Sempati Tozu
Bak bunlar da tıp! İnceleyelim, yatıp kalkıp bilim diyelim. Yirminci yüzyıl başında, konuyu tersten anladılar herhalde, bol sigaranın astıma iyi geleceği düşünüldü. 1850’lerdeyse koyu kahvenin, kimi hastalıkları tedavi edeceği sanılıyordu. 21 Ağustos 1897’de, Bayer kimyageri Dr. Felix Hoffman, morfin sentezleyerek eroini buldu. Ağrı kesici özelliği olduğu düşünülen ilaç verem hastalarında, yaralı askerlerde ve grip olanlarda, yan etkisi olmadığı düşünülerek (!) kullanıldı. Ortalık toz duman... İstanbul’da bile bir ara üç adet eroin fabrikası var. 1933 yılında, afyon lobisi ne kadar dirense de Gazi Paşa tarafından kapatılır fabrikalar. Kemalizm ile mücadele edecekler varmış, duyurulur: Gazi Paşa’ya direnilmez, uyulur.
1930’larda ABD’li Dr. John Brinkley, kısır hastaların testislerini alıp yerine oğlak yumurtası dikti. Sonuçta üç beş kişi masadan kalkamadı, kurtulanlarsa kısır öldü tabii. Ama bence asıl adam, 17. yüzyılda yaşamış Sir Kenelm Digby’dir. Hem yaralı kişiye hem de yaralanmaya sebep olan nesneye, kendi icadı, bakır sülfat karışımı, sempati tozu derler bir toz ekiyordu. Kral adam! Sör zaten. Sempati tozu, sempati temelli bir tıp şekliydi. Yarayı iyileştirmek için, silaha uygulanıyordu. Digby, birçok deli gibi zarif biri olmalı.
Bir zamanlar kafada delik açmanın baş ağrısını gidereceği düşünülüyordu. Görünüşe göre atalarımız basıncı hafifletirlerse migren geçer sandı. Nathan Belofsky, Strange Medicine adlı kitabında yazmış, bir baba yöntem de şu: Antik Mısır’da batık kirpikleri tedavi etmek için göz kapaklarına yarasa kanı sürülüyor! Katarakt olanların gözlerine sıcak ve kırık cam dökülüyor! Viktoryen dönemin çokça okunan bir tıp kitabında da diş çıkarma ağrısını hafifletmek için bebeğin boynuna, aman Allah, ölü köstebek asılıyor.
1300’lerde veba patlak verince çözüm yolu olarak arsenik önerilmiş. Ama daha tuhafı kavanoza gaz çıkartma yöntemidir. İnsanlar, vebalıların salgıladığı tarifsiz kokunun başkalarını öldürdüğüne inanıyormuş. Yani bulaşıcı olduğunu bilmiyorlar. İnanışa göre bir kavanoza gaz çıkarıp kapağını kapat; vebalı yaklaşırken kokusuyla geliyor ya, aç kapağı, daha kötü kokuyu depoladığın kavanozu kokla! Ne panzehir ama... Bir de şu var: Ortaçağın doktorları damardan alınan kanın vücudu pis kandan temizlendiğine inanmışlar. Sürekli kan vermek bu yüzden çok normal. Antik çağın ünlü hekimi Galenos’tan, Rönesans devrine dek giden sülük modasını da anmalı. Bugün bile git Eminönü’ne, Mısır Çarşısı’nın orada, Muharrem İnce’nin Kati Piri’ye değil ama Anadolu’da seçim konuşmasına giderken taktığı kasketten takmış, bıyıkları sigaradan sararmış, sülük satan amcalar var. Yarım kilo sülük satıyorlar, hiçbir işe de yaramaz. Belki de yarar, bilemem. Herkes tıp uzmanı artık, sormakta fayda var.
Antik Mısır’da ölü farenin ezilip sürüldüğünde dişlere çok iyi geldiğine inanılıyor. Mısır hiyerogliflerini açıklamak için yazılan, günümüze ulaşmış tek antik kaynak metin olan Horapolion’da fareler yıkıcı güç sembolü. Mısırlılar bu olumsuz özelliğe rağmen bu hayvana saygı duyar. Efsaneye göre Teucri halkı, yurt kurmak üzere Girit’ten ayrılırken bir kâhin tarafından “şehrinizi size yerlilerinin saldırdığı yerde kurun” sözleriyle uğurlanır. Troya’da fareler saldırınca kahinin sözleri çıktı diyerek burayı yurt tutarlar. Derken Apollo Smintheus (smintheus fare demektir, Apollon’un kutsal hayvanlarından) için bir tapınak dikerler. Yunan yazar Heraklides, farelerin Chrysa’da da (yani Çanakkale açıkları) kutsal sayıldığını yazar. Sözü geçen tapınak da zaten eski adı Hamaksitus olan Çanakkale - Gülpınar’da. Bölgede fareler kamusal alanda halk tarafından beslenmektedir antik çağda.
Az daha iğrençleşecek yazı dikkat! Antik Romalılar, günümüzün kimi toplumsal geleneklerinin sahibi sayılsa da şimdi anlatacağım idrar konusunda süreci tersine çevirmemiz iyi olmuş. Öyle ki bu arkadaşlar, temizlik maddesi olarak giysi yıkarken kullandıkları çişin dişleri beyazlaştırıp çürüklerden koruduğuna inanmıştır. Dolayısıyla ilgili sıvıyı gargara ve ponza taşıyla karıştırıp diş macunu yapmışlar. Öyle ki sıvı 1700’lere dek diş macunu yapımında oldukça etkili. Eski çamaşırhanelerde bile sıvıyı toplamak için orta yerde çiş etmeye yarayacak dev büyüklükte kil çömlekler var.
Sonuçta öyle çok çiş toplanmış ki İmparator Nero, vectigal urinae derler, çiş vergisi uygulaması koymuş. Vergi, kamusal alandan toplanan idrarın satışı üzerinden alınıyor. Toplama merkezlerinden idrar alanlar vergisini ödemekte. Nero’nun halefi Vespasian da MS 70’te vergiyi güncellemiş, dört yıl sonra MS 74’te tüm halk tuvaletlerini paralı yapmış. Tarihteki ilk paralı tuvaletler bunlar. Adamın oğlu “babacım, bu pis para” (sonuçta çişten geliyor) deyince; baba, parayı evladının burnuna dayayıp “pecunia non olet” demiş yani para kokmaz! Şunu demeye getiriyor yani, nereden geldiğine bakma evladım, para paradır, pisi temizi olmaz!
Romalıların yara bandı da yok zavallılar! Çok büyük usta Yaşlı Plinius anlatıyor. Yaralarını sarmak için nefis yol bulmuş adamlar: Gübre. Plinius, en iyi keçi gübresinin baharda toplandığını, kurumuş taze gübrenin acil durumlarda işe yaradığını yazmış. Romalıların bu gübreyi ayrıca enerji içeceği niyetine kullandığı biliniyor, şık hareketler bunlar! Plinius kaydetmiş: Sirkeyle kaynatarak ya da toz haline getirip içeceklerine katıyorlar; yorgun olunca enerji versin diye içiyor aslanlar. Hatta Plinius’a göre bu yöntemi en çok Nero kullanıyor. Çiş vergisi koyan adamın, gübreden içecek yapması da tuhaf değil herhalde. Böyleyken böyle!