10 Ocak 2025 Cuma
İstanbul
  • Şırnak
  • Çanakkale
  • Çankırı
  • Şanlıurfa
  • Çorum
  • İstanbul
  • İzmir
  • Ağrı
  • Adıyaman
  • Adana
  • Afyon
  • Aksaray
  • Amasya
  • Ankara
  • Antalya
  • Ardahan
  • Artvin
  • Aydın
  • Balıkesir
  • Bartın
  • Batman
  • Bayburt
  • Bilecik
  • Bingöl
  • Bitlis
  • Bolu
  • Burdur
  • Bursa
  • Düzce
  • Denizli
  • Diyarbakır
  • Edirne
  • Elazığ
  • Erzincan
  • Erzurum
  • Eskişehir
  • Gümüşhane
  • Gaziantep
  • Giresun
  • Hakkari
  • Hatay
  • Iğdır
  • Isparta
  • Kırşehir
  • Kırıkkale
  • Kırklareli
  • Kütahya
  • Karabük
  • Karaman
  • Kars
  • Kastamonu
  • Kayseri
  • Kilis
  • Kmaraş
  • Kocaeli
  • Konya
  • Malatya
  • Manisa
  • Mardin
  • Mersin
  • Muş
  • Muğla
  • Nevşehir
  • Niğde
  • Ordu
  • Osmaniye
  • Rize
  • Sakarya
  • Samsun
  • Siirt
  • Sinop
  • Sivas
  • Tekirdağ
  • Tokat
  • Trabzon
  • Tunceli
  • Uşak
  • Van
  • Yalova
  • Yozgat
  • Zonguldak

Selim İleri ve aydın taslakları

Tunca Arslan

Tunca Arslan

Gazete Yazarı

A+ A-

“Cehennem Kraliçesi”nden “Yaşarken ve Ölürken”e, “Her Gece Bodrum”dan “Ölüm İlişkileri”ne, “Bir Akşam Alacası”ndan “Kafes”e, “Cumartesi Yalnızlığı”ndan “Dostlukların Son Günü”ne, “Bir Denizin Eteklerinde”den “Son Yaz Akşamı”na…

Selim İleri’nin ölümüyle Türk edebiyatı son büyük yazarını yitirmiş oldu.

Romanları, öyküleri, denemeleri, anıları, senaryoları ve yönetmen olarak imza attığı tek sinema filmiyle (“Hiçbir Gece”, 1989) neredeyse tüm sanat kariyerini “küçük obanın bireyleri” dediği küçük burjuva aydınların umutsuz çırpınışlarını yansıtmaya adamıştı İleri. Onların umutsuz aşklarını, hastalıklı sevgilerini, kösnüllüklerini, hayal kırıklıklarını, çıkışsızlıklarını, birbirlerine ve ideallerine ihanetlerini, düzene eklemlenişlerini anlatırken, kendisinden ve çevresinden yola çıkıyordu hiç kuşkusuz. 12 Eylül öncesinde, 1979’da yayımlanan “Ölüm İlişkileri”nde şöyle bir “kehanet” cümlesi geçer örneğin: “Ortalıkta gerine gerine gezinen, küçük salon ifşaatlarıyla devrimcilik oynayan aydın taslakları, olsa olsa faşizmin ekmeğine yağ sürer.”

“DOSTOYEVSKİ KOKUYOR YAŞADIKLARIMIZ”

12 Eylül’den sonra, yeteneklerini büyük oranda reklam sektöründe, düzen medyasında, düzen partilerinde vb. göstermeye başlayan o aydın taslaklarına bakıp duyduğu acıyı ve öfkeyi satırlara döktü İleri. 12 Eylül döneminde ünlenen, ödüller alan, çok okunan bir yazardı ama Yalçın Küçük’ün adlandırmasıyla, “Eylülist romancılardan” biri olmadı. Tam tersine 12 Eylül’ün aydın çevrelerde yarattığı tahribat ve savrulmanın gözlemcisi, anlatıcısı, eleştiricisi olarak dikkat çekti. Gene “Ölüm İlişkileri”nden bir cümle,  “Sanat, diye düşündü ince fırçayla resimden uzaklaşarak, aydınlarla konuşulduğunda çirkin bir eylem olup çıkıyor”, bir çöküş döneminin özeti gibidir.

