Sendikal tasfiyecilik ve örgüt içi demokrasi
İŞÇİLERİ ve kamu çalışanlarını örgütleyen sendikalar, üyelerinin haklarını savunmak için kurulmuş olan emek örgütleridir. Siyasal örgütler ve yapılar yönetim için birbiriyle yarışsa da tabanda bağdaşık (homojen) bir yapı yoktur. Siyasal mücadelede birbirine rakip farklı siyasal partileri destekleyen emekçiler sendikal hak mücadelesinde yan yana gelerek kendi çıkarlarını savunur.
BİRLİĞİN TEMELİ SINIF KİMLİĞİ
Onları birleştiren sınıf kimliğidir. TÜRKİŞ’in, HAK-İŞ’in, DİSK’in üye kitlesinin siyasal tutum ve eğilimi incelendiğinde bu durum açıkça görülecektir. Kamu çalışanı sendikalarında işçi sendikalarına göre yönetimler düzeyinde siyasal yapılar daha etkili gözükse de üyelerin çoğunluğunun yönetimler gibi düşündüğünü sanmak yanıltıcı olacaktır. Örneğin 2019 istatistiklerine göre 1 milyon 19 bin 853 üye sayısıyla Türkiye’de sendikalı her on kamu çalışanından altısını üye kaydeden Memur Sen’in üyelerinin tamamının ya da çoğunluğunun Ak Parti taraftarı olduğu düşünülemez. Bu durum önemli ölçüde diğer konfederasyon ve sendikalar için de geçerlidir.
Sendikaların yanı sıra emekçilerin veya emeklilerin bir araya geldiği demokratik kitle örgütlerinde de üye yapısı benzer durum gösterir. Öğretmenlerin 1950’li ve 1960’lı yıllarda merkezî birliğini sağlayan Türkiye Öğretmen Dernekleri Millî Federasyonunun (TÖDMF) birikimiyle yaratılan ve 19651971 yılları arasında 72 bin öğretmeni örgütleyerek bugüne çok önemli izler bırakan Türkiye Öğretmenler Sendikasının (TÖS) Genel Başkanı Fakir Baykurt, ayrım yapmadan bütün öğretmenleri sendikaya çağırmıştır: “(...) TÖS daha kurulmadan, öğretmenleri tek sendikada toplama ilkesinden hareket etmiştir. Dört yıldır bu ilkeye bağlı çalışmaktadır. Bir hayli de başarı göstermiştir.” (Fakir Baykurt, Yanar Bir Işık, Eğit Der Yayınları, Ankara 2000, s.73).
Kamu çalışanlarının sendikal örgütlenmesini engelleyen 12 Mart 1971 ve 12 Eylül 1980 darbelerinin ardından 1990 yılında kurulan ilk kamu çalışanı sendikası olan Eğitim-İş’in kendi adını taşıyan bülteninin ilk sayısında sendikal ilkeler açıklanırken şu vurgular yapılmıştır: “Bilindiği gibi sendikalar işverene karşı emeğin hakkını koruyan örgütlerdir. Sendikamız EĞİTİM-İŞ de bu evrensel işlevi çıkış noktası yapmıştır.(...). Gelin birliğimizi, barış dünyamızı daha da geliştirelim. Siyasal düşüncemiz, eğilimimiz, dinsel inancımız ne olursa olsun Eğitim-İş’te kaynaşalım.” (“Bayram Yapar Gibi”, Eğitim İş Bülteni, Sayı 1, Sayfa 2, 20 Temmuz 1990).
