Savrulma kararlılığı
Eğitim İş, Diyarbakır’da PKK tarafından çocukları kaçırılan annelerin başlattığı nöbet eylemine destek veren sendikacıları ihraç etti. Gerekçe, sendika genel merkezinin kararı olmadığı halde, sendika adına faaliyet yürütmüş olmak. Oysa sözkonusu ziyareti gerçekleştiren sendikacılar, Eğitim İş içinde örgütlü Hepimizin Sendikası grubu olarak orada bulunduklarını ifade etmişler. Basına yansıyan açıklamalarında “bizi buraya Eğitim İş yönetimi gönderdi” veya “sendika merkezini temsilen geliyoruz” gibi bir ifadeleri yok. Öte yandan sendika tüzüğünde, gruplardan birinin kendi adına yaptığı bu ziyaretin, ihraç ile cezalandırılması gerektiğini gösteren bir hüküm görülmüyor. Şu durumda kararın mahkemeden dönme ihtimali ciddidir. Eğitim İş’te şube yöneticiliği yapmış ve halen bu sendikanın üyesi olan bir akademisyen ve sosyolog olarak benim dikkatimi çeken husus bu noktada başlıyor.
Türkiye’de sosyal demokrat ve batıcı muhalefet kanadı, bir süredir hükümeti hukuksuzlukla suçlayarak, mevcut durumun yönetimsel karşılığını “faşizm” diye koyuyor. Eğitim İş’te yöneticilik yaptığım dönemde, birlikte çalıştığım arkadaşları otoriterlik eğilimleri ile faşizmi birbirine karıştırmamaları gerektiği konusunda uyarıyordum. Bu neden mi önemlidir? Çünkü insan kavramlarla düşünür. Doğru düşünme doğru kavramları, doğru içeriklerle kullanmaya bağlıdır. Kullandığınız kavramlar ve onların içerikleri, düşüncenizin sonuçlarını etkiler. Bir ülkede faşizm olduğunu iddia ediyorsanız, bütün antifaşist güçleri birleştirmek gerekir. Bu durumda “demokrasi cephesini” kurma adına HDP ile işbirliği yaparsınız. Oysa Türkiye’deki rejimin literatür anlamı ile faşizm olduğunu söylemek mümkün değil. Aksine Türkiye Ergenekon ve Balyoz badirelerinden sonra gladyodan kurtulma, PKK’yı temizleme ve bu yüzden toplamda ABD ile cephe cepheye gelme sürecini yaşıyor. Bu süreci okuma yeteneği olmayan, batıcı-liberal taleplerini “Atatürkçülük” zanneden çevreler, Türkiye’nin batı ile karşı karşıya geldiği her durumda, demokrasiyi savunmak adına gayrimilli konumlara yerleşiyorlar.
Batı işbirlikçileri ile “demokrasi cephesi” kurma işinin önderliğini yapan CHP yönetiminde, Eğitim İş’i Eğitim Sen ile birleştirme yönünde bir çabanın varlığı biliniyor. Eğitim İş ile ilgili olarak sorun, iktidara giden yolu HDP ile ittifakta gören batıcı CHP yönetiminin tavrında değil, sendika yönetiminin onlara bu cesareti veren konumlanışında. Eğitim İş yönetiminin kendisine sorması gerekmiyor mu, nasıl bir siyasal duruş sergiliyor olmalılar ki, onları Eğitim Sen ile birleştirmeye dönük bir tazyik ile karşılaşıyorlar?
Batıcı demokrasi ittifakı projesi kapsamında, CHP’den Kemalist ve ulusalcı isimlerin tasfiyesine benzer şekilde, Atatürkçü sendikacılıktan da tasfiyeler yapılması hedefleniyor. Hepimizin Sendikası grubu, şu ana kadar Eğitim İş’in antiemperyalizmin çapası görevini gördü. Sendika genel merkezi ihraç kararlarını savunmak için PKK tarafından katledilen Aybüke ve Necmettin öğretmenlerin isimlerini kongrelerine verdiklerini, aslında kendilerinin PKK-HDP’ye ne kadar mesafeli olduklarının kanıtı olarak gösteriyor. Adama sormazlar mı, o öğretmenlerin isimlerini kongreye verme önergesi hangi grup tarafından verilmişti diye.
Hepimizin Sendikası kanadının solu kimlik siyasetine, HDP seviciliğe, kitle kuyrukçuluğuna ve batıcılığa karşı aşılı tutan Atatürkçü duyarlılığı, bugüne kadar Eğitim İş’i savrulmaktan alıkoyan en önemli ağırlık olmuştu. İhraç kararları, sendika yönetiminde sağcılığa savrulma kararlılığını ortaya koymuş oldu. Üstelik faşizme karşı solculuk ve demokrasi pozları altında! Ancak mahkeme ihraç kararlarını haksız bulur ve iptal ederse, iktidara yönelik hukuksuzluk eleştirilerini yapanlar, ellerinde güç olduğunda aynı şekilde davrandıklarını göstermiş olacaklar. Dua etsinler de, mahkeme iptal kararı vermesin! Aksi halde bizim büyük demokratların, eleştirdikleri hukuksuzlukları yapanlarla aynı malzemeden üretilmiş oldukları kanıtlanır.
Gerek siyasal güçler düzleminde gerekse sendikal alanda Atatürkçülük maskesi altında bu batıcı ikiyüzlülük sürdürülebilir bir konumlanış değil. Türkiye bu tür hataları düzeltmek zorunda olduğu bir döneme girdi. Sendikacılığı CHP’de mebus olmaya, o olmazsa bir belediyede müdürlük vs. kapmaya giden yolda aşama olarak gören tipler, antiemperyalist duruşu ancak işlerine yaradığı müddetçe pragmatik amaçla kullanıyorlar. Oysa bugün hem siyasette hem sendikal hayatta militanlıkla doğru siyasal hattı birleştiren, donanımlı, olgun ve birikimli önderlikler kendini dayatıyor. Bir ülkenin emperyalist sistem ile arasındaki çelişmeler keskinleştiğinde, sistem kadrolarının idare-i maslahatçılığı “meziyet” olmaktan çıkıp yüke dönüşüyor. Yaşanan olay, bunun son örneklerinden biri.