28 Aralık 2024 Cumartesi
İstanbul
  • Şırnak
  • Çanakkale
  • Çankırı
  • Şanlıurfa
  • Çorum
  • İstanbul
  • İzmir
  • Ağrı
  • Adıyaman
  • Adana
  • Afyon
  • Aksaray
  • Amasya
  • Ankara
  • Antalya
  • Ardahan
  • Artvin
  • Aydın
  • Balıkesir
  • Bartın
  • Batman
  • Bayburt
  • Bilecik
  • Bingöl
  • Bitlis
  • Bolu
  • Burdur
  • Bursa
  • Düzce
  • Denizli
  • Diyarbakır
  • Edirne
  • Elazığ
  • Erzincan
  • Erzurum
  • Eskişehir
  • Gümüşhane
  • Gaziantep
  • Giresun
  • Hakkari
  • Hatay
  • Iğdır
  • Isparta
  • Kırşehir
  • Kırıkkale
  • Kırklareli
  • Kütahya
  • Karabük
  • Karaman
  • Kars
  • Kastamonu
  • Kayseri
  • Kilis
  • Kmaraş
  • Kocaeli
  • Konya
  • Malatya
  • Manisa
  • Mardin
  • Mersin
  • Muş
  • Muğla
  • Nevşehir
  • Niğde
  • Ordu
  • Osmaniye
  • Rize
  • Sakarya
  • Samsun
  • Siirt
  • Sinop
  • Sivas
  • Tekirdağ
  • Tokat
  • Trabzon
  • Tunceli
  • Uşak
  • Van
  • Yalova
  • Yozgat
  • Zonguldak

Savaşlar da olmasa!

Bülent İnce

Bülent İnce

Eski Yazar

A+ A-

Arka arkaya yaşanan iki dünya savaşı milyonlarca insanın ölümüne ve milyonlarcasının engelli kalmasına neden oldu. Bu savaşlarda verilen kayıp ve yaralı sayısı konusunda rivayet muhtelif. Kimi kaynaklar 2. Dünya Savaşında dünya çapındaki sivil ya da asker toplam ölü sayısının 50 milyonu bulduğunu belirtirken, başka kaynaklar sadece Çin’deki kayıpların tek başına 50 milyon, Sovyetler Birliği’nde ise 25 milyon olduğunu söylüyor. (Bu iki ülkenin geçen yüzyılın ilk yarısında verdiği toplam kaybın bugünkü Türkiye’nin nüfusuna denk geldiğine dikkat ediniz). Bu ikinci büyük savaşın arkasında bıraktığı engelli sayısı ise genel olarak 25 milyon olarak gösteriliyor.

Toplumlar nüfuslarının büyük, hem de yaş itibariyle en üretken bölümünü bu savaşlara kurban verdi. Sovyetler savaşın başındaki toplam nüfusunun yüzde 14’ünü yitirirken, bu oran Polonya’da yüzde 20’ler civarındaydı. Tabii ki en büyük kayıp erkek nüfusta görüldü. Sovyetler Birliği’nde savaşın başında erkek-kadın sayısı aşağı yukarı eşitken, 1950’lerde her 100 kadına karşılık olarak sadece 60-70 erkek hayatta kalabilmişti.

Şehirler tahrip olmuş, yerle bir olan üretim tesisleri ve yok olan iş gücüyle birlikte büyük bir yoksunluk baş göstermişti. Üretimi acilen ayağa kaldırmak gerekiyordu, ama kiminle?Genç nüfus neredeyse tamamen telef olmuştu. El mahkûm engelliler üretime katılmalıydı.

Engelliler faşizme karşı kazanılan kutsal bir savaşın gazisi olmaları ve savaş sonrasında toplumsal kalkınma için büyük ihtiyaç duyulmaları sebebiyle tarihsel bir önem kazanmıştı. Bunun sonucu olarak engellilerin rehabilitasyonu için büyük bir seferberlik başladı. Özellikle ortopedi alanında olmak üzere,engellilerin konforunu ve hareket kabiliyetini artıracak önemli tıbbi buluş ve gelişmeler hemen savaş sonrası dönemde gerçekleşti. Kol, bacak veya göz gibi uzuvlarını kaybeden askerlerin bu kayıplarının etkilerini minimuma indirmek üzere, uzuv işlevi görecek destek cihazlar geliştirildi. Bu cihazlar, bugün çocuk felci, kas hastalıkları, trafik kazaları vesaire sonucu engelli kalan kişilerin kullandığı çok daha gelişkin cihazlara yol veren öncü gelişmeler olma özelliği taşıyordu.

Bu hayatın tuhaf bir cilvesidir ki savaş dönemlerinde insanlık büyük buluşlara imza atmıştır. Radar teknolojisi ve onun sayesinde meteorolojinin ortaya çıkışı, mikrodalga teknolojisi, penisilin, hijyenik mendiller, cerrahi teknoloji ve tıptaki gelişmeler vs. hep ikinci büyük savaş sırasında geliştirilip sonrasında da gündelik hayatımıza girmiş buluşlardır.

Teknik gelişmelere kafa yormanın ötesinde, savaş dönemleri, insanın yaşadığı buhranın nedenlerini sorguladığı ve bu sorgulamalardan topluma yön veren sosyolojik ve felsefi teoriler, toplumsal sorunların çözümüne dair öneriler ürettiği dönemlerdir de. Ki 1948 yılında imzalanan Evrensel İnsan Hakları Beyannamesi böylesi bir sorgulamanın ürünüdür. Bu sözleşme ile engellilerin yaşadıkları sorunların tıbbi sorunlar olmaktan öte insan hakları bağlamında ele alınması gereken sorunlar olduğu algısının önü açılmış, 1975’te BM’de imzalanan Engelli Kişilerin Haklarına Dair Deklarasyon ile bu düşünce ete kemiğe bürünmüştür.

Bugün Türkiye’de engelliler, insan hakları mücadelesinde bütün diğer dezavantajlı grupların hak mücadelesine ortaklıkve kimi durumda öncülük yapan, sorunun siyasal bir sorun olduğunun bilinciyle ama siyasal angajmanlara girmeden küçüklü büyüklü STK’ların koordinasyonunda hareket eden, siyasi aktörlerin (özellikle seçim zamanlarında) varlıklarını inkâr ve ihmal edemedikleri, bir kitle görünümündedir. Engellilerin STK’lar eliyle örgütlenmesinin tarihi 1960’lara kadar uzanırken özellikle 90’lı yıllarda engellilere yönelik olarak çalışmalar yapan dernek, vakıf, federasyon sayısı çoğalmıştır. Evlerine kapanmış, kaderine razıbir münzevi gibi hayatını sürdürmeye çalışan bu insanlar için bu yapıların önemi çok büyüktür. Hatta bu örgütlenmeniniçinde olmak, hayatlarının belki de en önemli kazanımlarından biridir (kendimden biliyorum). Çünkü bu mekanlar eşitlik, hak, adalet ve özgürlük gibi kavramların sıklıkla telaffuz edildiği,engellerden daha ağır sorunların, sorunlara yönelik çözümlerin, hak aramaya dair yöntemlerin eni-konu tartışıldığı, kazanmaya dair umut ve özgüven aşılayan mekanlardır. Örgütlenmek candır!

Yazarın Önceki Yazıları Tüm Yazıları