22 Kasım 2024 Cuma
İstanbul 18°
  • İçel
  • Şırnak
  • Çanakkale
  • Çankırı
  • Şanlıurfa
  • Çorum
  • İstanbul
  • İzmir
  • Ağrı
  • Adıyaman
  • Adana
  • Afyon
  • Aksaray
  • Amasya
  • Ankara
  • Antalya
  • Ardahan
  • Artvin
  • Aydın
  • Balıkesir
  • Bartın
  • Batman
  • Bayburt
  • Bilecik
  • Bingöl
  • Bitlis
  • Bolu
  • Burdur
  • Bursa
  • Düzce
  • Denizli
  • Diyarbakır
  • Edirne
  • Elazığ
  • Erzincan
  • Erzurum
  • Eskişehir
  • Gümüşhane
  • Gaziantep
  • Giresun
  • Hakkari
  • Hatay
  • Iğdır
  • Isparta
  • Kırşehir
  • Kırıkkale
  • Kırklareli
  • Kütahya
  • Karabük
  • Karaman
  • Kars
  • Kastamonu
  • Kayseri
  • Kilis
  • Kmaraş
  • Kocaeli
  • Konya
  • Malatya
  • Manisa
  • Mardin
  • Muş
  • Muğla
  • Nevşehir
  • Niğde
  • Ordu
  • Osmaniye
  • Rize
  • Sakarya
  • Samsun
  • Siirt
  • Sinop
  • Sivas
  • Tekirdağ
  • Tokat
  • Trabzon
  • Tunceli
  • Uşak
  • Van
  • Yalova
  • Yozgat
  • Zonguldak

Savaşın küllerinden doğan sanatçı

Ferhan Bayır

Ferhan Bayır

Eski Yazar

A+ A-

1913 yılında St. Lazare istasyonundan Paris’e adım atan genç bir Rus, Paris’in büyüleyici ve şık sokaklarına uğramadan, yoksul Montmarte semtindeki Bateau Lavoir atölyesine yönelir.
Sanatta yeniliği tüm benliğiyle arzulayan bu gencin aradığı kişi, Picasso’dur. Picasso o dönem, sanat hayatında ilk ve son kez, bir grup sanatçıyla birlikte çalışarak, 20. yüzyılın en yenilikçi sanat akımı Kübizmi yaratmaktaydı.

Cézanne hayranı genç sanatçı, Picasso ve arkadaşlarının Cézanne’ın geometrik çizgilerinden ilham alarak yarattıkları yeni sanat dilini öğrenmek için, Rusya’dan Paris’e gelmişti.
Belki bilinçaltında resim öğretmeni babasına tepki olarak, hiçbir zaman ders vermemiş Picasso, genç Rus sanatçıya atölyesinde eğitim vermeyi kabul etmez.
Aradan geçen yaklaşık dört yılın ardından, 1917 Devrimi’nin zaferi eşliğinde, başta Paris olmak üzere Avrupa’daki tüm ilerici avangard sanat merkezlerinde bu Rus’un adını duyacaktır: Rus avangardının, konstrüktivizm akımının önderi devrimci Tatlin.

Rus avangardı Tatlin ile birlikte çalışmayı kabul etmese de Picasso dört yıl sonra, uzun zamandır Paris’te bulunan, Çar’ın gözdesi, klasik baleye modern yorum getiren Diaghilev yönetimindeki Ballets Russes topluluğuyla çalışmaya başlar.

