22 Kasım 2024 Cuma
İstanbul
  • İçel
  • Şırnak
  • Çanakkale
  • Çankırı
  • Şanlıurfa
  • Çorum
  • İstanbul
  • İzmir
  • Ağrı
  • Adıyaman
  • Adana
  • Afyon
  • Aksaray
  • Amasya
  • Ankara
  • Antalya
  • Ardahan
  • Artvin
  • Aydın
  • Balıkesir
  • Bartın
  • Batman
  • Bayburt
  • Bilecik
  • Bingöl
  • Bitlis
  • Bolu
  • Burdur
  • Bursa
  • Düzce
  • Denizli
  • Diyarbakır
  • Edirne
  • Elazığ
  • Erzincan
  • Erzurum
  • Eskişehir
  • Gümüşhane
  • Gaziantep
  • Giresun
  • Hakkari
  • Hatay
  • Iğdır
  • Isparta
  • Kırşehir
  • Kırıkkale
  • Kırklareli
  • Kütahya
  • Karabük
  • Karaman
  • Kars
  • Kastamonu
  • Kayseri
  • Kilis
  • Kmaraş
  • Kocaeli
  • Konya
  • Malatya
  • Manisa
  • Mardin
  • Muş
  • Muğla
  • Nevşehir
  • Niğde
  • Ordu
  • Osmaniye
  • Rize
  • Sakarya
  • Samsun
  • Siirt
  • Sinop
  • Sivas
  • Tekirdağ
  • Tokat
  • Trabzon
  • Tunceli
  • Uşak
  • Van
  • Yalova
  • Yozgat
  • Zonguldak

Sanatta Anlaşılır Olup Olmamak Ya da Sanat Olmayan Sanat Üzerine (2)

Ekrem Kahraman

Ekrem Kahraman

Eski Yazar

A+ A-

İster pazardan alınmış ister bahçeden koparılmış olsun, bir yemek (patlıcan yemeği) yapma malzemesi olarak derlenmiş patlıcanın “hakikat”i ile o doğal hakikatin kendisinden yapılacak olan musakka, karnıyarık, mücver, şakşuka vb. her patlıcan yemeğinin “hakikat”i kesinlikle farklı farklı değerler üzerine kurulu yepyeni bir “hakikat” olacaktır ister istemez.

Bu yeni “hakikat” kesinlikle eski doğal kendiliğinden hakikatin (buna elbette patlıcan yetiştirme alanındaki yeni yeni bilgi kurma hakikatleri de eklenebilir) insan bilinciyle başka bir “hakikat”e dönüşmüş halidir.

