Seçilme yaşı meselesinde doğrular ve yanlışlar
Halkoylamasında oylanacak paketin maddelerinden biri de milletvekili seçilme yaşının 18’e düşürülmesi. Bu konu toplam seçmenin yüzde dördüne tekabül eden iki milyonu aşkın genç bu 16 Nisan’da ilk kez oy kullanacağı için önem kazanıyor.
Seçmen yaşının düşürülmesi meselesini her şeyden soyutlayarak kendi başına ele aldığımızda ilke bazında karşı çıkacak bir şey yok. 18 yaş, reşit olma sınırıdır ve ehliyet alabilen, evlenebilen, iş kurabilen gençler milletvekilliğine de aday olabilmelidirler. Nitekim TBMM Araştırma Hizmetleri Başkanlığı’nın verilerine göre bugün itibariyle seçilme yaşı 51 ülkede 18 yaş olarak uygulanıyor. Hatta Kuzey Kore ve Doğu Timor’da bu yaş sınırı 17’ye kadar çekilmiş durumda.
Bilindiği gibi AKP, milletvekili seçilme yaşını 2006 yılında 30’dan 25’e düşürdü. O tarihte seçilme yaşının düşürülmesi için hükümete yönelik bir örgütlü gençlik baskısı yoktu. Şimdi de yaşın 18’e düşürülmesi yönünde gençlik kesimlerinden gelen bir baskı yok. Siyasi partilerin gençlik kolları ya da çeşitli gençlik örgütlerinin bu talep doğrultusunda bir kampanya yürüttüklerini hiç duymadım. O halde seçilme yaşının 18’e düşürülmesi önerisini nasıl karşılamak gerekiyor?
Seçilme yaşı 25’e düşürüldüğü halde aradan geçen seçimlerde gençlerin bu haklarını kullanmakta istekli oldukları söylenemiyor. 1 Kasım 2015’te yapılan genel seçimlerde TBMM’ye 30 yaşın altında 6 milletvekili girdi. Bunlar arasında bir vekil 26 yaşında, biri 27 yaşında, ikişer vekil ise 28 ve 29 yaşlarındaydılar. Bir başka deyişle 30 yaşın altındaki vekillerin TBMM’deki temsil oranı yüzde bir düzeyinde kaldı. Bundan sonra da böyle olmak zorunda. Bunun başlıca iki nedeni var. Birincisi mevcut sistemin reel mantığı ile ilgili. İkincisi ise ideolojik mantığı ile…
Reel mantıktan kastım, siyasal sistemimizde temsilin liyakat ve birikimden çok para ekseninde dönmesi. Aslında bırakın 18 yaşını 58 yaşında da olsanız önemi yok. Günümüzün para odaklı siyasal sisteminde milletvekili seçilebilmek için ciddi miktarda harcama yapmak gerekiyor. Yapılacak ilk iş aday listesinde seçilebilecek sıraya gelme engelinin aşılması. Bunun için adayların izlemesi gereken yola bakıldığında şunlar görülüyor:
Partiye adaylık başvuru ücreti ödenmeli. Bu ücret partiden partiye, cinsiyete ve yaş gruplarına göre değişebiliyor. Son genel seçimleri ölçü alırsak, -adaylardan ücret talep etmeyen Vatan Partisi dışında- 5.000 TL’den 500 TL’ye kadar değişen bir başvuru ücreti skalası var. İkinci aşamada parti delegelerinin sizi desteklemesi için yapılacak tanıtım ve gönül alma masrafları geliyor. Başvurduğunuz parti önseçim yapmıyor, örgütlere sormaksızın genel merkezde listeleri bağlıyorsa, genel başkan ve çevresi ile kuracağınız kişisel ilişkiler bu aşamada paradan daha önemli olabilir.
Seçilmenizi garantileyecek bir sıraya gelmeyi başarırsanız seçmenleri yani genel seçimi kazanmanız için yapmanız gereken masraflar başlıyor: Seçim büroları kiralama, propaganda araçlarının benzin masrafı, propaganda ekibinin iaşesi, pankart, afiş ve bildiriler, televizyon ve gazete reklamları gibi gider kalemleriniz olacak. Bir milletvekilinin seçilebilmek için yaptığı ortalama harcamanın orta halli bir semtteki orta halli bir dairenin fiyatına eşit olduğu hesaplanıyor. Genel merkezler tarafından büyük şehir adayları arasına serpiştirilen kontenjan adaylarının durumu biraz daha rahat. Ama geri kalanlar için bu tür masraflar kaçınılmaz. Üstelik seçim harcamalarını düzenleyen ve adayları şeffaflığa zorlayan yasal düzenlemeler olmadığı için harcanan gerçek rakamlar çoğu kez dile getirilmiyor.
Gençler milletvekili olmamalı mı? Tabi ki olmalı. Ama bir insanın 18 yaşında olmaktan başka bir vasfı yoksa ulusal temsil hakkı kazanamaz. Çünkü ulusal meclislerde temsil edilen şey, yaş grupları değil ideolojiler, fikirler ve programlardır. 18 yaşındaki bir genç, mensubu olduğu siyasi görüşün etkin bir kadrosu, gelecek vadeden parlak bir üyesi ise, partisi tarafından Meclis’e taşınabilir. İşte bu noktada sistemin ideolojik mantığına çarpıyoruz. Ülkemizde siyasetin kamusal rantları paylaşma kavgası olarak işlemesinden dolayı, o paylaşım kavgasında gençlerin işi yoktur. Kamusal rantların paylaşımı için örgütlenmiş, varlıkları, siyasi güçleri o rantların dağıtımındaki etkinliklerine bağlı olan partilerde gençlere düşen rol, seçimlerde ve parti toplantılarında amigoluk, gündelik getir-götür işleri ve gelecekte bir parçası olacakları patronaj ve komisyonculuk için staj yapmaktan başka bir şey değildir.
Günün birinde gençlere parti organlarında nüfus içindeki oranlarına uygun bir yer açan, inisiyatif veren partiler Meclis’e girebilirlerse, hem siyasetin ideolojik mantığında bir değişikliğe yol açabilir hem de Meclis’i gençleştirebilirler. Ama mevcut haliyle Meclis’teki partilerin gençlik kolları, parti büyüklerinin “hınk deyicileri” olmaktan ya da siyasete ilgisi fikirsel düzeyde amatörlüğü aşamamış heyecanlı çocuklar olmaktan öteye pek gidememiş durumdadırlar. Bu konumdaki gençlerin ise seçilme yaşını ne kadar düşürürseniz düşürün, Meclis’e girebilmeleri ne mümkün ne de gerekli bir şeydir zaten. Seçilme yaşı 18’e düşse bile bu gençleri, Meclis’e taşımaya ne partideki büyükleri istekli olacaklardır ne de o gençler, büyüklerinin arasından sıyrılabilecek kapasiteyi sergileyebilirler.
16 Nisan’da gençlerin milletvekili seçilebilme sınırı değil, yasama-yürütme ilişkilerinin niteliği oylanacak. Kâğıt üzerinde kalmaya mahkûm da olsa 18 yaşındaki gençlere milletvekili seçilme yaşının verilmesine karşılık Türk milletinin vermesi istenen şey, iktidarı denetleme yetkisinin sonsuza dek devredilmesidir. Bunun pek kârlı bir alışveriş olmadığı ortada.