22 Kasım 2024 Cuma
İstanbul 18°
  • İçel
  • Şırnak
  • Çanakkale
  • Çankırı
  • Şanlıurfa
  • Çorum
  • İstanbul
  • İzmir
  • Ağrı
  • Adıyaman
  • Adana
  • Afyon
  • Aksaray
  • Amasya
  • Ankara
  • Antalya
  • Ardahan
  • Artvin
  • Aydın
  • Balıkesir
  • Bartın
  • Batman
  • Bayburt
  • Bilecik
  • Bingöl
  • Bitlis
  • Bolu
  • Burdur
  • Bursa
  • Düzce
  • Denizli
  • Diyarbakır
  • Edirne
  • Elazığ
  • Erzincan
  • Erzurum
  • Eskişehir
  • Gümüşhane
  • Gaziantep
  • Giresun
  • Hakkari
  • Hatay
  • Iğdır
  • Isparta
  • Kırşehir
  • Kırıkkale
  • Kırklareli
  • Kütahya
  • Karabük
  • Karaman
  • Kars
  • Kastamonu
  • Kayseri
  • Kilis
  • Kmaraş
  • Kocaeli
  • Konya
  • Malatya
  • Manisa
  • Mardin
  • Muş
  • Muğla
  • Nevşehir
  • Niğde
  • Ordu
  • Osmaniye
  • Rize
  • Sakarya
  • Samsun
  • Siirt
  • Sinop
  • Sivas
  • Tekirdağ
  • Tokat
  • Trabzon
  • Tunceli
  • Uşak
  • Van
  • Yalova
  • Yozgat
  • Zonguldak

Seçimin ardından: Epilog

Ekrem Kahraman

Ekrem Kahraman

Eski Yazar

A+ A-

İki ünlü solcu Fransız entelektüel ve yazar Jean-Paul Sartre ile Albert Camus arasında yaşanan dillere destan yakın dostluk, mücadele arkadaşlığı ile siyasi düşünceleri, tutumları, birbirine kırgınlıkları, kavgaları ve nihayet yol ayrımına gelmeleri nedeniyle İkinci Dünya Savaşı’nın hemen ardından yollarının bir daha birleşmemek üzere ayrılmasının trajik öyküsünü bu köşede daha önce de (2012) yazmıştım.

Her nedense bu öyküyü yeniden dillendirmek istedim. Çünkü, son yıllarda benzer bir ideolojik iç kırıklığı ve siyasi yol ayrılığı Türkiye solunda ve Cumhuriyetçi çevrelerde de sertçe yaşanıyor.

Okuyanlar hatırlayacaklardır: Camus, Paris’in işgaline karşı direniş sırasında gizli yayımlanan “Savaş” (Combat) gazetesinin, Sartre ise “Modern Zamanlar” (Les Temps Moderns) dergisinin editörleri olarak dönemlerinin entelektüel çevreleri başta olmak üzere Fransız ulusunu ideolojik ve psikolojik anlamda ciddi anlamda etkileyip yönlendirdiler.

Fakat bu anlamlı dostluk ve yol arkadaşlığı 2. Dünya Savaşı’nın ve Paris’in işgalden kurtuluşun hemen ardından ABD tarafından uygulamaya sokulan Kültürel Soğuk Savaş çarpışmaları ile birlikte derinden sarsılacak, yolları sert bir biçimde ayrılacak ve birbirinden her anlamda derin bir kopuş yaşayacaklardır.

Aslında bu yol ayrımı ve iç çarpışma bütün aydınlanma Avrupa’sı solcuları, cumhuriyetçileri ve entelektüellerin içerisine yuvarlandıkları derin yarılmanın da en tipik örneği sayılmalı.

