Şarkılarla bir ömür: Timur Selçuk
Kaç zaman oldu onun şarkılarındaki tınıya, renge, ezgilenen duyguya döneli...
Yitmeyen, yitirilemeyen bir dostluk andı gibi; bir yerlerde belleğinizde filizleniverir Timur Selçuk ezgileri.
Onun 50. Yıl Konseri’ni izlemeye kendimi birkaç gün öncesinden hazırladığımı söylemeliyim. Müzik yolculuğunun tam da 30. yılında, TOBAV tarafından düzenlenen “Timur Selçuk’a Saygı Gecesi”nde sunulacak bir armağan kitabı hazırlarken kendisiyle uzun uzun konuşmuştum.
Arşivinin bir ucuna, fotoğraflarına göz atmış; annesi Şehime Erton ile “oğul Timur Selçuk”u konuşmuştuk günlerce Bebek’teki evinde.
Timur Selçuk konuşulunca Münir Nurettin Selçuk’tan söz etmemek mümkün müydü? Şehime Hanım, adeta, bir plağın iki yüzü gibi gördüğü Baba-Oğul’u da anlatmıştı. Aradan yirmi yılı aşkın bir süre geçti. Timur Selçuk şarkılarıyla, o belleklere kazınan ezgileriyle karşımızdaydı hep.
Onun sesi hep vardı. Hep aramızdaydı. 50.Yıl’a uzanış, o sesin var oluş çizgisinin dönemeçlerini bize hatırlatmak, birlikte o ânları yaşamak içindi.
Evet, Timur Selçuk öyledir: Yaşatan, hissettiren biridir. Yaşamayan birinin hissettiremeyeceğini düşünürüm. Yüzünü sürekli Türkçemizin özgün şairlerine dönmüş olması da; ondaki yaşama/yaşatma duygusunun bir nişanesi.
O, müziğinin dilini kurarken; bir şairin kalemi gibidir bakışı/düşünüşü/duygusu. Bizim “hissederek yazmak” dediğimiz, duygu/düşünce tınısının okura /dinleyiciye geçmesidir biraz da.
Yani bunu yazarken gerçekleştirmeniz. Benim gibi, eminim ki birçok kişi için de hâlâ “kült” olan şarkılarından “Ayrılanlar İçin” öyledir, örneğin. Konseri birlikte izlediğimiz kardeşim Taner’e dönüp şunu fısıldıyordum: “Bu benim Timur Selçuk’la ve bu şarkıyla yolculuğumun ellinci yılı aynı zamanda...”
Onun piyanosunun başında beyaz giysileriyle şarkılarını söylerken ki duruşu; evet, “dik duruşu”, birkaç sıra ötedeki bizlerin bakışlarıyla çakışan o halinin, sesinin tınısıyla nasıl dokunaklı olduğunu söylemek isterim. Tamı tamına elli yılı aşan bir başlama noktasının öncesini de düşünürseniz; Timur Selçuk müziğe doğmuş, müzik içinde büyümüş biri. Her bir ânını adım adım ördüğü bir müzik adası...
Kızı Mercan Selçuk’un, “Beyaz Güvercin” şarkısında bir kuğu gibi sahneye süzülüşü... Onun dans ederken ki edası unutulur gibi değildi. Mercan, ikinci dansını ise Münir Nurettin Selçuk’un “Aziz İstanbul”uyla yaparken, adeta bir meleğin dünya ve evrene sevgiye/insanın insanı kucaklamasına dair söyleyebileceği her şeyi anlatıyordu. Aşkın ve başkaldırının simgesidir Timur Selçuk şarkıları. Onun hayata bakışını bir bir okuruz o ezgilerde. Sürekli olarak yinelediği “dik duruş”, “ahlaklı vicdanlı insan” onun müziğinin renginde de olandır. Özcesi; Timur Selçuk aidiyeti olan, kimliğinin rengi evrensel değerleri içeren bir sanatçı.
Ne Batı’ya özenen, ne de insanlığın evrensel değerlerinden kopan...
Önce kendi olabilme felsefesinin nasıl kurulabileceğini gösteren bir sanatçı. Her şarkısında bir öncekini de alıp taşıyan bin bir renkli bir yaşama, nefes alma bahçesi yaratan müzik insanı. Marjinal, aykırı, geleneğin taşıyıcısı, evrensel bir o kadar da kendi olan bir sanatçıdır Timur Selçuk. Kızı Hazal Selçuk’un şu tanımıyla; “insan olmanın büyüsünü yaşadığı yüzyıla ve yüzyılın insanına gösterdiği saygıyla birleştirip paylaşan” biri. Evet, o bir “okyanus dalgası”.
Ömrü şarkılarda bir hayatın simgesi