“Yaşarken ve Ölürken”in ana karakteri “Memleketin büyük çoğunluğunu dile getiren kitaplar yazmadığımı biliyorum en azından” derken, “Cehennem Kraliçesi”nden şu yankı yükselir: “Ben her şeyi on dokuzuncu yüzyıl sonu büyük Rus romanına benzetiyorum. Bir hayli Dostoyevski kokuyor yaşadıklarımız. Sarsıntılar, ihanetler, saplantılar, derin bir karamsarlık, döneklik, inançla inançsızlık arasında bocalayış… Ama Dostoyevski gibi umutsuz olmamız için hiçbir neden yok.”

“Anılar: Issız ve Yağmurlu” kitabında da şöyle dile getirir umudunu ve umut bağladıklarını: “Bu dünyanın her şeyine yabancı olduğumu hissettim, hep böyle hissettim. Bu dünyanın her şeyine yabancıyım… Bu yüzden de bu dünyanın değişmesini isteyenlerden yana bir gönül akışım oldu.”

“KOLAY DEĞİLDİ YALNIZ OLMAK”

“Her Gece Bodrum”daki, nihilizm ile kargaşanın birbirlerinden kıl payıyla ayrıldığı, anarşistlerin komünizme düşman oldukları saptamaları da Selim İleri’nin umudu kendisinden ve küçük obanın bireylerinden başka yerlerde gördüğüne götürür okuru. “Bir yanda yoksulluk, yoksunluk, öte yanda bomboş geçen aylak yaşamlar, büyük kent olanakları ama bu kez de iç yoksunluğu, ince kültürün eşlik ettiği gizli vahşet vardı” (“Yaşarken ve Ölürken”) ya da “Bu çevreye, bu çevrenin insanlarına ve anlayışlarına dilediğimizce karşı çıkalım, yine de onlarla belirleniyorduk; böyleydi, bu yüzden kolay değildi yalnız olmak” (“Her Gece Bodrum”) itirafları, Selim İleri’nin oto-portresine vurduğu fırça darbeleridir bir bakıma.

Evet, yalnız bir yazardı Selim İleri. Okurlarından başka yakını pek yoktu. “Ölünceye Kadar Seninim” romanının kahramanı, bir zamanlar adını aşk romanlarıyla duyuran ama kendisini “çok aşksız” hisseden, 60 yaşını geçmiş Süha Rikkat gibi, kendisiyle sürekli hesaplaştı. Bu hesaplaşmanın sonuçlarından birinin, aydın taslaklarının saldırılarında ortaya çıkması da kaçınılmazdı. Anılarında şöyle diyor bu konuda:

“Özellikle sol kesimden ağır, olumsuz eleştirilerin hedefi oldu romanlar. Benim küçük burjuva dünyasının çürümüşlüğünü savunan gerici bir yazar olduğum, sapık ilişkiler anlattığım söylenegeldi. Sonradan hemen hepsi yazı yazmayı bırakmış birtakım kişiler böyle yazdılar ve dergiler, gazeteler bu yazılara rağbet gösterdi.”

Selim İleri’nin değeri bilinmeyen bir yazar olduğunu söyleyemeyiz ama “sevmeyeni çoktu” demek mümkün. Tıpkı Halit Refiğ, Toktamış Ateş, Barış Manço gibi FETÖ’yle yakınlaştığı bir dönem ve “Zaman” gazetesinde yazarlık yapması, sonradan yolunu ayırsa bile bu duruma tuz biber ekti kuşkusuz. Yapay biçimde övülüp parlatılan medya mahsulü “genç kuşak yazarları” edebiyat tarihi adına haklı olarak küçümsemesinin de düşman sayısını artırdığını söyleyebiliriz.

Ne olursa olsun, kim ne derse desin, büyük bir edebiyatçıyı yitirdik. Huzur içinde uyusun.