Sendikacılığımızda iki dönem
İşçi sınıfı her toplum için son derece önemli bir sınıftır. Üretimin temel gücüdür. Bir kuyumcu özeni ile işlendiğinde, yönlendirildiğinde demokrasinin de en belirleyici gücü olabilir. Üretimin gücü olan işçi sınıfının güçlü sermaye karşısında çıkarları, başka deyişle sermaye tarafından sömürülmemesi, önce yasalarla korunmaya çalışılır. Yasaların işçi sınıfını sömürüden tam olarak koruması olanaksızdır çünkü yasaların yapıldığı ortam genellikle sermaye sınıfının ve onun yandaşlarının etkisi ve güdümü altındadır. Yasaların koruyamadığı çıkarlarını, yaşadığı sömürünün ayırdına vararak sermaye karşısında örgütlü bir güç olarak korumanın savaşımını vererek sendikalaşma hakkını elde etmiş ve yasaların koruyucu boşluklarını sendikalar ve toplusözleşme düzeni ile korumaya çalışmak zorunda kalmıştır. Bu gelişim aynı zamanda işçi sınıfının dirilişi, sömürüye karşı dik duruşu anlamına da gelir. Toplumun egemenleri elbette bu gücü kağıttan kaplana dönüştürmek için önlem almaktan kaçınmayacaktır ve kaçınmamışlardır.
Ülkemizde işçi sınıfı sayısal olarak önemlidir. İş sözleşmesine dayalı olarak, devlet memuru olarak, kendi nam ve hesabına çalışan esnaf olarak, tarım emekçileri olarak toplam nüfusun neredeyse üçte ikisi geçimini emeği karşılığı sağlar ama bu sayısal güç asla siyasal bir güce dönüştürülememiştir. Bunun nedeni iki önemli olguya dayanır.
SENDİKACILIĞIMIZDA AMERİKAN MODELİ DÖNEMİ
II. Dünya Savaşı sonrasında başlayan soğuk savaş sürecinde komünizmin yayılacağı ve kapitalizmi alt edeceği sanısına kapılan Amerika komünizme karşı siyasal cephe kurmak ve bu cepheyi komünizmin hedef alacağı işçi sınıfından oluşturmak ve onları komünizme karşı bilinçlendirmek ve eğitmek için Türkiye ve Yunanistan’ı model olarak seçmiştir. Öncelikle ve özellikle Türkiye seçildi. 1952’de Türk-İş’in kurulmasına katkıda bulunuldu ve onun aracılığı ile 3600 sendika yöneticisi onbeş gün-üç aylık sürelerle Amerika’da eğitime gönderildi. Bu eğitimlerde sendika yöneticilerine tek bir şey öğretildi: “Sizler sadece üyelerinize ücret zammı peşinde koşun. Siyaset ile kesinlikle ilgilenmeyin”. Böylece ülkemizde ücret sendikacılığı ve Türk-İş’in tüzüğüne bile taşıdığı “Partiler Üstü Politika” dönemi başlatıldı. Amaç işçiyi siyasal bilinçten yoksun bırakmak ve ülke yönetimini egemenlere teslim etmekti. Bu süreç işçi hareketinde bölünmeye ve işçilerin çoğunlukla tutucu, gerici, işçi sınıfı dostu olmayan partilere oy vermesi sürecini başlattı.
BİAT SENDİKACILIĞI DÖNEMİ
2002’de iktidara getirilen AKP’nin iç ve dış akıl hocaları özellikle işçi sınıfının güçsüzleştirilmesi ve partinin güdümü altına alınmasını temel bir politika olarak masaya koydu. AKP hükümetleri bu öğretiyi çok iyi özümsediler, derslerine iyi çalıştılar ve sendikaları kağıttan kaplana çeviren 12 Eylül faşizminin izinden giderek sendikaları tamamen siyasetin kontrolüne aldılar. Toplusözleşme yapma yetkisini vermeyi Çalışma Bakanlığı’nın sopası yaparak AKP’ye biat edecek, boyun eğecek sendikalara bu yetkiyi vermekte cömert, sendikacılığın bağımsızlığını ve onurunu koruyan sendikalara karşı acımasız davranarak ülkemizde AKP’ye biat eden sendikalar dönemini başlattılar ve sendika özgürlüğünü mezara gömdüler. Bu onursuzluğu kabullenen sendikacılar AKP’nin muteber adamları oldu. Onurlu sendikacılar ise yok edilecek persona non grata ( istenmeyen adam) olarak ilan edildiler, her türlü hukuksuzluğu deneyerek böyle sendikacıların sendikalarına sözleşme yetkisi vermeyerek mahkeme kapılarında işçilerin yıllarca sürünmesine neden oldular. Grevleri ertelediler, kazanılmış haklara göz koydular, özel istihdam büroları aracılığı ile sendikacılığı çökertmek istediler ve bütün bu zulümlere karşı birkaç iyi sendikacıdan başka kimsenin sesi çıkmadı.
BU DÜZEN BÖYLE Mİ GİDECEK?
Kurtlar kuzuları yemeye devam mı edecek? Develer filleri mi yutacak? İşçi sınıfı hep ezilecek, yandaşlar hep kazanacak, üç-beş sendika yöneticisi koltuklarını korumak için işçi sınıfının boğazlanmasına seyirci mi kalacak? Vicdan sadece genelevdeki bir kadının adı mı olacak? Bu korku tünelinden çıkış nasıl olacak?
Bu soruları kendileri ile hasaplaşmaktan sürekli kaçan korkak sendika yöneticilerine sormak istiyorum. Kendinizi ne zaman sorgulayacak ve işçi sınıfının kurtuluşu için doğru yolu ne zaman bulacaksınız?