Tatlin%2C%203.%20Enternasyonal%20An%C4%B1t%C4%B1
Tatlin, 3. Enternasyonal Anıtı

SAVAŞIN GÖLGESİNDE PİCASSO

1914’te savaşın hemen öncesinde, geleceğe dair iyimserliğiyle modern sanata ilham veren Kübizm akımını yaratan grup dağılır. Braque, Léger, Derain ve şair Apollinaire savaşa gider. Picasso ise Paris’te kalır.
Savaşın dinmek bilmeyen vahşetiyle sürdüğü üçüncü yılında, 1917’in başlarında arkadaşları Paris’e dönmeye başlamıştı. Ne var ki yeniden bir araya gelip aynı atölyede çalışmaya başlayamadılar, kendileri de hissedip resmettikleri dünya da değişmişti.
Savaşın karamsarlığına rağmen, 17 Mayıs 1917 gecesi Parisli avangard sanatçılar, kalabalık bir izleyici topluluğuyla birlikte Théâtre de Châtlete’de Parade balesinin ilk gösterimini izlemek için bir araya gelir.
Baleyi, burjuvanın sanatsal zevksizliğinin zirvesi olarak gören, sirkleri, müzikholleri tercih eden Kübist sanatçıları gösteriye getiren arkadaşları Picasso’dur.
Stranivsky’nin Petruşka eserinden yola çıkarak, Diaghilev ve Jean Cocteau, savaşa rağmen ayakta kalacak modern baleyi sahnelemek için Picasso’yu ikna eder. Picasso, Parade balesinin kostüm ve dekorunu tasarlarken, Erik Satie müziklerini bestelemiştir.
Bale gösterimde 7 kişi vardır: Çinli hokkabaz, Amerikalı kız, iki akrobat, at ve iki ‘yönetici’. Kübist biçimde tasarlanmış, boyları üç metreye yakın ağaç şeklindeki ‘Fransız yönetici’ ve gökdeleni çağrıştıran ‘Amerikalı yönetici’; çıldırmışçasına dans edip koşturan at; at kuyruğu saçından çıkardığı yumurtayı yiyen Çinli hokkabaz; bisiklete binen, boks yapan, elinde tabanca sahnede koşturan Amerikalı kız... Oyun başından sonuna, aklını kaybetmiş birisinin tuhaf rüyaları gibi devam eder.
Bale gösteriminin sona ermesiyle büyük şaşkınlık yaşanır. Seyirciler kendileriyle alay edildiğini düşünerek protesto etmeye başlarlar. Savaş gazisi Apollinaire sahneye çıkarak kalabalığı sakinleştirmeye çalışsa da kızgın izleyiciler ıslık çalarak tiyatroyu terk ederler.
1914 sonrası sanatla gerçeklik arasındaki ilişki kökten değişmiştir. Dünya savaşı öncesi sanatçılar keskin sezgileriyle, toplumsal olayların gelişimini önceden hissedip kavrayabilmekteydi. Yaşanacakları eserlerinde imgesel zenginlik içinde betimleyebiliyorlardı. Sanatçılar yüzeyin altındaki derin çelişkileri görerek güçlü eserler yaratabiliyordu.
Savaş sonrası, toplumsal olayların hızı sanatçıları geride bıraktı. Sanatçı gerçekliğini kavramaya fırsat bulamadan, günlük hayatın trajik ağırlığı sanatçının görüş açısını bulanıklaştırmaya başlamıştı.
Parade bale gösteriminden bir ay önce, saldırıya geçen Fransız ordusu Hindenburg’da 120 bine yakın kayıp verir. Bale açılısından birkaç gün önce, Rusya’daki Şubat Devrimi’nin etkisiyle Fransız ordusunda savaşa karşı isyanın başlamasıyla yine binlerce kişi hayatını kaybeder.
Parade balesi ve Picasso’un o gece yaşadıkları, savaşın çıplak ağırlığını hissetmeyen, savaşla yüzleşmeyen sanatın trajik yenilgisidir. Coşkun, kışkırtıcı, mantığı alt üst eden absürt unsurlarla çürümüş burjuvaziyi sarsmak, şaşırtmak isteyen modern sanatın karşılaştığı ilk açmazdır.
Ordu içindeki ayaklanmanın bastırılması sonrasında, Paris’te gece devriyesine çıkan piyade birliğinin, sokaklarda koyun gibi meleyerek yürüdükleri söylenir.
Savaş zamanı gerçeklik katılaşıp ağırlaştıkça, hayatın yalın görünümü absürt hale gelir. Hayatın çıplak gerçekliği mi yoksa Parade balesi mi daha absürt ve sarsıcıdır?
Parade balesi, burjuvaziyi sarsmak isterken onu rahatlatmıştır. Sanatçının tuhaf hayal dünyası karşısında burjuvazinin akıldışı toplumsal ilişkilerinin yarattığı emperyalist savaş daha ‘normal’ gözükmüştür.
Muhalif modern sanat, sanat ile hayatı, estetik ile politikayı ayırdığı ölçüde burjuva toplumundaki ayrıcalıklı konumunu kazanmıştır.

