Sevgili Kasım
Antik Yunanlı maimakteron demiş. Arapça, bölen anlamında kâsim ile (hatta taksim ile) akraba, kısım gibi... Bugünlerde başlayıp hıdrelleze dek süren döneme halk “kasım günleri” dermiş. Daha eskiler teşrinisani diye bilir. 11’inci ay. Yan yana duran iki âşık, iki adet bir... Batılı november der; Latince novem, dokuz. Çünkü Roma takviminde dokuzuncu ay. Peki General Kasım’ı tanır mısın, Rus savaş tarihinin piri; Napolyon’dan Hitler’e nice çılgını bozguna uğratan. Moskova kışı yani... General derler bu meşhur soğuk, şehri daima düşmandan korur. Üstat Curzio Malaparte, o nefis Kaputt’unda anlatır; Naziler, Moskova’ya yaklaşırken öyle bastırır ki General, soğuktan dişi düşen, kulağı, burnu kopan... Sahi, edebiyat adına her şeyi sana ucuza okutuyorlar, Kaputt’u okumadan ölme!
Kasım, Aslı’nın doğduğu ay. Mandalinanın küçük neşesi. Ayvanın gözyaşı, gülüşü narın. Deniz buz lacivert. Tevfik Fikret’in şiirinden yağmur vurmada cama, “muttarit, muhteriz darbeler”. Paltosuna sarılıp, Tarkovski’nin bir filminde (Nuri Bilge’nin değil ama) ya da bir içli şarkıda uyuyabilir insan. Başını bir omza yaslayıp ağlamak, bir kitabın arasına çiçek bırakmak (Orhan Pamuk değil, daha çok Tomris Uyar) da mümkün. Birine sarılmalı artık bu karanlık sabahlarda, akşamlar hep kimsesiz. Kasım, uykulu gözleriyle okula giden şeftali çocuklar. Sonu, bembeyaz kara kış hoyrat arkadaşın. Vakittir, tümden kısalır günler. Güvercinin, köpeğin dışarıda ürperdiği mevsim. Turşular açılır, reçeller yakut, zümrüt, akik ışır dolaplarda; portakal kabuğunun kokusu sonra. Sobalı evler, çok eski bir hayat bilgisi kitabında karşılaştığım huzuru hatırlatır. İlkokul resimlerinde dökülmüş yapraklar düşler insan. Peki kar var mı, kar! Zor baba, ama yağmurun en sinsi olanı bu dem yağar. Kitaplarda ışıyan hayatın vakti kasım, büyük romanlar. Romanlar dert ortağı, düş ortağı, suç ortağı. Nihayet kasımda aşk başkadır diyenler. Aşk sadece kasımda değil, her zaman başka, başka olduğu için aşk zaten.
Şubatta ölen Tezer Özlü’ye göre ölme ayı kasım. Sanki her şey bitecek, bir daha hiç başlamaz diye düşünürken araya giren umut, güneşli güzel günlerden: Pastırma yazı. Hem ne kalmıştır üstelik; aralık, ocak, şubat sadece; sabret, bahar yakın. Hayat döngüdür... Dönüp yerine gelecek yine kızaran güneşin kayısı rengi. Leylekler gitti; gamlanma, dönecekler. Çocuklar büyüyecek. Kadınlar güzelleştikçe güzel, erkekler her zamankinden güleç...
Bir de yaz günlerinin genç pencere süslerine yol verip yetişen yumuşacık çiçek, bir şiirimin de adı: Kasımpatıdır kasım. Krizantem de derler: Yunanca chrys (altın) ve anthemon (çiçek) birleşiyor. Jane Birkin’in acı dolu, o kemanlı darbukalı şarkısında (Et Quand Bien Même), Lautréamont’un yanına ilişen... Kapağı güzden sarı, Kasımpatları diye nefis bir öykü kitabı, Steinbeck. Trajik bir evlilik hikâyesi anlatır. Aynı kitapta Sabah Kahvaltısı adlı hikâye. Çeviren Memet Fuat...
Kasım, adım adım iner gibi denize merdivende, diyor Korkmazgil, bekler gibi kalkışını bir doğu treninin. Konuşurken heyecanlanan insanlar kasım, ağlamadan önce boğulacak olanlar. İlkin “sararıp dökülmeden önce kızaran yapraklar”, sonra ayrılık, ölüm, el sallamak gidenin ardından, öyle acı. Battaniye, boza (tarçın ve leblebi tabii), limonatanın terk ettiği kasabalarda salebin krallığı sonra. Uzun iç çekişler kasım. Nerede gülen biri görse bazen canı yanar insanın. Sonra Gazi’nin öldüğü ay, sonra kitap fuarı, Ekim Devrimi sonra ve Öğretmenler Günü’nde küçücük parmaklar. Derken arka bahçenin boşluğuna sabah yansıyan buzdan ışık, derken iyice soğuk, soğuklar, kaybolmuş postacılarda yorgun mektuplar ve kış papatyası, yasım...
Eh hoş geldin bakalım, ne haber kasım!
Not: 10 Kasım Cumartesi, 17.30’da Ankara’da, Gazeteciler Cemiyeti’nde söyleşeceğiz. Beklerim.