23 Aralık 2024 Pazartesi
İstanbul
  • Şırnak
  • Çanakkale
  • Çankırı
  • Şanlıurfa
  • Çorum
  • İstanbul
  • İzmir
  • Ağrı
  • Adıyaman
  • Adana
  • Afyon
  • Aksaray
  • Amasya
  • Ankara
  • Antalya
  • Ardahan
  • Artvin
  • Aydın
  • Balıkesir
  • Bartın
  • Batman
  • Bayburt
  • Bilecik
  • Bingöl
  • Bitlis
  • Bolu
  • Burdur
  • Bursa
  • Düzce
  • Denizli
  • Diyarbakır
  • Edirne
  • Elazığ
  • Erzincan
  • Erzurum
  • Eskişehir
  • Gümüşhane
  • Gaziantep
  • Giresun
  • Hakkari
  • Hatay
  • Iğdır
  • Isparta
  • Kırşehir
  • Kırıkkale
  • Kırklareli
  • Kütahya
  • Karabük
  • Karaman
  • Kars
  • Kastamonu
  • Kayseri
  • Kilis
  • Kmaraş
  • Kocaeli
  • Konya
  • Malatya
  • Manisa
  • Mardin
  • Mersin
  • Muş
  • Muğla
  • Nevşehir
  • Niğde
  • Ordu
  • Osmaniye
  • Rize
  • Sakarya
  • Samsun
  • Siirt
  • Sinop
  • Sivas
  • Tekirdağ
  • Tokat
  • Trabzon
  • Tunceli
  • Uşak
  • Van
  • Yalova
  • Yozgat
  • Zonguldak

Savaşa Ağıt, Yaşama Övgü: Anne Frank'ın Hatıra Defteri

Bahri Doğukan Şahin

Bahri Doğukan Şahin

Site Yazarı

A+ A-

Savaşa Ağıt, Yaşama Övgü: Anne Frank'ın Hatıra Defteri - Resim : 1

“…zira dünyadaki hangi iklim, adına insan fabrikası denen iklimden daha iç karartıcıdır?” - Jean-Jacques Rousseau

Savaşın acı yüzü

Savaş, insanlık tarihi boyunca varlığını sürdüren bir kavram. Dünyanın her yerinde bugüne dek sayısız savaş yaşandı ve sayısız insan hayatını kaybetti. İşkenceler, bombalı saldırılar, kılıçlı ve silahlı çatışmalar sonucu nice katliam ve soykırım yaşandı. 2. Dünya Savaşı da insanlık tarihine kara bir leke olarak geçen büyük dönüm noktalarından biridir. Toplamda 80 milyondan fazla insanın öldüğü ve 6 yıl süren bu savaşta Yahudiler de soykırıma uğradı. 6 milyondan fazla Yahudi, Hitler önderliğindeki Nazi birlikleri tarafından acımasızca katledildi. Toplama kamplarında insanlığın gördüğü en büyük dramların yaşandığı bu savaşta kaybeden Hitler oldu. Bir hırs sonucu nice can yitip gitti. İşte o milyonlarca insandan biridir minik Anne Frank. Otto ve Edith Frank'ın biricik kızlarıdır.

Henüz 16 yaşına basmadan veda eder bu hayata. Kısacık hayatına kocaman bir dünya sığdırır. Daha bebekken başlar onun hüzünlü yaşamı. Anne 4 yaşındayken bir zorunlu göçle karşı karşıya kalır dört kişilik Frank ailesi. Yahudilik sebebiyle Almanya’nın Frankfurt kentinden Hollanda’ya göç etmek zorunda kalırlar. Amsterdam’daki yeni hayatları 2. Dünya Savaşı’na dek normal seyrinde ilerlese de, Hitler’in Avrupa’ya yıkımı getirmesi onların da huzurlu günlerine veda etmeleri anlamına gelecektir.

Avrupa'ya yıkımı getiren adam: Hitler

Yıl 1942’dir, savaş tüm şiddetiyle kıta Avrupa’sında sürmektedir. Hitler, kendisine bağlı Nazilerle âdeta terör estirmekte ve gittiği her yere savaşı da götürmektedir. Onlarca devletin, milyonlarca asker ve sivil halkın etkilendiği savaşın yıkımı henüz yaşanırken çok fazla hissedilemez. Her insan kendi mevcudiyetini devam ettirme telaşına düşmüştür. Elbette en çok korkanlar ve gizlenmek zorunda kalanlar da Yahudilerdir. Zira Adolf Hitler’in Yahudiler’e karşı soykırım politikası yürürlüktedir ve hiçbir Yahudi’nin canlı bırakılmaması öngörülmektedir.