SAVAŞLA DEVRİM ARASINDA SANATÇI

Savaşın diğer cephesindeyse Tatlin bulunmaktadır. Sanatta yeninin kaderini, toplumu yenileyecek komünizmin başarısında görür. Emperyalist savaşa karşı ülkesini savunur. Bolşeviklerin siyasal idealleriyle, kendi sanatının ütopyalarını birleştirmeyi başarır.
Bir tarafta savaşın yıkımı karşısında atölyesinde yalnız başına sanatıyla ayakta kalmaya çalışan Picasso; diğer tarafta yüzlerce sanatçıyla birlikte yeni komünist toplumun estetik kriterlerini sanat komünlerinde inşa etmekte olan Tatlin.
Tatlin 1919’da Eyfel (Eiffel) kulesine, Batı kapitalizminin simgesine, Sovyetler’in komünizmini müjdeleyen 3. Enternasyonal Anıtı ile meydan okur.
Savaş, kriz, devrim gibi olağanüstü dönemlerde politika sanatı kuşatır, sanat ve hayat olmadığı kadar iç içe geçer. Bu olgunun yadsınması, savaşın sınıfsal içeriğinin anlaşılmasını engeller. Bunun sonucunda sanatçı gerçekliğin altında ufalanır.
Tatlin, "Sanata ölüm, yaşasın hayat" diyecek kadar dünya barışı, özgürlük, eşitlik için savaştı. Picasso gözlerini kaçırdı, sanatını savaşın dışında tutmak istedi. Birçok Avrupalı sanatçıysa kendi devletlerinin emperyalist savaşıyla barıştı. Kirli savaşın taraftarı oldu.
Şüphesiz Picasso bir dehaydı ve her dahi gibi kendisiyle son nefesine kadar kavga ederek, kendisini ve sanatı dönüştürdü. Estetik yargılarını korkusuzca sorguladı ve 1937’de resmettiği Guernica eseriyle, İspanya’yı bombalayan Hitler’e ve işbirlikçisi Franco’ya karşı bayrak açtı. 1917’de yapamadığını yirmi yıl sonra, faşizme meydan okuyarak gerçekleştirdi.
Yaşamının sonuna kadar uzlaşmaz bir komünist olarak görülen Picasso’nun 75. doğum günü şerefine, 1956 yılında Moskova ve Petersburg’da büyük sergiler düzenlenmiş, 1962’de kendisine Lenin ödülü verilmişti. Picasso kendi adına Tatlin ile kaçırdıklarını telafi etmişti!
Picasso’nun başta Parade balesi olmak üzere sahne gösterimleri için tasarladığı kostüm, dekor ve bazı özel seçki eserlerini İzmir’de Arkas Sanat Merkezi’nde görebilirsiniz.
Seyirciyle eser arasında en güçlü etkileşimi, resim sanatı yaratır. Resme bakanın bedeni ile tablodaki beden iletişime geçer.
Suriye sınırındaki savaşın anti emperyalist karakterini göremeyip soyut barış çağırısı yapanlar, emperyalist savaşın tarafı olurken, belki Picasso ile karşılaşınca sarsılıp fikirleri değişebilir. Barış için savaşmanın ahlaki sorumluluğu olmadan, ne sanat kendi sınırlarını aşıp yenilenebilir ne kor halindeki fikirler yeniden alevlenebilir.
Şüphesiz bu etkileşimler ancak savaşları, krizleri devrimci koşullara dönüştürebilecek güçlü siyasi hareketlerin varlığıyla gerçekleşebilir. Devrimci hareketlerin idealleriyle sanatın ütopyalarının kesiştiği o olağanüstü anlarda, dünyayı görmenin yeni yolları belirir, sahneye Leninler, Picassolar, Tatlinler çıkar.