Sendikasız bir ortama doğru
Benim yaşamımı yakından izleyen bir dostumla geçenlerde karşılaştığında ilginç şeyler söyledi. “Sayın hocam elli yıldır sendikalara hizmet veriyorsun ama daha işçilere sendikanın ne olduğunu anlatamamışsın” dedi. “Neden?” diye sordum. Verdiği yanıt ilginçti. “Bir tatil yöresinde yemek yiyorum. Hizmet eden garsona ‘sendikalı mısın ‘diye sordum cevap olarak,’ yok abi ben Çorumlu’yum’ dedi. Dostuma inandırıcı bir yanıt veremedim çünkü dedikleri doğruydu ve emeğin sosyolojik aydınları, sendika yöneticileri bu ülkenin geçimini emeği ile sağlayan insanlarına sendika kavramını öğretememişti. İşçiler sendikaya uzak duruyordu ve her nasılsa sendikalı olanlar da sendikalar konusunda neler düşündüklerini son metal direnişlerinde çok açık dile getirmişlerdi. Sendikalar işçiye uzak, işçiler yapılan sözleşmelerin hazırlanmasından habersiz, sendikacının üyeye yaklaşımı ise buyurgan olduğu yakınmaların odak noktasını belirliyordu.
SENDİKASIZ İŞÇİLER GÜÇSÜZDÜRSendikalar çalışma yaşamını düzenleyen yasaların yeterince koruyamadığı işçilerin en büyük güvencesidir. Yasalar yetersizdir. Bu yetersiz yasaların boşluklarını ancak sendikalar yapacakları toplu sözleşmelerle doldurabilir. Toplu sözleşme düzeni işçiler için hem korunaklı bir ortam hazırlar hem de onların milli gelirden aldığı payın artmasını sağlar. Başka bir deyişle sendika işçiler için hem güven hem daha iyi bir yaşam aracıdır. Almanya uygulamasında sendikaların işçinin doğumdan mezara kadar yaşamında var olduğu anlatılır. İşçi çocuklarının sendika hastahanelerinde doğduğu, sendika okullarında eğitim gördüğü, sendikalı işyerlerinde çalışma yaşamlarını sürdürdüğü ve öldüklerinde sendika mezarlıklarına gömüldüğü söylenir. Bu nedenle orada işçi-sendika bütünleşmesi güçlü ve sendikalı işçi sayısı çoktur. Bizde ise işçilerin sendikalaşması eser miktarda ve işçi-sendika bağı da çok zayıftır.
SENDİKACILAR FİLDİŞİ KULELERİNDEN ÇIKMALIDIRBizde milletvekilleri seçmenle görüşmekten kaçınırlar çünkü, eğer seçmenle buluşurlarsa, seçmen ondan çok şey isteyecek, eleştirecek ve bazen de parasal taleplerde bulunacaktır. Bu nedenlerle milletvekilleri seçim bölgelerine seyrek gider ve seçmenlerle de seçimden seçime yüzleşirler. Aynen bunun gibi sendika yöneticilerimiz de işyerlerine gitmekten kaçınırlar. Gittikleri işyerlerinde işçilerin toplu sözleşme içeriğinden tutun da yaşam koşullarına, çocuğuna iş bulunmasına kadar sayısız soru ve istemle karşılaşacaklarını bilirler. Yöneticinin seyrek gittiği işyeri çalışanlarının sendikaya bağı da elbette zayıf olacaktır. Bunu aşmanın yolu yöneticilerin sendika merkezinde oturmak yerine günlerinin çoğunu işyerlerini gezerek, işçilerle kaynaşarak geçirmeleri önemlidir. Böyle yapılırsa işçilerin sendikanın sorunlarını anlamaları, sendikayı ve sendikacıyı tanımaları kolaylaşır ve aralarında güçlü bir ilişki doğabilir.
SENDİKALI İŞÇİLERİMİZ SAĞMAL İNEK DEĞİLDİRMetal direnişi sonunda şu ortaya çıkmıştır ki sendika üyeleri sendika yönetiminden dışlanmakta, bilgilendirilmemekte ve sendika üyeleri kendilerini sağmal inek gibi görmektedirler. Kendi onayı alınmadan yapılan toplu sözleşmeler karşılığında kendilerinden aidat alınmakta ve hiçbir sendikacı da gelip hâl ve hatırlarını sormadığından sendika ile aralarında bir uçurum oluşmakta ve böyle olunca da sendikalardan kolayca kopabilmektedirler. Sendikalar bu dar boğazı aşmak için üyelerle günlük temas sağlayacak kreş gibi, poliklinik gibi, ucuz tüketim malı sağlayacak emek mağazaları gibi, üye çocuklarına burs gibi yenilikler yaratarak işçi-sendika bağını güçlendirebilirler. Sendika politikalarını tabandan yukarıya doğru oluşturarak üyeyi sendika yönetiminde söz sahibi yapabilirler. Sendika yöneticileri üyelerini adam yerine koyduklarını üyeye hissettirmelidirler. Bunlar yapılmazsa ve devletin sendikalaşmayı kolaylaştırıcı yasal düzenlemeleri yok sayması, işverenleri sendikayı düşman sayan tavırları devam ederse çok yakında ülkemiz sendikasız bir ortamda kendini bulur ve bu durumda işçilerimize ve zaten topallayan demokrasimize gerçekten çok yazık olur.