Böylesi bir vahşeti insanlığa reva gören bir insanın varlığı şaşırtıcı değildir belki, asıl şaşırtıcı olan o insanın kitleleri manipüle etme ve peşine takma gücüdür. Bu, aradan geçen yaklaşık 100 yılda halen daha sorgulanır ve cevaplar aranır. Hitler’in düşünce yapısı analiz edilir. Kavgam adını verdiği kitabıyla inandığı davayı kendi cümleleriyle aktarır. Fakat hiçbir dava bir insanın canından daha kıymetli değilken, milyonlarca insanın hayatını karartmış olması onu hiçbir zaman insanlığın gözünde aklamayacaktır.

Tarihin akışının Hitler’in ressamlığa devam etmemiş olmasıyla değiştiği söylenir, doğrudur belki de bu. Dünyayı kana bulayan bir adamın yol açtığı sayısız acı yaşanmayacaktı belki de. Fakat hayat keşkeler ve varsayımlar üzerinden ilerlemiyor ne yazık ki. Olanlar hiçbir zaman değiştirilmeyecek. Bu sebeple biz ölen milyonlarca insandan yalnızca birine, Anne Frank’a odaklanmaya devam edelim. Onun hayatı ekseninde yaşamını yitiren tüm savaş mağdurlarını anmış olalım.

“Canım yazmak istiyor bir kere, sonra da, içimde gömülü kalan bir sürü şeyi gün ışığına çıkarmak en büyük arzum.” (sayfa 4)

Zor günleri aydınlatan güç: Günlük yazmak

Anne Frank’ın yayımlanmış olan günlükleri 2 yılı biraz geçer. 14 Haziran 1942’de başlayan günlüğü,1 Ağustos 1944’te son bulur. Bu tarihten itibaren Anne Frank yaklaşık 7 ay daha yaşar. Fakat bu 7 ay insani koşulların dışındadır. Toplama kamplarından birinde, her gün ağır insanlık dramlarının yaşandığı bir yerde, görmek zorunda olduğu sayısız acı olayla birlikte tam 7 ay katlanır o hayata. Belki de o süre içinde birçok kez ölmeyi dilemiştir, bunu bilemeyiz ama toplama kamplarında yaşananları bildiğimiz için çok kötü şartlarda yaşamını sürdürmek zorunda kaldığını tahmin etmek zor değildir.

Tam 2 yıl ailesiyle birlikte Amsterdam’da “gizli bölme”de kalır Anne. Bu ismi kendisi verir ve günlüğünde de sıklıkla bu şekilde anar yaşadıkları yeri. Saklanmak için gittikleri yer hayatları normalken babasının çalıştığı iş yeridir. Buradaki iyi insanların yardımlarıyla üst katlarda gizli bir bölme ayarlanır ve orada kalmaya başlarlar. 2 yıl boyunca insani ihtiyaçları yine Naziler’e karşı olan ve insanlıklarını yitirmemiş olan iyi insanlar sayesinde karşılanır.

“Düşündüm de bu güneş ışığını, bu bulutsuz gökyüzünü gördüğüm sürece kendimi talihsiz bellemem saçma.” (sayfa 163)

Okumayı seven bir insanın bir sonraki adımı üretmek olur genelde. Bunu Anne’de de gözlemleriz. Günlükleri boyunca birçok farklı türde birçok farklı kitap okuduğuna şahitlik ederiz ve birden fazla dili öğrenmeye çabaladığını görürüz. İçinde birikenleri ifade etmeye gelir sıra. Bunu yapmanın en kolay yolu da elbette günlük tutmaktır. Günlüğünün hemen başında şu cümlelerle hayatındaki kırılma anlarından birini daha ifade eder:

“1940 Mayıs’ından sonra iyi günlere veda ettik. Önce harp. Yenilgi. Sonra Almanlar sökün etti. Derken biz Yahudiler’e bilinmedik çilelerin kapısı açıldı.” (sayfa 6)

Monoton ve tekdüze günlerde umut aramak

Özgürlüğün kalmadığı bir dünyada yaşamaya şükretmekle geçen birbirinin aynısı günler. Kısır bir döngüye hapsolmak, gökyüzünü doyasıya izleyememek, kapalı bir mekânda tam 2 yıl tutsak kalmak. İnsan hayatının kısalığı düşünüldüğünde cehennemin tasviri olsa gerek. Bir de Anne’in hayatının kısalığını düşündüğümüzde onun henüz yaşanmamış bir hayattan koparıldığını görmek son derece üzücü. Geleceğe dönük nice hayali de onunla birlikte yitip gitti ve bir insanın hayatı bir hiç uğruna yok oldu. Bunun gibi milyonlarcasını düşünmek ise insanlığın geleceğine dair umutlarımızı söndürecek kadar ağır bir his.

