23 Kasım 2024 Cumartesi
İstanbul
  • İçel
  • Şırnak
  • Çanakkale
  • Çankırı
  • Şanlıurfa
  • Çorum
  • İstanbul
  • İzmir
  • Ağrı
  • Adıyaman
  • Adana
  • Afyon
  • Aksaray
  • Amasya
  • Ankara
  • Antalya
  • Ardahan
  • Artvin
  • Aydın
  • Balıkesir
  • Bartın
  • Batman
  • Bayburt
  • Bilecik
  • Bingöl
  • Bitlis
  • Bolu
  • Burdur
  • Bursa
  • Düzce
  • Denizli
  • Diyarbakır
  • Edirne
  • Elazığ
  • Erzincan
  • Erzurum
  • Eskişehir
  • Gümüşhane
  • Gaziantep
  • Giresun
  • Hakkari
  • Hatay
  • Iğdır
  • Isparta
  • Kırşehir
  • Kırıkkale
  • Kırklareli
  • Kütahya
  • Karabük
  • Karaman
  • Kars
  • Kastamonu
  • Kayseri
  • Kilis
  • Kmaraş
  • Kocaeli
  • Konya
  • Malatya
  • Manisa
  • Mardin
  • Muş
  • Muğla
  • Nevşehir
  • Niğde
  • Ordu
  • Osmaniye
  • Rize
  • Sakarya
  • Samsun
  • Siirt
  • Sinop
  • Sivas
  • Tekirdağ
  • Tokat
  • Trabzon
  • Tunceli
  • Uşak
  • Van
  • Yalova
  • Yozgat
  • Zonguldak

Sayın Gaffar Yakınca’ya eleştiriler

Utku Reyhan

Utku Reyhan

Gazete Yazarı

A+ A-

Gazetemizin değerli yazarlarından Sayın Gaffar Yakınca’nın dün yayımlanan “Atatürk’ten Erdoğan’a” başlıklı yazısındaki kimi değerlendirmeleri, önemli yanlışlıklar barındırıyor.

Sayın Yakınca, Cumhuriyet’in ilk yıllarında Atatürk’ün bağımsızlıkçı uygulamaları ile bugünkü Erdoğan yönetimi arasında bir devamlılık ilişkisi kurarken, AK Parti iktidarının ilk 10 yılındaki yanlış çizgisi için de çeşitli gerekçeler üretiyor. İlk 10 yıl (2002-12) şöyle anlatılıyor:

“Doğrusu Erdoğan iktidarının ilk on yılı büyük devrimci dönüşümlerden ziyade rejimin tıkanmışlığını çözmekle geçti. Misal, bu dönemde ekonominin Ali Babacan gibi bir isme verilmesinin sebebi budur. Babacan ekonomisi, bildik yöntemlerle krizi çözmek üzerine kuruludur, geçmiş ekonomi politikalarından bir kopuşu temsil etmez. Aynı durum Batı ile ilişkiler, enerji politikası, aile politikası, değerler siyaseti vb. pek çok alan için geçerlidir. Bu dönemde Erdoğan’ın birinci sorunu demokratik düzeni çalıştırmak ve 'iktidar olabilmektir'. Zaten Türkiye kapitalizminin sorununu çözecek yol da budur.”

Sayın Yakınca’nın bu dönem uygulamalarına bulduğu “mazeretler” gerçeklerle örtüşmüyor. Amacımız geçmişi eşelemek değil. Önemli olan bugünkü mevzilenmedir. Ve bugünkü Vatan Savaşında Aynı Gemideyiz. Bunda şüphe yok. Ancak geçmişi yanlış okursak, hataları görmezden gelmenin de ötesinde onlara gerekçe üretirsek, bugünkü mücadeleler için dersler çıkarma fırsatını da ıskalamış oluruz.

