‘Şehir kırosu’ Fatih’le yıkıldı duvar!
Önceki gün Galatasaray kendi evinde, Fenerbahçe’yi 1-0 yendi. Lider Fenerbahçe ile puan farkını, ligin bitimine 6 hafta kala 10’a indirdi. Televizyonda dile getirilen iddiaya göre; teknik direktör Mancini, başkan Aysal’a, görevinden ayrılmak istediğini söylemiş... Bu iddia gerçek dışı olsa bile, futbol takımındaki huzursuzluk, sahaya kadar yansımış durumda.
Son 2 yılın şampiyonu olan ve büyük yatırımlar yapılan Galatasaray treninin raydan çıkması; 2013 Haziran Kongre’sinde, kurumsallaşma gerekçesiyle yapılan yönetim kurulu değişikliğiyle başladı. Yönetimdeki fren/denge mekanizmalarını, berhava etti o kongre. Ardından gelen hamleler ve teknik direktör Fatih Terim’in gönderilmesiyse, vagonları devirdi! Mutlak güce ulaştığını varsayınca, durumunu tescillemenin yollarını arayan çoğu erk sahibi(Bkz:TC Başbakanı) gibi Aysal da, bu gereksiz hamleyi denedi.
‘Snob’... ‘Jakoben’...
Belki de onu bu hamleye iten, “Liseli genleri”ydi. Kendilerini, Galatasaray Spor Kulübü’nün gerçek ve yegâne sahibi olarak gören Galatasaray Liselilerin, bir açıdan “snob”, bir açıdan “jakoben”(jakoben kısmı, eleştiri değil, saptamadır) yaklaşımları, sosyal demokrat olduğunu iddia edenlerde bile öne çıkarken, Ünal Bey’i etkisinde tutması yadırganamaz elbette.
Öte yandan; başkanın yaşam öyküsü de, yürüyen tekere çomak sokan hamlesini destekleyen veriler içeriyor. Duvarın kendi üstüne yıkılacağını hesap edemeden, aralarındaki ego savaşının son darbesi olarak ipini çektiği Fatih... O Fatih’e, Hıncal Uluç’un yakıştırdığı “şehir kırosu” sıfatının; kendisinin de dahil olduğu sarı-kırmızılı aristokrat meclislerinde gördüğü hüsnü kabulü kim inkar edebilir? “Bizi, liseye kadar okutur, üniversiteyi asla...” sözü, Fatih için, kim tarafından söylenmişti dersiniz?
3 Temmuz sağolsun!
Bugün 73 yaşında olan Aysal, Mekteb-i Sultânî’nin ardından, İsviçre’de hukuk öğrenimi görüyor. 2 yıl Koç Holding ve 1 yıl Belçika’da çalıştıktan sonra, 1974’te kurduğu “Unite” şirketiyle, tüm işverenler gibi binlerce emekçinin sırtından bugünkü konumuna tırmanıyor. “Sıfırdan gelen büyük başarı” olarak değerlendirilen bu sürecinin ve yaptığı servetin, onu, 2011’de tam bir kaos içinde olan Galatasaray’ın başkanlık koltuğuna oturtmasındaki rolünü bilmeyen yok.
Başkan olduktan sonraki söylem ve eylemleri, Türkiye’ye de, spor ortamına da, kulüp dengelerine de ne denli uzak olduğunun kanıtı olan örnekler taşıyordu. Fatih’i göreve getirmek gibi doğru hamleleri, ya başkalarının fikriydi, ya o günkü konjonktürden kaynaklanan avantajların ürünüydü. “Çıraklık” sürecini, 3 Temmuz kumpası sayesinde, “dikensiz bahçede gül derleyerek” atlatacak kadar şanslıydı Ünal Bey.
AKP’ye oy veren milyonlar...
