Seçimler ve Ankara’nın Batı karşısındaki konumu
Türkiye, 6 ay içinde önemli bir seçime gidiyor. Bu seçimlerin, ülkenin kaderini belirlemek açsısından tayin edici önemde olduğu konusunda içeride ve dışarıda genel bir mutabakat var. İktidar da muhalefet de, iç ve dış her olayı/gelişmeyi, ülkenin ihtiyaçları değil, seçimlerde oy getirisi sağlamak için kullanmaya odaklanıyor. CHP’nin Esad’a yolladığı söylenen mektupta “Erdoğan gidiyor, onunla görüşmeyin, biz geleceğiz ve TSK’yı Suriye’den çekeceğiz, Suriye’ye tazminat ödeyeceğiz” demesi bunun en çarpıcı örneklerinden. Mektuptaki vaatler, Türkiye’nin hem siyasi geleneklerine hem de genel olarak siyasi partilerin yabancı ülkelerle ilişkilerinde uyması gereken temel kurallara aykırı. Türkiye’nin Suriye’nin toprak bütünlüğünü sağlamak için Rusya ve Suriye ile ortak operasyonları da içeren bir işbirliği iradesi ortaya koyduğu koşullarda, mektup siyaseten de vahim bir içeriğe sahip. CHP yönetimi bu mektupla, Esad yönetimine güvence vermekten çok PKK’ya güvence vermeyi taahhüt etmiş oluyor.
HDP ve FETÖ’nün 6’lı masanın gizli ortakları olduğu, son olarak İmamoğlu ile ilgili mahkeme kararından sonra daha fazla berraklaştı. İmamoğlu kararından sonra, 6+2 cephesinde oluşan adaylık yarışı kargaşası bu yazının konusu olmadığı için girmiyoruz. Bu olay üzerine ortaya çıkan ve genel olarak seçimler düzlemindeki siyasal tartışmanın yurtdışı boyutunu ve iktidar ile muhalefetin bu konudaki yaklaşımlarını ele alacağız.
ATLANTİK CEPHESİ AÇIK OYNUYOR
Son 10 gün içindeki iki olay iktidarın Atlantik cephesi karşısındaki bocalayan konumunu ortaya koyuyor. Birincisi, İmamoğlu’na ilk derece mahkemede verilen ve henüz kesinleşmemiş hapis cezası kararı sonrasında Atlantik cephesinin ayağa kalkması karşısında alınan tutum. Bu karar sonrasında ABD’nin Beyaz Saray’dan ve ABD Dışişleri Bakanlığından hemen sıcağı sıcağına açıklamalar yapıldı. Beyaz Saray, “İfade özgürlüğü, barışçıl toplanma ve örgütlenme hakkı, sağlıklı bir demokrasinin temelidir. Türkiye’yi bu temel özgürlüklere saygı duymaya ve bu davayı hızlı ve adil bir çözüme ulaştırmaya davet etmeye devam ediyoruz.”, ABD Dışişleri de “Bu haksız karar insan haklarına, temel özgürlüklere ve hukuk kurallarına saygı ile uyuşmazlık içindedir. Türkiye’de sivil toplum, medya, siyasi ve iş dünyası liderlerine ilişkin devam eden davalar konusunda endişeli kalmaya devam ediyoruz.” diyordu. Almanya Dışişleri Bakanlığı, Avrupa Parlamentosu, Avrupa Birliği ülkelerinden de benzer açıklamalar geldi. Bu açıklamalar üzerine bir Allah’ın kulu çıkıp, “Ey yabancı devlet temsilcileri, siz kim oluyorsunuz da Türkiye’deki yargı kararıyla ilgili açıklama yapıyorsunuz, iç işlerimize karışamazsınız.” demedi. Biden’ın açıkça “arkanızdayız” dediği 6+2’den bir şey beklemiyoruz ama iktidarın da aynı suskunluk içinde olması dikkat çekici. Dışişleri Bakanlığı bu açıklamalara tepki göstermedi.
İkinci olay, Şebnem Korur Fincancı davası. 23 Aralık’ta görülen davanın ilk duruşmasında, Türk Ordusuna yönelik uluslararası tertibin devamı sahnelendi. Duruşma salonunda toplanmış yabancı diplomatlar diğer destekçileri ile birlikte, salona getirilen Fincancı’yı ayakta alkışlıyor. Ama yine ses yok. İşin o kadar cılkı çıkmış ki, Belçika Dışişleri Bakanı 15 Aralık’ta Türkiye ziyaretinde Dışişleri Bakanı Mevlüt Çavuşoğlu ile ortak basın toplantısında “yapılacak seçimlerin gerçekten de Türk halkının seçimini ortaya koyacak bir şekilde olmasını bekliyoruz.” diye bir ifade kullanabiliyor. Çavuşoğlu aynı toplantıda bunu yadırgadığını belirterek tepki gösterdi ama bu durum Türkiye-Batı ilişkilerinde durumun nasıl bir noktada olduğunu ortaya koyuyor.
Bu tür durumların normalleştiğini görüyoruz.
TEPKİSİZLİK ATLANTİK’E CESARET VERİYOR
Aslında bu “normalleşme”, Biden 2021 yılında göreve geldikten sonra 1915 olaylarını “soykırım” olarak niteledikten ve bundan 6 ay sonra da ABD’nin liderliğinde 10 ülke büyükelçisinin “Osman Kavala serbest bırakılsın” bildirisi yayınlamasından sonra alınan tutumlarla başladı.
Daha dün ABD’nin Merkez Kuvvetler Komutanı Türkiye’nin burnunun dibine kadar gelip PKK’lılarla fotoğraf çektirip, “Türkiye’nin askeri müdahalesini engellemek için her şeyi yapacaklarını” söylüyor, Türkiye’ye karşı İsrail ve Yunanistan ile birlikte Doğu Akdeniz’de son derece ciddi tezgahlar kuruluyor. Bu koşullarda, “seçimlere giderken fazla toz kaldırmayalım” deniliyor ve “ABD ile normalleşme” gündemi öne alınıyor. Oysa Biden’ın işbaşına gelmesinden bu yana son iki yıllık gelişmelerin gösterdiği açık gerçek, izlenen bu hattın ABD’nin ataklarını artırmasına neden olduğudur.
Türkiye’nin karşı karşıya olduğu dış tehditler ciddidir. Bu tehditlere karşı milleti birleştirmek ve seferber etmek için, Atlantik dayatmalarına karşı açık tutum ve siyasi kararlılık gerekir. Seçimin esas gündemi budur.