmiyet gerçek veya soyut olarak işlenmiştir. Jean Genet, yazdığı “The Maids” (Hizmetçiler, 1947) ve “Screens” (Paravanlar, 1964) oyunlarında kendi hapishane geçmişinden ilham alıp tutsaklık, kimlik oyunları ve iktidar ilişkilerini yansıtmış, oyunun karakterlerini fiziksel veya sosyal rollerin mahkûmu olarak sunmuştur. Görüldüğü üzere, yazarın somut mahkûmiyeti oyunlarına soyut olarak yansımıştır. Bu da sanat yaratımının bir biçimidir.

MÜZİK VE GÖRSEL SANATLARDA MAHKÛMİYET

Sanat eserlerinde mahkûmiyetin görünümü - Resim : 1

Müzik sanatlarına gelince farklı dillerde ve türlerde çok sayıda şarkının sözlerinde mahkûmiyetle birlikte, tutsaklık, özgürlük, hapishane yer almıştır. Müzikli sahne sanatı operadan bir örnekte Ludwig van Beethoven’ın tek operası “Fidelio”da (1805) haksız yere hapse atılan adamın karısı tarafından kurtarılmasıyla doğrudan hapishane ve özgürlük teması işlenmiştir. Besteci Olivier Messiaen’ın II. Dünya Savaşı sırasında Nazi kampında tutsakken bestelediği (1940) ve kampta diğer mahkumlarla birlikte ilk kez çalınan “Quatuor pour la fin du temps (Zamanın Sonu Dörtlüsü)” eserinde tinsel özgürlük, zamansızlık, esaretin ötesinde bir umut işlenir ve zamanın sonu düşüncesiyle, tutsaklığa karşı ruhsal bir başkaldırı yer alır.

Görsel sanatlara gelince yine çok sayıda eser içinde Vincent Van Gogh’un “Prisoners Exercising” (Tutuklular Çemberi, 1890) tablosunda, kapalı bir hapishane avlusunda dairesel hareketlerle umutsuzluğu ve çıkışsızlığı simgeleyen döngüde yürüyen mahkûmları yansıtmıştır.

Francisco Goya, “Los Desastres de la Guerra” (Savaşın Felaketleri) dizi resimlerinde (1810-1815) sadece fiziki hapishaneleri değil, savaşın ve iktidarın insan ruhunu nasıl esir aldığını temsil etmiştir. Ai Weiwei ise 2011’de Çin’de hapsedildikten sonra yaptığı yerleştirmelerle sansüre ve devlet baskısına karşı sanat yoluyla direnmiş, “S.A.C.R.E.D.” (2013) adlı yerleştirmesinde, gözaltı sürecini detaylı biçimde yeniden canlandırmış ve hem bireysel mahkûmiyetini hem de Çin toplumunun kolektif sessizliğini işlemiştir.

Son sözde, görüldüğü gibi yüzyıllar içindeki sanat eseri örneklerinde özellikle haksız ve hatalı mahkûmiyetler sanat eserleriyle temsil edilmiştir. Kısaca sanat eserlerinde mahkûmiyet üç biçimde yansıtılmıştır. Mahkûmiyet birinde mekân olarak fiziksel sınırları olan bir yerdir. Bir metafor olarak mahkûmiyet toplumsal normlar, zihinsel sınırlar ya da duygusal tutsaklıktır. Üçüncü olarak bazılarının hoşuna gitmeyecek de mahkûmiyet eleştiri aracı olarak sisteme, otoriteye ve adaletsizliklere karşı bir anlatım biçimi olmuştur.

Kültür Sanat
Henüz bu içeriğe yorum yapılmamış.
İlk yorum yapan olmak ister misiniz?
Yorum yapmak için tıklayınız