CUMHURİYET MEVZİSİ
1995’te o günün iki büyük eğitim işkolu sendikası Eğitim-İş ve Eğit-Sen’in birleşmesiyle kurulan Eğitim-Sen’de sonraki yıllarda sendikacılığa, eğitim ve ülke sorunlarına bakışta yaşanan ilkesel sorunlar nedeniyle bu sendikadan ayrılan eğitimciler, 17 Ekim 2005 günü bugünkü Eğitim-İş Sendikasını kurdu. Bugünkü Eğitim-İş Sendikası da (ilk Eğitim İş Sendikası gibi) bütün emekçileri kucaklama hedefini tüzüğünün amaç maddesinin en başına yerleştirdi: “Sendikanın Amaçları/ Madde 3- Eğitim İş;/ a) Başta üyeleri olmak üzere tüm emekçilerin ortak ekonomik, sosyal, özlük, mesleksel, sendikal hak ve çıkarlarını koruyup geliştirerek onlara daha onurlu ve saygın bir yaşam düzeyi sağlamak için mücadele eder.(...)”.
Eğitim-İş, emekçilerin haklarını savunurken Atatürk’e, Cumhuriyet’e, ülkemizin bağımsızlığına, egemenliğine, ulus ve ülke bütünlüğüne, laikliğe, demokrasiye sahip çıkmış; ırkçılığa, bölücülüğe, gericiliğe karşı mücadele etmiştir. Bunları Tüzük hükmü hâline de getirmiştir. Tüzüğünde ayrıca “organlarının oluşumunda ve iç işleyişinde demokratik kurallara, örgüt ahlâkına titizlikle uymayı; çoğunluğun yönetme, muhalefetin çoğunluk olma hakkına saygı göstermeyi” temel bir değer olarak önemle vurgulamıştır. Ülkemizde çok önemli kitle mücadelelerini gerçekleştiren “Vatan, Emek ve Cumhuriyet Birlikteliği”nin en önemli bileşenlerinden biri olmuştur. Bu süreçte kuruluş ilkelerinden uzaklaşan Eğitim-Sen daralır ve küçülürken sendikaya sendika gibi bakan, eğitim emekçilerinin sorunlarıyla birlikte vatana, Cumhuriyet’e Atatürk ilke ve devrimlerine sahip çıkan, bölücülüğü net biçimde mahkûm eden Eğitim-İş, 2016 yılına kadar istikrarlı biçimde büyüdü. Sendikanın bu büyüme ve son üç yılda duraksama süreçlerinin nedenlerini sayın üyeler, yöneticiler elbette değerlendirecektir. Ancak geçen ocak ayında sendikada yaşanan ihraç olayları, sendikanın başındaki sayın yöneticilerin Eğitimİş’in Tüzüğündeki temel ilkelerden uzaklaşmış olduğunu ortaya koymaktadır.
YENİDEN TASFİYECİLİK
Bilindiği gibi Eğitim-İş’in Tüzüğündeki demokratik ilkelere uygun olarak oluşmuş gruplardan biri olan “Hepimizin Sendikası” Grubunu temsilen yedi üye 21 Eylül 2019 günü Diyarbakır’da terör örgütünün kaçırdığı evlâtları için HDP binası önünde nöbet tutan acılı anneleri ziyaret etmiş, kendi grupları adına onların acılarını paylaşarak destek vermiştir. Ziyaret sırasında yapılan konuşmalarda hiçbir üye sendikayı veya yönetimi temsilen geldikleri yönünde bir imada dahi bulunmamıştır. Bu olayın basında yer almasının ardından Eğitim-İş yönetimi üst örgütleri Birleşik Kamu İş’in uyarısıyla bir hafta içinde başkanlar kurulunu toplayarak evlâtları için bölücü terör örgütüne karşı mücadele eden annelere destek olan üyeler hakkında disiplin işlemlerini başlatmıştır. Aralık ayında Disiplin Kurulunda verilen ihraç kararlarını sendikal düzlemde sonuçlandırmak için (Tüzük gereği Ağustos ayında yapılması beklenen 6. Olağan genel kurul dahi beklenmeden) 20 Ocak günü apar topar olağanüstü genel kurul toplanarak Disiplin Kurulunun ihraç kararları onaylanmıştır. Aralarında eski şube başkanı ve şube yöneticilerinin de bulunduğu AYLA SALMANLI, BÜLENT TURAN, ADNAN YARAR, ZEYNEP DUYGU YENİAY ÜSKÜPLÜ, SERMİN ERDEM, ZAFER İNCEBACAK ve ERKAN AKSOY üyelikten ihraç edilmiştir.