Çocukluğunu doyasıya yaşayamayan bir kız çocuğunun ergenliğinin de karanlık bir hücrede geçtiğini görüyoruz. Yaşamın erken olgunlaştırdığı kişilerden biridir Anne Frank. Savaşın hüküm sürdüğü bir coğrafyada doğması ve büyümesi onun kaderidir. Tıpkı dininin kaderi olması gibi. Bu zorunluluk onun insanlara, çevresine ve dünyaya daha farklı gözlerle bakmasını sağlamıştır. Fakat buna rağmen günlüklerinde zaman zaman onun çocuksu yanına da tanıklık ederiz. Ergenlik hayatının buhranlarını yaşadığını ve anne babası ile olan iletişimlerinde kopukluklar yaşandığını anlatır günlüğünde. Onlarla birçok konuda farklı açılarda olduğunu, düşünce yapılarının uyuşmadığını söyler. İletişimle dahi aşamaz kimi konuları. Fakat annesine oranla babasıyla daha iyi anlaştığı da bir gerçektir.

“…umutsuzluğun içinde çırpınırken sevinçli görünmek zorundayım.” (sayfa 166)

Kitty” adını verdiği bu günlüğünde mahrem anılarına da yer verir Anne Frank. Bir çocuğun mahrem anıları ne kadar olabilirse işte o kadar. Gizli bölmede kaldıkları diğer ailenin oğulları Peter’e olan sevgisini anlatır. Bu sevgi zamanla aşka dönüşür. Gizlenmelerinin ilk anlarında anlaşamayan ikilinin bir süre sonra çok iyi anlaşmaları ve yakınlaşmaları da yine dış dünyadan uzak olan insanın çevresindekilere daha fazla önem vermeye başlamasıyla açıklanabilir. Dayanak noktası azalan bir insanın çevresindekilere tutunma isteğine güzel bir örnektir bu. Günlükler boyunca Peter ile Anne’in gizli bölmedeki maceralarına tanıklık ederiz.

“Peter de, ben de Gizli Bölme’de hayatımızın en düşünce dolu yıllarını geçirdik. Oturup gelecek günlerden, bugünkü halimizden, geçmiş zamanlardan söz ediyoruz.” (sayfa 257)

Umutsuzluğa kapıldığı ve hatta bazen ölümü düşündüğü anlar olur Anne’in. “...arada bir keşke beni seven biri yüreklendirse beni” cümlesiyle bütün yalnızlığını ve iç sıkıntılarını dışa vurur.

Yaşama sevincini yitirmemek

Dünyanın ağırlığı onun yüreğini sıkıştırıyor. Savaş ve Yahudi katliamlarından bahsetmemeyi tercih ediyor çoğunlukla. Akıl ve ruh sağlığını korumak için bunun elzem olduğunu söylüyor ve başta Yunan ve Roma mitolojisi odaklı olmak üzere birçok kitap okuyarak zihnini farklı konularla meşgul etmeye çalışıyor. Babasıyla dil öğrenmek için çalışmalar yapıyor ve kendisini ana konudan uzaklaştırmaya çalışıyor fakat savaş her zaman gelip onu bulmayı başarıyor bir şekilde. O da bir süre sonra kayıtsız kalamayacağını fark etmiş olacak ki, son olaylara dair kısa bilgilendirme notlarını iliştiriyor günlüğünün sayfaları arasına.

Okuldan arkadaşlarını düşünüyor zaman zaman. Çektikleri sıkıntıları aklına getirerek vicdan azabı yaşıyor. Kendisi her ne kadar kısıtlı bir hayat yaşıyor olsa da, arkadaşları ve diğerleri için bunu sağlayamadığından dolayı üzüntü duyuyor. Kendini bir yanda unutulmuş, bırakılmış gibi hissettiğini söylüyor. “Gizli bölme”nin ağırlığı üzerine fazlasıyla çöktüğünde küçük bir perde aralığından gökyüzüne bakıyor ve yaşamaktan alıkonulduğu hayata karşı özlem duyuyor. Özgür olacağının hayalleriyle doğanın güzelliklerinin daha fazla farkına varıyor.

