22 Kasım 2024 Cuma
İstanbul
  • İçel
  • Şırnak
  • Çanakkale
  • Çankırı
  • Şanlıurfa
  • Çorum
  • İstanbul
  • İzmir
  • Ağrı
  • Adıyaman
  • Adana
  • Afyon
  • Aksaray
  • Amasya
  • Ankara
  • Antalya
  • Ardahan
  • Artvin
  • Aydın
  • Balıkesir
  • Bartın
  • Batman
  • Bayburt
  • Bilecik
  • Bingöl
  • Bitlis
  • Bolu
  • Burdur
  • Bursa
  • Düzce
  • Denizli
  • Diyarbakır
  • Edirne
  • Elazığ
  • Erzincan
  • Erzurum
  • Eskişehir
  • Gümüşhane
  • Gaziantep
  • Giresun
  • Hakkari
  • Hatay
  • Iğdır
  • Isparta
  • Kırşehir
  • Kırıkkale
  • Kırklareli
  • Kütahya
  • Karabük
  • Karaman
  • Kars
  • Kastamonu
  • Kayseri
  • Kilis
  • Kmaraş
  • Kocaeli
  • Konya
  • Malatya
  • Manisa
  • Mardin
  • Muş
  • Muğla
  • Nevşehir
  • Niğde
  • Ordu
  • Osmaniye
  • Rize
  • Sakarya
  • Samsun
  • Siirt
  • Sinop
  • Sivas
  • Tekirdağ
  • Tokat
  • Trabzon
  • Tunceli
  • Uşak
  • Van
  • Yalova
  • Yozgat
  • Zonguldak

Sanatta anlaşılır olup olmamak ya da sanat olmayan sanat üzerine (1)

Ekrem Kahraman

Ekrem Kahraman

Eski Yazar

A+ A-

İçinden geçiyor olduğumuz tarihsel ideolojik süreç, aynı zamanda -modernleşme sürecinde başlayıp özellikle de postmodern iddialı çağdaş sanat / contemporary art kavramıyla birlikte- doğal olarak artık neyin sanat olup olmadığı tartışmalarının da açıldığı oldukça karmaşık yepyeni bir çağdaşlaşma mecrası artık.

Daha 19. yüzyıl öncesinden beri gelen bu süreç, günümüzde öyle bir noktaya gelip dayanmış durumda ki 1990'lı yıllarla birlikte büyük bir siyasal kültürel ideolojik manipülasyonla evrilerek giderek yer yer “çağdaş sanat” kavramı yerine “güncel sanat” kavramının kullanılmaya başlandığı bambaşka bir tarihsel kültürel ideolojik kırılmaya yol açtı beklenmesi gerektiği üzere.

Bu aynı zamanda yalnızca felsefi düşüncenin, sanatın, hatta bilimsel bilginin değil neyin “resim” ya da “heykel” olup olmadığının da tartışmaya açıldığı yeni bir süreç olarak öne çıktı ister istemez. Hatta bu durum 1990'lı yıllarla birlikte bir ara öyle tuhaf ve şaşkın sözde kuramsal bir yanılgı paftasına kaydırıldı ki modern sanat, çağdaş sanat, güncel sanat kavramlarının yanına “sanat olmayan sanat” gibi bir kavram bile türetilmekten geri durulmayacaktır.

Öyle ki, neredeyse “çağdaş” kavramının kendisi bile kökten manipüle edilip “insan olmayan insan”, “toplum olmayan toplum”, “ulus olmayan ulus”, “çağdaş olmayan çağdaş”, “kavram olmayan kavram” vb. bozguncu ve bilim dışı yeni yeni “kavramlaştırmama” yolları açıldı giderek.

Şimdi ise bambaşka ve yepyeni yaratıcı keşfedici yeni bir sürece doğru evrilmiş durumdayız. Öyle sanıyorum ki önümüzde açılmış olan bu yeni süreçte bu bir tür “kavram olmayan kavram”laştırma şaşkınlığı, ideolojik ve kavramsal olarak yeniden alevlenecek gibi görünüyor.

Hele hele bir önceki birkaç yazımda da sözünü etmiş olduğum “kripto sanat” ve hemen onun yanı başında ve paralelinde benim “kent kültürsüzlüğü” olarak da değerlendirdiğim hani şu Hürriyet gazetesinde gündeme taşınan “Sanat Değil Heykel Komedisi” başlıklı manşet haberinde olduğu gibi sipariş üzerine yapılmış heykelimsi imitasyonların bile heykel sanatı içinde konumlandırılması bile yeni bir tartışmayı, sanat içi iç hesaplaşmayı önümüze getirip koyuyor ister istemez.

Çünkü, hem siyaset hem sanat hem de sözde sanat ticareti ya da piyasası üçlemesinin vizyonsuz bir biçimde ucuz “marka kent” yaratma başı boşluğu adına Kastamonu Taşköprü için Sarımsak, Ankara Beypazarı için havuç, Kızılcahamam için bazlama, Kırşehir Kaman için ceviz, Bursa İnegöl için köfte, Mersin Merkez için boksör, Şanlıurfa için İsot biber, Muğla Bodrum için sünger, Manisa için kavun, Malatya için kaysı, Diyarbakır için karpuz içinden çıkmış çocuk vb. imitasyon formların sözüm ona “heykel” diye kent meydanlarına birer kültürsüzlük anıtı olarak dikilmesi bile bu yeni sürecin sapkın “ucube” sonuçları olarak öne çıkıyor doğal olarak.