Bu rekabetten uzak dönemde yaptığı gafları, futboldaki sportif başarılar örtüyordu. 32.Gün programında, 20 milyon Galatasaraylının AKP’ye oy verdiğini söyleyip; 2 ay sonra, Mali Kongre’de özür dilemek zorunda kalıyordu örneğin. Ancak esas ayıbı; sonraları Cemaat kumpası olduğu ortaya çıkan 3 Temmuz sürecine karşı gösterdiği oportünist yaklaşımdı! Asırlık rakibi ve yol arkadaşının zor durumdan yararlanarak, kendi kulübüne avantaj sağlayacak hamleleri, yurt içi ve dışında gizlice gerçekleştirmek için, değme pragmatiste rahmet okutacak adımlar attığı ortaya çıkıyordu.
“Aziz Bey’in yerinde olsam, utancımdan uyuyamam”, “Tribünde onunla yan yana oturmam” türünden ifadelerle, özür gerektiren söylemlerinin arşivi genişliyordu. Üstelik bu, tayyipvâri gerginlik politikası, onun tarzına hiç uygun değildi. Bir yandan da, toz-duman ortamında kulübünün ekonomik sıkıntılarını çözecek “şaibeli” bir sermaye artırımına gidiyor, küçük yatırımcıları mağdur ettiği gerekçesiyle, mahkemelik oluyordu.
Adriana Lima’yı getir!
Kişisel yatırımları enerji sektöründe yoğunlaşan Aysal, iş deneyimlerini, uluslararası vizyon ve gözlemleriyle sentezleyerek girdiği spor(futbol) endüstrisinde, yerel ölçeği göz ardı etmek hatasına düştü, düşüyor. Teorik doğrular, onu hedeften uzaklaştırıyor. Örneğin, “marka” merakı...
Bir yandan; benim için, kulübün sporcusunun ekonomik anlamdaki varlık değeri önemlidir transfer ederken, diyor; öte yandan vizyon için gerekli gördüğü, Çin piyasasına düşmüş, kariyeri bitmiş Drogba’ya çuvalla para ödüyor. Verimsiz vizyona, yılda 8 milyon Avro... Ülkeye aşina Adriana Lima’yı basın sözcüsü yap, üstelik Brezilyalı, aynı iş daha ucuza gelir!
Sneijder, hatta Mancini gibi büyük yatırımlar yapılıyor, benzeri acı deneyimler göz ardı edilerek... Yerel ve öznel parametreleri dikkate alsa, “hata” olduğunu fark edecek; o ise, pahalı yolu, yaşayarak öğrenmeyi seçiyor. Bu arada bir riski daha üstlenmiş oluyor. Naomi Klein’ın ifadesiyle: “Bir şirket kültürel panoramayı markalamaya ne kadar hevesli ve işçileri terk ederken ne kadar özensiz olursa, saldırmaya hazırlanan sessiz eleştiri ordularını yaratması o kadar olasıdır”
Çünkü... Çünkü... Çünkü...
Ünal Bey’in şirketlerindeki sloganı: “Sürdürülebilir değişim”... Oysa G.Saray’da izlediği strateji, “sürdürülebilirliği” mümkün kılmıyor. Çünkü; Türkiye’de futbol zemini stabil değil, başta siyaset kurumunun eli sporun içinde, her an, her şey değişebiliyor... Çünkü; yabancı futbolcu sınırlaması gibi, maliyeti körükleyen, uluslararası rekabet gücünü zayıflatan faktörler var... Çünkü; yabancıların gözünde, burası 3.Dünya Pazarı, performans şartı olmadan şahane kontratların yapılabildiği... Çünkü... Çünkü...
Galatasaray Başkanı, geçen yıl bir gazeteye şunları söylemişti: “Evet her şeyim var ama Galatasaray başkanı olmak bir ayrıcalık. Benim varlıklı olmam beni yaşadığım sürece hatırlatır. Galatasaray başkanı olmaksa beni her zaman hatırlatır.” Nasıl hatırlanacağını kendisi belirleyecek; çıraklık, kalfalık bitti, ustalık dönemi başlıyor. Önünde 2 yılı daha var; malum “Usta”ya benzerse, vay Galatasaraylının haline...