“Kalbim küt küt atıyor, özlemlerimi ne zaman dindireceksin der gibi.” (sayfa 155)

Bölmede gizlenen diğer insanların uyumsuz olması sebebiyle birçok kez zorluk yaşadığını da ifade ediyor Anne. Anlayışsız bir ailenin tartışmalarına maruz kalmak zaten zor olan yaşantılarını biraz daha zorlaştırmaktan başka bir işe yaramıyor. Böyle anlarda radyo imdatlarına yetişiyor:

“Dışarıdan gelen haberler kötüleşedursun, umudumuzu, direnme aşkımızı diri tutan radyonun o büyülü sesi oluyor. “Üzülmeyin,” diyor, sıkı durun; iyi günler ileridedir.”

Çevrelerine bombalar yağarken ve çember giderek daralırken radyodan hem iyi hem de kötü haberler art arda gelir. Belirsizlik sebebiyle psikolojilerini toparlamakta güçlük çekerler. Gülmeyi unuttuklarını, yürek dolusu bir gülümsemeye hasret kaldıklarını ifade ettiği satırlarda tüm çaresizliğini ortaya çıkarıyor Anne Frank. Yakalandıklarına dair rüyalar da tüm bunların üzerine tuz biber oluyor âdeta. Uyanıkken bulamadığı huzuru artık uyurken de bulamıyor Anne.

Elbette her insan gibi Anne’in de hayalleri var. Dans etmek, bisikletle gezmek, ıslık çalmak, dünyayı görmek, kendini genç ve hür hissetmek ve daha fazlası. Savaş bittiğinde artık dünyaya çok daha farklı bakacağının hayallerini kurar sürekli. Gizli bölmedeki günler üzüntüyle hatırlanacaktır fakat hayatta oldukları için aynı zamanda altın değerindeki günler olarak görünecektir gözlerine. Hatıra defteri tutmasının başlıca nedeni de budur. Savaştan sonra tüm bu sıra dışı anları yad etmek.

“Kendi içime kapanıyorum ben. Onun için de bütün sevinçlerimi, üzüntülerimi, öfkelerimi hep bu deftere geçirdim. Bu hatıra defterinin benim için değeri büyük. Bazı yerlerinde geçirdiğim günler elle tutulur hale gelmiş, birçok yaprağı da laf ola şeylerle dolu ama böylece neler içinden geçtiğimi sonradan görebiliyorum.” (sayfa 133-134)

Savaş ve yıkımın olgunlaşmadaki etkisi

Yaşının farkında olan ve savaş gerçeğiyle karşı karşıya kalan Anne Frank’ın düşüncelerinin olgunluğu kurduğu cümlelerden ve olaylara yaklaşma tarzından net bir şekilde anlaşılıyor. Küçük yaşta, dünyanın farklı noktalarındaki yaşıtlarının çok uzak olduğu meselelerin içinde kalan ve her günü cehenneme dönüşen bir hayat yaşayan Anne, neden insanlığın barış içinde yaşayamadığını eleştiriyor. Yaşanan bu kavga kıyametin ne için olduğunu sorguluyor. Yahudi olmanın ne gibi bir sorun yarattığını algılamaya çalışıyor. Elbette düşünceleri ona doğru yolu gösteriyor, her şeyin çok saçma olduğunu ve bir an önce sonlanması gerektiğini umuyor, bekliyor… İnsanlığın tepeden tırnağa değişmesi gerektiğini, ancak o zaman savaşların önüne geçilebileceğini söylüyor. “Tuhaf yer şu dünya!” diyerek de kendi bakış açısından gördüğü tabloyu özetliyor.

“On dört yaşımda olmama rağmen ne istediğimi, neyin doğru, neyin yanlış olduğunu biliyorum. Kendime göre düşüncelerim, amaçlarım, ülkülerim, ilkelerim var. Ben yaşta bir çocuğun ağzından çıkacak söz değil belki ama kendimi büyümüş, herkesten bağımsız bir insan belliyorum.” (sayfa 186)

Okumayı seven, sanat tarihine, ozanlara, ressamlara ilgi duyan Anne’in gizli bölmedeki en büyük dostları kitaplardır. Çok kısıtlı imkânlarda yaşadığı için dışarıdan gelecek olan her kitap onun için altın değerindedir. Yazmayı da sever ayrıca Anne. Günlük haricinde kısa öyküler yazarak ailesine okutur ve ileride özgür bir hayata kavuştuğunda burada yaşadıklarına dair otobiyografik bir roman yazmanın hayalini kurar. Savaşın ardından gizli bölmedeki kişilerden yalnızca babası hayatta kalır ve Anne’in bu düşüncesinden yola çıkarak bu günlükleri yayımlama kararı alır. Birinci gözden, son derece değerli belge görevi gören bu günlükler o günden beri bir simge haline gelir.