Bu öyle yıkıcı bir tarihsel kültürel “dejavu” yozlaşma süreci ki Mehmet Aksoy'un Kars'a 2006 yılından itibaren dikilmeye başlanan İnsanlık Anıtı isimli gerçek heykelinin 2011 yılında “ucube” denilerek yıkılmasının ardından bu büyük kırılmanın nasıl asıl “ucube”lerin ortaya çıkmalarına yol açtığı ve yeni yeni artçıl yıkımların zorunlu kültürel tezahürlerinin de nedeni aslında.

Yani, günümüzde süren ve önümüzdeki süreçte de sürecek olan temel sorunumuz (bu durum dünyada da böyle ne yazık ki) bir yandan kendisini dahi çağın kültürel vizyonsuzluğu sonucu hesap dışına atan ve uygun olmayan yollarda kaybolmuş büyük bir çöküş sendromu içindeyiz hala.

Sanatın genel olarak yalnızca kurutulmuş yaşamayan geliştirmeyen kof ve ölü estetiğe, “süs”e, “dekoratif” zorlama yıkıcı bir beğeniye indirgenmesi ve bunun da giderek yepyeni bir kültürel çağ dışı kimliksizliğe yol açtığı görülüyor açık açık.

Büyük bir düşünsel felsefi, sanatsal, kültürel çöküş ya da kaos içerisine çekilmiş durumdayız.

Hatta bu durum tıpkı “tavuk mu yumurtadan, yoksa yumurta mı tavuktan?” gibi zaten var olan ideolojik siyasal kaosu giderek daha da şiddetli bir biçimde ve içinden çıkılamaz bir hale getiriyor ister istemez.

Oysa her şey o kadar açık ki; ideoloji ya da siyaset denildiğinde yalnızca siyasal ideoloji ve siyaset olarak algılandığı, bir ressam ya da sanatçının ya da salt para kazanma amaçlı herhangi bir meslek erbabının herhangi bir yüzeye yapmış olduğu her görüntünün resim, bir meydana dikilen her üç boyutlu nesnenin ise heykel olduğunun sanıldığı, fakat bütün bunların gerçekten de sanat olabilmesi için ise ancak çağdaş düşünce ve sanat felsefeleriyle, tarihsel yapma ve değerlendirme tecrübe birikimleriyle ortaya çıkmaları gerektiği ön kabulleri edinilmeden bu işlerin düzelmeyeceği daha baştan apaçık önümüzde bir kültür çıkmazı olarak duruyor.

Oysa nasıl ki siyasetin kendisine göre bir ideolojik alt yapısı ya da içeriği varsa sanat ve kültürün de kendisine ait bir içyapım kurma, oluşturma, algılama ve değerler ideolojisi içeriği söz konusudur.

Bu hem yeni bir malzeme ve dil kurma eylemidir hem de çağa ait olmazsa olmaz yeni felsefi, sanatsal, toplumsal, kültürel muhtemel kavramlar formlar kurma mecrasıdır.

Elbette ideoloji, siyaset, ekonomi, hukuk, kültür, bilim vb. alanlarda olduğu gibi sanat hakkında da, neyin sanat ya da çağın yeni sanatının ne olup olmadığı, hatta nasıl olması gerektiği gibi konularda da bu durum özgürce konuşulacaktır. Sorun burada değil, savunulan öne sürülen oldukça sığ bağnaz bakış açılarında aslında.

Örneğin hem bazı sanatçılar, hem bazı sanat yazarları kuramcıları ya da sanatseverler sanat için temel ölçünün onun anlaşılır olmasını temel ölçüt olarak koyarlar. Onlara kalırsa “sanat, herkesin anlayabilmesi için herhangi bir açıklamaya ihtiyaç duymayacak olandır.”

Bazıları ise bu görüşe şiddetle karşı çıkıp kendilerince doğruymuş gibi görünen neredeyse bir karşı çıkış açısı manifestosu ortaya koyarlar. Onlara göre “Sanat illa da anlamlı olmak zorunda değildir.” Çünkü eğer sanatın temeline “herkes tarafından anlaşılabilir olma” gibi bir kriter konulursa “elimizde kitsch'ten başka bir şey kalmayacaktır.”

Konunun uzmanları, bu tartışma konusunun oldukça eski ve üzerinde yeterince ve bilimsel olarak düşünülmemiş bir tartışma olduğunu hemen anlayacaklardır.

Oysa gerek felsefede, gerek bilimsel bir alanda, tıpta, hukukta vb. alanlarda da neyin nasıl anlaşılır olup olmadığı bile çoğu zaman yoğun ve bilgi yüklü bir çaba gerektiğini herkes bilecektir.

Örneğin, felsefede Nietzsche'nin “sonsuz döngü”, fizikte sözüm ona herkesin biliyormuş gibi göründüğü gerçekte ise ancak üzerinde çok az bilim insanı uzmanın bile kısmi bazı bilgilere sahip olduğu “kuantum fiziği”, çağdaş sanatta “sanat olmayan sanat” vb. hatta modernizm ya da postmodernizm gibi kuramsal bilgi alanlarında bile neredeyse 30 yıldır tepe tepe kullanılan kavramlarla ilgili de benzer bir “anlama ya da anlamama” durumu hep söz konusu olmamış mıdır?

(Devam edeceğim!)