23 Kasım 2024 Cumartesi
İstanbul
  • İçel
  • Şırnak
  • Çanakkale
  • Çankırı
  • Şanlıurfa
  • Çorum
  • İstanbul
  • İzmir
  • Ağrı
  • Adıyaman
  • Adana
  • Afyon
  • Aksaray
  • Amasya
  • Ankara
  • Antalya
  • Ardahan
  • Artvin
  • Aydın
  • Balıkesir
  • Bartın
  • Batman
  • Bayburt
  • Bilecik
  • Bingöl
  • Bitlis
  • Bolu
  • Burdur
  • Bursa
  • Düzce
  • Denizli
  • Diyarbakır
  • Edirne
  • Elazığ
  • Erzincan
  • Erzurum
  • Eskişehir
  • Gümüşhane
  • Gaziantep
  • Giresun
  • Hakkari
  • Hatay
  • Iğdır
  • Isparta
  • Kırşehir
  • Kırıkkale
  • Kırklareli
  • Kütahya
  • Karabük
  • Karaman
  • Kars
  • Kastamonu
  • Kayseri
  • Kilis
  • Kmaraş
  • Kocaeli
  • Konya
  • Malatya
  • Manisa
  • Mardin
  • Muş
  • Muğla
  • Nevşehir
  • Niğde
  • Ordu
  • Osmaniye
  • Rize
  • Sakarya
  • Samsun
  • Siirt
  • Sinop
  • Sivas
  • Tekirdağ
  • Tokat
  • Trabzon
  • Tunceli
  • Uşak
  • Van
  • Yalova
  • Yozgat
  • Zonguldak

Seçenek varsa seçim vardır

Atakan Hatipoğlu

Atakan Hatipoğlu

Gazete Yazarı

A+ A-

Eczanelerden ilaç alanlar muadil kavramına aşinadır. Doktorun yazdığı ilaç o anda eczanede yoksa onunla eczacınız size başka bir firma tarafından üretilen fakat aynı etken maddeleri kullanan ve aşağı yukarı aynı sonuçları veren muadil (eşdeğer) bir başka ilaç önerebilir. “Seçim” sizindir. Fakat seçimin odağı kaymıştır. Hastalığınıza iyi gelecek ilacı değil, doktorun reçetesine birebir sadakat gösterip göstermeyeceğinizi seçersiniz.

Siyasette de seçme eylemi her biri birbirine benzeyen ve tercih edilmeleri halinde farklı sonuçlar beklenmeyecek olan muadiller arasında yapıldığında ortada gerçek bir seçim yoktur. Çünkü böyle durumlarda seçim değil atama (tayin) vardır. İş aynı iştir, yürünecek yol aynı yoldur ve yolun değiştirilmesi söz konusu değildir. Seçim zannedilen iş sadece yükümlenicinin (taşeron) değiştirilmesinden başka bir şey değildir. Sistem partileri dediğimiz güçlerin halkın karşısındaki konumları budur. İstikrar dönemlerinde sağ veya sol parti görünümünde olsun, küresel sistemin uyumlu aktörleri olmayı kabul eden ve iktidara geldiklerinde aşağı yukarı aynı programları uygulayan partiler, birbirlerinin seçenekleri değil muadilleridirler. Ve tam da bu yüzden, her seçimde sandığa giden milyonlarca insan “seçim”  zannettiği eyleminden kısa bir süre sonra “elim kırılsaydı da oy vermeseydim” diye şikayetlenmeye başlar.

Öte yandan öyle bazı seçimler vardır ki, tercih edilmeleri halinde hiç birinin beklentileri karşılamayacağı en baştan bilinmektedir. Bunlar da sahici seçimler değildir. Kırk katır ile kırk satır arasında yapılacak tercih gerçek bir seçim değildir. Çünkü anlamlı ve işlevsel olmayan bir seçim, “mış gibi” seçimidir. Kafanıza silah dayamış bir hırsıza cebinizdeki parayı uzatırken yaptığınız, ne özgür iradenizin ürünü olan bir davranış ne de samimi bir yardımseverlik duygusunun dışavurumudur. Sonuçlarından her hâlükârda zarar göreceği bir seçime zorlanan bireyler ve toplumlar, anlamlı ve işlevsel seçimler yapmış olmazlar. Bir tercihin seçime dönüşebilmesinin temel şartı özgürlük ve samimiyetin varlığıdır.

Türkiye bir seçimin eşiğinde. Cumhurbaşkanı adayları ve partilere bakıyoruz. ABD’nin önderlik ettiği küresel kapitalist sistemle bütünleşmekten, sıcak paraya dayalı borçlanmayı bir “kalkınma yöntemi” olarak görmekten, NATO üyeliği ve Türkiye’deki ABD üslerinin varlığından yana olduklarını görüyoruz. Ekonomik kaynakları rantiyeden üretici sınıflara aktarmaya dönük bir önerileri yok. Demek ki bugüne kadar yapılanları en fazla ucundan kıyısından reforme ederek sürdüreceklerini anlıyoruz. Terörle mücadele ve bu kapsamda HDP’nin kapatılması konusunda ya karşı ya da kararsız oldukları görülüyor. Liste uzatılabilir.

Bu eksendeki partiler son tahlilde birbirlerinin muadiline dönüşüyorlar. Yapılacak iş anlamlı, işlevsel ve samimi bir seçim olmaktan çıkıyor. Bunun olabilmesi için seçeneğin olması gerek. Bu noktada yarışan Cumhurbaşkanı adayları arasında Doğu Perinçek ve Vatan Partisi’nin varlığı seçimi seçim haline getirmesi bakımından tayin edici rol oynuyor. Doğu Perinçek’in Türkiye’nin önüne küresel sistemin boyunduruğundan çıkma, komşularla işbirliği ve Avrasya seçeneğine yönelme programını koyduğunu görüyoruz. NATO’dan çıkma, Türkiye’deki ABD üslerini boşaltma talebi bir tek oradan geliyor. Ekonomide bir üretim devrimi gerçekleştirerek işsizliğin yok edilmesi ve hızlı bir kalkınmanın gerçekleştirilmesi vaadi, bugüne kadar bunu yapmamızı engellemiş olan ülkemiz üzerindeki emperyalist denetim mekanizmalarının varlığıyla ilişkilendiriliyor. Buna göre, Türkiye’yi tam bağımsız hale getiremez, küresel sistemin sınırları içinde kalırsanız halkın kalkınma, refaha ulaşma ve özgürleşme yönündeki taleplerini de karşılayamazsınız. Bu program Atatürkçü geleneğin gerçek mirasçısıdır. Emperyalist sistemin izin verdiği dengeler içinde hareket eden partiler, ücretlere zam yapmak, çöpleri toplamak, yol, köprü, baraj yapmak vb. gibi halka kısmi bazı faydalar sağlayabilirler. Ancak ülke kalkınması açısından yapısal bir sıçrama ancak Kemalist Devrim’i tamamlama hattına girmemizle mümkündür.

Bugün ülkenin her yerinde kolları sıvayıp Doğu Perinçek’in cumhurbaşkanı adayı olması için 100 bin imzayı örgütleyen devrimci kadrolar ve imza veren yurttaşlar partizan duyguların çok ötesinde bir siyasi bilinç ortaya koyuyorlar. Bu bir seçenek üretme, seçimin namusunu kurtarma kavgasıdır.