“…bu savaş beni yaşlandırdı, olgunlaştırdı.” (sayfa 234)

Bir Anne Frank geçti bu dünyadan. Eksik kalan bir hayattı onunkisi. Yaşadığı kısmı ise sıkıntılar içinde ama umut dolu. Savaşın tüm gerçeklerini yüzümüze çarpan bu günlük sayesinde kendisi küçük ama kalbi kocaman bir kız çocuğunun hayatına tanıklık ediyoruz. "Öldükten sonra da yaşamak istiyorum" cümlesini kurarken belki de çok yakında öleceğini hissetmişti. Yazdığı günlüklerle kendisini ölümsüzlüğe kavuşturdu. Bir simge haline gelerek savaşlarda hayatını kaybedenleri insanlığın kolektif hafızasına taşıdı.

Gizli bölme olarak adlandırılan yerdekiler bugün kim olduğu henüz net olarak saptanamayan biri tarafından ihbar edildi ve Frank ailesiyle birlikte diğer kişiler de yakalandı. Onlara yardım eden iki kişi ile birlikte bölmede saklanan herkes farklı toplama kamplarına gönderildi. Anne'in babası Otto Frank büyük bir şans sonucu hayatta kaldı ve Naziler'in baskınında bölmede kalan günlük bir şekilde ona ulaştırıldı. Okudukça kızının bambaşka yönlerini keşfeden Otto, arkadaşlarının ısrarları sonucu günlüğü yayımlama kararı aldı.

"Her bakımdan güçlü, yürekli olmak ne zor şey!" (sayfa 269)

Son söz

Anne ve ablası Margot, çalışabilecekleri düşünülerek Bergen'deki toplama kamplarına götürüldü. İngilizler'in birkaç hafta sonra özgürlüğüne kavuşturacağı kampta tifo hastalığından dolayı öldükleri biliniyor. Anne'in annesi Edith Frank ise Auschwitz'te açlık ve yorgunluk sonucu ölür. Baba Otto Frank aileden hayatta kalan tek kişidir. 3 kişilik Van Daan ailesi ve yanlarına sonradan katılan diş hekimi Dussell de savaşın sonunu göremeyen kişiler arasındadır.

Anne Frank da dahil olmak üzere toplamda 8 kişinin yaşam mücadelesi verdiği bu yer günümüzde Amsterdam şehrinde “Anne Frank Müzesi” olarak varlığını sürdürüyor. Ziyaretçiler müzeyi gezerek o anları hissediyor ve Anne’in yaşamını hüzünle anıyor.

2. Dünya Savaşı öykülerini sinemada görmeye alışkınız. Shindler's List (1993), The Pianist (2002), Saving Private Ryan (1998), Hacksaw Ridge (2016), Dunkirk (2017) bunlardan yalnızca bazılarıdır. Kitapların dünyasında da bu yıkımı en iyi anlatanlar arasında Anne Frank'ın Hatıra Defteri geliyor elbette. Türkiye'de birçok yayınevi tarafından yayımlanmış olan günlüklerin Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları'ndaki çevirisi ise Can Yücel'e ait. Modern Klasikler dizisi kapsamında yayımlanan kitabın edebi anlamda herhangi bir iddiası bulunmuyor tabii ki. Küçük bir kızın "ötekiler arasında" verdiği bir yaşam mücadelesi bu. Son derece yalın ve okurken insanı hüzne boğan cinsten.

Savaşların olmadığı bir dünyaya ulaşmak dileğiyle...

Keyifli okumalar dileği iletemeyeceğim bir kitap daha. Bu sebeple, bilinçli okumalar diliyorum.

“Dünyanın bir uçuruma gittiğini, hepimizi süpürecek yıldırımların yaklaştığını görüyor, milyonlarca kişinin çilesini içimde duyuyorum, gene de gözlerimi göğe kaldırdığım zaman her şeyin bir gün düzeleceğine, bütün bu hunharlıkların sona ereceğine, barışın üstün geleceğine inanmamaktan kendimi alamıyorum.” (sayfa 270)