Seçimler ve referandumlar dönemi
On altı yıl süren bir dönemin sonuna geldik. AKP, kendisini Kurucu İrade yerine koyarak Anayasal rejimi değiştirdi ve parlamenter sisteme son verdi. Her ne kadar nihai hedefine (işbirlikçi kapitalist bir şeriat devleti kurmak) 2023’te ulaşmayı planlıyorsa da, önümüzdeki seçimlerin ve referandumların ülkemizin kaderini belirleyeceği anlaşılıyor.
Cumhurbaşkanlığı seçimi, onu izleyecek genel ve yerel seçimler yeni seçimlerin, anayasa tartışmalarının ve referandumların kapısını açacak. Tıpkı birbirini izleyen depremlerin zemini yavaş yavaş yerli yerine oturtması gibi... Sonunda, ya AKP’nin getirdiği sistem bir restorasyon sürecinden geçerek yerleşecek ya da kendi içimizden bir Kurucu İrade çıkararak yeni bir anayasayla parlamenter sisteme dayalı, kuvvetler ayrılığını benimsemiş “laik ve demokratik bir hukuk devleti” kuracağız. Üçüncü bir yol ve ihtimal görünmüyor.
Biz “kurtarıcı” nosyonuna ve misyonuna fazla önem atfeden heyecanlı bir milletiz. Tarihimize bakarsak, halkın sesini yükselterek iktidarları zorladığı bazı istisnai durumlar dışında, “demokratik” denilen bütün hakların, uluslararası konjonktürün ve ülke içindeki siyasî güçler dengesinin bir gereği olarak yukarıdan verildiğini, yukarıdan kısıtlandığını ve dönemsel olarak yine yukarıdan geri alındığını görürüz. Önümüzdeki sürecin yaratacağı toplumsal çalkantı bu alışılmış “yukarıdan verip alma” sürecine son verme fırsatı sunuyor.
Peki ama nasıl?
Her şeyden önce, siyasetin karagöz-hacivat, orta oyunu, pehlivan cazgırlığı, boş teneke gürültüsü, “şenlik havası,” paranın su gibi aktığı reklamasyon seyirlikleri gibi göz alıcı, eğlendirici ve öfkelendirici yüzeyinin altında ne olduğunu merak etmek, görmek ve anlamak durumundayız. Dikkatle baktığımız zaman bize en boş, en aptalca gelen siyaset söyleminin bile arkasında kesinlikle bir program, bir hedef, bir ülke tahayyülü olduğunu görürüz. Bunu göremiyorsak bize en güçlü gelen davul ya da boş teneke sesinin etrafında toplanıp siyasi atmosferi, tam da amaçlanan şekilde, bir tür şenlik ve eğlence havasında yaşarız.
Bizim tarihimizde pek çok değişim geçirmesine rağmen ana hatlarını koruyan iki programatik siyasî akım, iki siyasî hat olmuştur. Birisi, Yeni Osmanlı Cemiyeti - İttihat ve Terakki - Mustafa Kemal - CHP - 1961 Anayasası hattıdır. Diğeri, Hürriyet ve İtilâf - İngiliz Muhipleri Cemiyeti - 1982 Anayasası - Saidi Nursi, AKP ve FETÖ hattıdır.
Ülkemiz, tarih-zaman içinde bu iki çizgiyi aşarak daha yüksek bir senteze ulaşacak ölçüde iktisadi gelişme, toplumsal kalkınma ve kültürel ilerleme kaydedemedi. AKP’nin Cumhuriyet tarihinde dış güçlerin yönlendirmesiyle açtığı on altı yıllık parantez, halk arasında derin bölünmelere ve kamplaşmalara yol açtı.
Günümüzde bu iki hattın görmezden gelindiğini fakat siyasî partilerde ve partilerarası ittifaklarda birbirine karışarak, iç içe geçerek varlığını sürdürdüğünü görüyoruz. Ancak tarih, önümüzdeki dönemde bu iki uzlaşmaz hattı kesinlikle ayrıştıracaktır. Bu iki hat arasında kesin ve tayin edici son bir hesaplaşma olacaktır.
Cumhurbaşkanlığı seçimi önümüzdeki uzun seçimler ve referandumlar sürecinin sadece ilk adımı ve başlangıç noktasıdır. Reis’in Saray’da kalmak için yapmayacağı şey yoktur. Devlet aygıtlarını ve Sayın Bahçeli’yi kullanarak her türlü iftira, komplo ve bel altı vuruşu deneyecek ve çok büyük bir tepkiyle karşılaşacaktır. Demokrasi ve istiklâl bedelsiz olmuyor.
Her şeyden önce barajları yıkmak gerekir. Muhalif siyasî partilerin genel seçimlerde “barajı sıfırlamak”tan söz etmesi, Doğu Perinçek’e getirilen yüz bin imza barajının aşılması için çağrı yapması olumlu bir adımdır. Doğu Perinçek’i önümüzdeki seçimler ve referandumlar sürecinde susturmaya kimsenin gücü yetmez. Fakat Doğu Perinçek’in Cumhurbaşkanlığı seçimlerinden dışlanmasına izin veremeyiz. Yarın son gündür. Seçim kurullarına gidip halkçı devrimci adayı güçlendirelim. Barajların yıkılması için atılacak en önemli adımdır!