Sendikanın temel ilkelerine taban tabana zıt olan bu ihraç kararlarına karşı üyeler hukuksal girişim başlatırken sendika yöneticileri bir yasa hükmünü daha çiğnemişler: 4688 sayılı Kamu Görevlileri Sendikaları ve Toplu Sözleşme Kanununun: “Çıkarma kararına karşı üye, bildirim tarihinden itibaren on beş gün içinde görevli iş mahkemesine itiraz edebilir. Mahkeme iki ay içinde kesin karar verir. Üyelik, çıkarılma kararı kesinleşinceye kadar sürer.”(16. Md.) hükmüne rağmen ihraç ettikleri üyelerin okullarına yazı yazarak adı geçen öğretmenlerin ihraç edildiği gerekçesiyle sendika ödentisi kesilmemesi yönünde tebligatta bulunmuşlardır. Eğitim İş yönetimi 22.02.2020 günü Sendikanın internet sitesinde bir açıklama yaparak ihraçları şu sözlerle savunmuştur: “(...)Söz konusu eyleme, bir grup üyemiz, merkezi bir karar alınmamış olmasına rağmen gitmiş, sendikamızın ve bağlı bulunduğumuz konfederasyonumuz Birleşik Kamu-İş'in adını kullanmıştır. Örgütlü bir bireyin, örgütünden bağımsız ve üstelik örgütünün adını kullanarak yaptığı bu eylem, her örgütte olduğu gibi bizde de bir disiplin kurulu konusu olmuştur(...).
Tüzüğünde bölücülüğe karşı olan ve vatan bütünlüğünü savunan bir sendikanın yönetiminin; ABD’nin kendi “kara gücü” ilan ettiği bölücü terör örgütü tarafından çocuk yaşta kaçırılan evlâtlarını kurtarmak için acılı annelerin yürüttüğü haklı ve meşru eylemini desteklemek yönünde niçin “merkezî bir karar” almadığı sorusu bir yana “örgütün adının kullanıldığı” iddiası dayanaktan yoksundur. Ancak sayın yöneticiler ihraçlara ilişkin asıl niyet ve gerekçelerini bu açıklamanın satır aralarında açık etmişlerdir: Diyarbakır annelerini ziyaret eden üyeler “iktidarın koltuk değnekleri” olarak “suçlanmış”; devamla “(...)Cumhuriyet değerlerine, laikliğe, çağdaşlığa, hukukun üstünlüğüne sımsıkı bağlı olan örgütümüzde, tüm bu değerlere saldıranlarla yürüyen ve destek veren, ‘katiline aşık insanlar’ barınamaz!” denilmiştir. Buradaki kilit sözcük, “BARINAMAZ” sözcüğüdür. Bu anlatımlardan, bulacakları başka bahanelerle ihraçlara devam etmek istedikleri sonucu çıkmaktadır Sendika şubelerinin kuruluşunda, örgütlenme süreçlerinde görev alan, sendikayı büyüten, gerici, bölücü, cumhuriyet karşıtı gelişme ve eylemlere karşı kararlılıkla en önde mücadele eden üye ve yöneticilere, kendilerine göre bir yafta asılmış ve “barınamaz” hükmü verilerek tamamen siyasî mülâhazalarla sendikacılığın, demokratik örgütçülüğün doğasına aykırı bir düşmanlık ve tasfiyecilik tutumu seçilmiştir. Bu akıl almaz keyfî tutumun Türk yargısından döneceğine inanıyoruz.