İLK 10 YILIN UYGULAMALARI

İlgili dönemin belli başlı uygulamaları şunlardı:

  • ABD’nin Irak işgali için Türkiye topraklarını ve üslerini kullanıma açmak, 50 bin ABD askerini Türkiye’ye konuşlandırmak için tezkere sunuldu.
  • Libya’da ABD’nin tertibiyle Kaddafi’nin katledilmesi sürecine, NATO görevlerine katılarak destek verildi.
  • AB aday üyeliği Kızılay’da mavi balonlarla kutlandı.
  • KKTC’yi ortadan kaldıracak, Ada'nın tamamını “AB üyeliği” kılıfıyla ABD denetimine sokacak Annan referandumu dayatıldı, Rauf Denktaş saf dışı bırakılmak istendi.
  • Ege’de uluslararası anlaşmalarla egemenliği Yunanistan’a devredilmemiş adaların Yunanistan tarafından işgaline göz yumuldu.
  • FETÖ, AK Parti tarafından kurulmadı ama darbeye cüret edecek derecede ordu, yargı ve emniyet içerisinde palazlandı. En parlak dönemini yaşadı.
  • Türk Silahlı Kuvvetleri, Vatan Partisi ve yurtsever kişiler, ABD/ FETÖ’nün Ergenekon-Balyoz ve benzeri tertipleriyle 7 yıl boyunca hapislere atıldı. Meydan FETÖ’ye bırakıldı.
  • Eş zamanlı olarak yürütülen Açılım Süreci ile PKK’ya manevra alanı yaratıldı, terör operasyonları durdu. 2000’lerin başında bitme noktasına gelen terör örgütü, Türkiye’nin il ve ilçe merkezlerinde “öz yönetim” ilan edebilecek noktaya geldi. Özgürce propaganda yaptılar, eleman topladılar.
  • Abdullah Gül-Ahmet Davutoğlu merkezli dış politika, Türkiye’yi Suriye ve Rusya başta olmak üzere komşularıyla savaş noktasına getirdi.
  • Ali Babacan’ın temsil ettiği küresel finans çeteleriyle işbirliğini savunan ekonomi yönetimi, hem özelleştirmelerle Türkiye’nin millî ekonomisini tasfiye etti hem de bugün sonuçlarını daha ağır gördüğümüz üzere Türkiye’yi döviz üzerinden borca batırdı.
  • Sayın Doğu Perinçek İsviçre’de, AİHM duruşmalarında Ermeni Soykırımı Yalanı’nı bitirmek için mücadele ederken, dönemin hükümetleri ABD-AB baskısıyla neredeyse sözde soykırımı tanıma noktasına geldi.
  • Cumhuriyet ve onun kurucu kadrosuyla savaş, bu dönem rutin uygulama haline geldi. Anayasa’dan “Türk Milleti” kavramının kaldırılması için birçok kez girişimler yapıldı.

Bütün bu uygulamalar (ve daha fazlası) AK Parti’nin “Hele bir iyice iktidar olalım, o zamana kadar emperyalistleri idare edelim” diyerek mecbur kaldığı uygulamalar değildi. Bu bir siyasi tercihti. 15 Temmuz darbe kalkışmasında ya da PKK’nın 6-8 Ekim provokasyonunda görüldüğü gibi Türkiye’yi uçurumun ucuna getiren siyasetlerdi.

MECBURİYETLER SÜRÜKLEDİ

Dünyada ABD’nin gerileyişi, Asya merkezli ekonomik gelişme ve çok kutupluluğun gelişmesi ile Türkiye’nin ekonomik ve güvenlik mecburiyetleri AK Parti’yi 2012’den itibaren, belki biraz daha öncesinden, bir yol ayrımına getirdi. O yol ayrımı, hem FETÖ ile hem de Parti içindeki Amerikancılığın temsilcileri olan Gül, Davutoğlu, Babacan, Arınç gibi kişilerle hesaplaşmayı ve ayrışmayı getirdi. Onların tasfiyesi hem AK Parti hem de Türkiye için hayırlı oldu. Aynı dönemde, Vatan Partisi’nin destansı mücadelesiyle 2014’te Silivri duvarlarından çıkan Türk Ordusu, elbette siyasi iradenin de desteğiyle, PKK’yı dümdüz edecek operasyonlarına başladı. FETÖ hapislere tıkıldı, devlet Amerikan Gladyosundan temizlendi.

ÖZELEŞTİRİNİN ÖNEMİ

Sayın Erdoğan dahi, 15 Temmuz 2016 sonrası milletten özür, Allah’tan af dilemiştir. Bu yalnızca darbe teşebbüsü ile ilgili bir özeleştiri değildir. Geride bırakılan bütün bir dönemin özetidir. Eğer AK Parti ve Erdoğan’ın bu dönemi için “mazeret” ararsak, o zaman bu özeleştirinin de kıymeti kalmaz. Özeleştiri yapmak, hatalardan öğrenmek, ders çıkarmak, doğruya ulaşmanın en kestirme yoludur.

AK Parti Atatürk Vatan Partisi FETÖ PKK Türk Ordusu