Sartre’ın dergisi daha başından itibaren bu tartışmanın en uç ve ateşli taraftarı oldu. Dergide Camus’un siyasi tutumuna karşı çoğu Sartre’a ait ya da onun kontrolünde birçok eleştirel yazı yayımlandı. Camus, Sartre’ın adını anmadan ‘editöre’ diye Sartre’nın dergisine bir açık mektup gönderdi ve aynen şöyle yazdı: “Arkadaşlığımız kolay bir arkadaşlık değildi, ama onu özleyeceğim. Eğer bugün arkadaşlığımıza bir son veriyorsan, hiç şüphe yok ki sonlanması gerektiği içindir. Bizi pek çok şey bir araya getirdi, birkaç şey ise ayırdı. Ne var ki bu ‘birkaç şey’ bile bizi ayırmak için yeterince fazlaydı...”

Sartre da Camus’ye anında cevap verdi: “Ben Sartre, -1944’de olaylara bu denli uzak olan ben- değiştim ve tarihin içinde yer almayı öğrendim. Yaşanan insanlık mücadelesine artık büyük bir bağlılık duyuyorum ve risk alıyorum. Sen Camus, - o zamanlar bu denli cesur ve olayların içinde yer alan sen - gelişme göstermedin ve o günden beri tarihten kaçıyorsun ve daha fazla risk almaktan kaçınıyorsun...”

Bu karşılıklı sert sözler ve davranışlar gerçekten de sonun başlangıcı oldu.

Bu öykü, son yılların Türkiye siyaseti için de oldukça öğretici ve ders vericidir.

SİYASİ, ZİHİNSEL

KAFA KARIŞIKLIĞI

16 yıldır iktidarda olan AKP liderliğinin geliyor olan siyasi ve ekonomik kriz ile bölgesel tehlikelerin farkına vararak panik halinde erkene aldığı erken seçim yapıldı bitti. Kazanan da yine eski oy oranlarına yakın bir sonuçla Cumhur İttifakı haline dönüşmüş olan iktidar oldu.

Fakat Türkiye’nin siyasi krizi, kargaşası ya da “güncel” mecburiyetleri yine de sona ermiş değil. Çünkü bu mecburiyetlerin ve krizlerin müsebbibi seçimi kazanmış olsa bile ertelemiş olduğu krizin, çöküşün ve siyasi çıkmazın tam ortasındadır artık.

Yani durum değişmedi, aksine daha da maharet ve basiret gerektiren bir yere evrildi.

Ne var ki asıl problem iktidardan çok muhalefette en çok da CHP yönetiminde.

Çünkü derin bir ideolojik ve siyasi kimlik bunalımında.

Her ne kadar, CHP ya da bir siyasi taraf ya da proje için söylenmiş olmasa da asıl söylenmesi gerekeni psikiyatr Prof. Yankı Yazgan söylemiş: “ Kaygı düzeyi epey yüksek, odaklanmayla ilgili zorluklar var, zihinsel bir buhran ve kafa karışıklığı yaşıyoruz... Bu yüzden de aynı insanlar bugün ‘a’ dediğine, yarın ‘b’ diyebiliyorlar... çünkü herkes günü kurtarma peşinde...”

Gencimiz, yetişkinimiz, iş adamımız, sanatçımız, aydınımız, entelektüelimiz vd. de öyleler.

Bir önceki yazımda da belirtiğim gibi artık aklı başında olduğunu sandığımız sol ya da cumhuriyetçi siyasiler de, partileri de, özel ya da devlet kurumları da bunların dışında değiller.

Bu köşede uzunca bir süredir ideolojik, siyasi kültürel tıkanıklık, çaresizlik, çöküş, körleşme, zihinsel obezite, yersizyurtsuzlaşma, gaflet, delâlet, beceriksizlik, siyasi şaşkınlık artarak devam ediyor. Önümüzdeki süreçte bu çıkmaz daha da çıkmaz olacak.

Bir önceki yazımda da belirtmiştim: bu ittifaklardan hangisi kazanırsa kazansın kazanılan sadece çıkmazın çok daha derini olacaktır.

Son cümlemi tekrarlayayım: Yazın bir yere, bir ay sonra şu içine yuvarlanmış olduğumuz krizden çok daha beterindeyiz bilesiniz!