NİYAZİ ALTUNYA’NIN ŞAŞIRTICI TUTUMU
Eğitim-İş Olağanüstü Genel kurulunda divan başkanlığı görevine getirilmiş olan Sayın Niyazi Altunya’nın deneyimli bir örgütçü ve araştırmacı olarak bu çok açık hukuksuz tasfiye girişimine karşı niçin yönetimi uyarıcı, aydınlatıcı, barışçı bir tutum almadığı konusu da bizim için şaşırtıcı olmuştur. Ancak Sayın Altunya’nın Eğitim-Sen 25. Yıl Etkinliğindeki konuşma videosunu dinlediğimizde bu hukuksuzluğa divan başkanı olarak katılmasının nedensiz olmadığı anlaşılmaktadır. Şöyle demektedir Sayın Altunya konuşmasında: “25 yıl önce biz güzel bir iş yaptık ve sendikaları birleştirdik.(...). 13 Ocak 1995 tarihli mektupta ben açıkça örgütümü yeni sendikaya çağırdım. O özveriyi burada da gösterdiğimi söyledim. Bizi hiç kimsenin mecbur etmediğini tabandan gelen ses doğrultusunda örgütlerimizi birleştirdiğimizi belirttim. Neyse, sonra birtakım sıkıntılar oldu. Ama yine önümüzde sendikal birlik ideali var. Türkiye’nin halini benim burada uzun uzun anlatmama gerek yok. Hepimiz biliyoruz. Güç birliğine ihtiyaç var. Ben 58 yıllık bir örgütçü olarak bunu söyleme ihtiyacı duydum ve boynuma borç bildim” (https://www.facebook.com/ayla26/videos/10219385761127703/ -erişim:11.02.2020;14:01-)
1992’de Eğitim-İş ve Eğit-Sen’in birliği gündeme geldiğinde (şimdi kendisinin de kabul ettiği) “üye tabanının haklı birlik isteğine” uzun süre karşı çıkan Sayın Niyazi Altunya’nın bugün daha ortada fol ve yumurta yokken Ana Muhalefet Partisinin merkez yöneticilerinden Sayın Yıldırım Kaya’nın kendine misyon edindiği Eğitim-İş’i yeniden EğitimSen’e yamama projesinde görev aldığı kendi açıklamasıyla ortaya çıkmıştır. İnanıyoruz ki bu proje ile ilgili olarak Eğitim-İş üye tabanı doğru bildiğini yapacaktır. Hiç kuşkusuz ki kurum ve kuruluşların, sendikaların, demokratik kitle örgütlerinin disiplin mekanizmaları vardır. Örgüt disiplinini çiğneyen, suç işleyen üyelerle ilgili ceza yaptırımları vardır. Ancak keskin bir ideolojik düşmanlıkla “barınamazlar” diyerek kendileri gibi düşünmeyen üyeleri tasfiyeye yönelmek, (bizim bildiğimiz kadarıyla) 1977 yılında TÖB-DER’de yaşanan tasfiye olaylarından sonra bir ilktir.
2005 yılında yitirdiğimiz rahmetli Gültekin Gazioğlu’nun başkanlığı döneminde TÖB-DER Merkez Yürütme Kurulu 25.02.1977 tarih ve 60 sayılı kararıyla kendilerine muhalefet eden 20 şubenin yönetimini feshetmiş ve izleyen aylarda öğretmen örgütlenmesine uzun yıllar emek vermiş çok sayıda önder üye, disiplin kurulu kararlarıyla ihraç edilmişti. Kendisi gibi düşünmeyen üyelere, şubelere yönelik tasfiye girişimi o zamanki örgütümüz TÖB-DER’e zarar vermiş, daha büyük bölünmelere yol açmıştı. Geçmişten dersler çıkartacağına inandığımız sağduyulu üyelerin ve yöneticilerin önümüzdeki süreçlerde sendikalar içinde demokrasiyi hakim kılarak bu tür tasfiye girişimlerini etkisiz kılacaklarına inanıyoruz.