Çünkü patlıcan önce temizlenip niyete göre gereksiz kısımların ayıklanıp doğranarak yeniden biçimlendirilmiş belli bir bilgi birikimiyle gerekli görülüp bir “usta” bakışıyla başka malzemelerle bir araya getirilerek önceden beridir oluşturulmuş öğrenilmiş pişirme yöntemleri ya da yepyeni bir yöntemle artık salt patlıcan olmaktan çıkarılmış yenilir bir şey haline getirilmiş ve -her ne kadar içinde başka şeyler olsa bile- içinde kendisinin de adı geçen yeni bir ad verilmiştir artık. Yani kısacası patlıcan patlıcan olmaktan çıkıp başka bir şeye dönüşmüştür ustası elinde. Yani bir malzeme olarak patlıcan insan iradesi, yapma bilinci, usta eli ve çabasıyla belli bir amaçla bir tür bir başka tarihsel sonuca taşınmış, üzerinde konuşulabilir bir kültür ürünü, yenilebilir, zevk alınabilir yaratıcı bir insan eylemi / tecrübesine evrilmiştir. Yani “patlıcan”ın doğal “hakikat”i insan bilinci ve iradesiyle en az patlıcanın o doğal hakiki gerçekliği, yenilen zevk alınan bir başka hakikat kültürü gerçekliğine dönüştürülmüştür. İşin en ilginç yanı ise bu tarihsel bilgisel kültürel gerçeklik bütün dünya kültürlerinde yeniden yeniden dönüştürülerek yeni yeni sonuçlara doğru evrilerek günümüzde de aynen devam etmektedir. Bu durum aslında olması gerektiği gibi doğal malzemenin kendi iç “hakikat”inin insanın yaratıcı yapma eyleminin ortaya çıkardığı yepyeni bir kültürel “hakikat”tir artık. Hangi yapma dönüştürme eyleminden ya da -şimdilik- yalnızca insan bilincinin ve iradesinin sonucu olarak ortaya çıkan sanattan söz ediyor oluyorsanız olunuz, -fazlaca abartıla abartıla sanki kendi asıl tarihsel gerekçesinden ve ivedi bir tür dolaysız gerçekliğinden uzaklaştırılıp iğdiş edilmiş gibi görünen “avangart sanat” da ya da şiir ve edebiyat vb. dahil- her sanat anlayışı ve tutumunda da durum benzer bir biçimde işler doğal olarak. Asıl olan her çağda, her yapma eyleminde sanat yapma ya da kültür kurma anlayışında, her durumda her anlamda dönüşme ve yeni bir dil ve söylem kurma mecrasıdır aslında? İster bilim alanında, ister her türden iş yapma çalışmasında olduğu gibi ister düşünme bilme söyleme ya da söylenmek gösterilmek istenen şeyin yeniliği özgünlüğü, ister söyleme gösterme ya da malzeme kullanımı bağlamında tarihsel sanat tarihi birikimi zincirine yeni yeni özgün çağdaş duyarlıklar değerler tecrübeler halkalar keşifler ekleme, kurma çabasıdır doğal olarak. Unutmayalım ki bütün bir insanlık tarihi boyunca bu hep böyle ola geldi. Öyle olduğu için de bütün bu kültür eylemi alanlarının bir tarihi oluştu ister istemez. Bilindiği üzere tarih ilerledikçe hem “yapma”nın kurmanın tarihi oluşmaya, hem bu tarihin tarihe kayıtçıları tarihçiler hem de yapma kurma felsefeleri kuramlar üzerine yepyeni bilgilenme süreçleri ve kimlikleri ortaya çıkmaya başladı. Felsefi düşüncenin ve bilimsel bilginin gelişmesiyle birlikte özellikle de 19. Yüzyılda düşünürler, sanatçılar, sanat kültür kuramcıları vd. tıpkı diğer “hakikat” arayışı alanlarında olduğu gibi sanat ve kültürle ilgili ciddi ciddi düşündüler yeni tanımlar yollar bakış açıları araştırdılar, kendi aralarında kıyasıya tartıştılar. 20. Yüzyılda bu insanlık tarihinin gelişmiş birikmiş -başta sanatçılar şairler edebiyatçılar olmak üzere- büyük yapma kurma kuramcıları, tarihçileri, bilgi geliştiricisi kimlikler bir yandan büyük savaşlar, büyük insanlık ütopyalarının ağır yaralar almasıyla tereddüde düşüp kafaları karıştı ya da umutsuzluğa kapıldılar. Bir yandan da bu aşırı yıkıcı ve çıkışsızmış gibi görünen duruma karşı bir araya gelmeye, ortak zihinler ortak bakış açıları kurmak üzere gruplar, akımlar oluşturarak bir tür yeni yapma ya da direniş formları yaratmaya giriştiler. İçine girmiş olduğumuz yeni yüzyılda ise bu yaratıcı keşif alanları her çağda olduğu gibi yine yeni bir çıkmaza sürüklenip -onca büyük tecrübeye karşın- bu büyük “hakikat” savaşının ya dışına düştüler ya da yer yer önemli ölçüde uluslararası neoliberal küresel merkezlerin maaşlı sözde “hakikat” kurgucularının ideolojik siyasal kültürel manipülasyonlarına teslim oldular zamanla. Bu durum elbette yalnızca çağdaş sanat ve kültür alanlarında gerçekleşmedi. Siz bu birbirine bağlı kültürel bilgisel zincire siyaset, felsefe, ideoloji, tarih, bilim, hukuk vb. alanlarını da aynı duyarlıkla ve önemli ölçüde ekleyebilirsiniz. Geçen birkaç yazıdır sözünü etmiş olduğum birçok kent belediyesi tarafından kent meydanlarına dikilen “heykel olmayan heykel”leri de, onları oraya diktiren siyasi ya da sözüm ona sanat uzmanlarını da o tarihsel silsilenin bir ucuna eklemekte fayda var. Dürüst ve gerçekçi olalım; demek ki sanat için ne “anlaşılır olmak ya da olmamak” ne de “topluma sanat yoluyla bir şeyler verip vermeme”nin bir sanat ölçüsü olamayacağı, ne de ister anlaşılsın ister anlaşılmasın adına sanat eseri denilen şeyin bile aslında “sanat olup olmaması” günümüzde zaten uzunca bir süredir büyük bir tartışma konusu olarak önümüzde duruyor. Evelemenin gevelemenin ya da dönem gereği seçilmiş cafcaflı manipüle bir sanatçı imgesi ile birlikte bir tür bir pazar stratejisi oluşturma kurma oyunlarını bırakıp sadede gelelim ve diyelim ki çoğumuza artık olağan sıradan bir olgu, gereklilik gibi görünen bir mide, kalp ya da beyin ameliyatının bile bırakın ameliyat olan hasta ya da yakınlarının esas olarak tam olarak ve gerektiği gibi asla anlayamayacakları fakat ancak gerçek bir uzmanın bilgi alanında durmaktadır. Alabildiğine sıradan bir beslenme ürünü olarak bildik “çorba”nın bile iyi yapılmış lezzetli bir “çorba” olmadan hiç kimselerin ilgi alanında olmayacağını herhalde herkesin daha baştan kabul etmesi gerekiyor. Aynı temel zorunluluk iyi bir giysi, iyi bir ev, ev eşyası ya da bilgisayar, televizyon, cep telefonu vb. için de fazlasıyla geçerli değil midir? O zaman neden sanat kültür söz konusu olduğunda işin kolaylığına kaçmak gibi bir tembelliğimiz var dersiniz?

(Devam edeceğim!)

Sanatta anlaşılır olup olmamak ya da sanat olmayan sanat üzerine (1)