27 Aralık 2024 Cuma
İstanbul
  • Şırnak
  • Çanakkale
  • Çankırı
  • Şanlıurfa
  • Çorum
  • İstanbul
  • İzmir
  • Ağrı
  • Adıyaman
  • Adana
  • Afyon
  • Aksaray
  • Amasya
  • Ankara
  • Antalya
  • Ardahan
  • Artvin
  • Aydın
  • Balıkesir
  • Bartın
  • Batman
  • Bayburt
  • Bilecik
  • Bingöl
  • Bitlis
  • Bolu
  • Burdur
  • Bursa
  • Düzce
  • Denizli
  • Diyarbakır
  • Edirne
  • Elazığ
  • Erzincan
  • Erzurum
  • Eskişehir
  • Gümüşhane
  • Gaziantep
  • Giresun
  • Hakkari
  • Hatay
  • Iğdır
  • Isparta
  • Kırşehir
  • Kırıkkale
  • Kırklareli
  • Kütahya
  • Karabük
  • Karaman
  • Kars
  • Kastamonu
  • Kayseri
  • Kilis
  • Kmaraş
  • Kocaeli
  • Konya
  • Malatya
  • Manisa
  • Mardin
  • Mersin
  • Muş
  • Muğla
  • Nevşehir
  • Niğde
  • Ordu
  • Osmaniye
  • Rize
  • Sakarya
  • Samsun
  • Siirt
  • Sinop
  • Sivas
  • Tekirdağ
  • Tokat
  • Trabzon
  • Tunceli
  • Uşak
  • Van
  • Yalova
  • Yozgat
  • Zonguldak

Shakespeare hanginiz? Benim! Ben! (Kara Murat) 1

Filiz Gümüş

Filiz Gümüş

Eski Yazar

A+ A-

Doğru yerinden kalkıncaya kadar, yalan dünyayı dolanırdemiş bizim atalarımız Biri kapıdan çıkarken bir yalan söylemiş, döndüğünde kulağına gelen yalanına kendi de inanmış”! Anadolu sözleri bunlar. Bu iki sözü en başa yazdık ki işin doğrusunu bulmamıza ışık olsunlar…

Çünkü “Shakespeare mitosları” diye tanımlanan ve en azından 170 yıldır (hesap kabaca böyle çıkıyor) doğrusu aydınlanıncaya kadar, yalanı dünyayı bilmem kaç tur atmış; çocuklara masal diye, öğrencilere ders diye anlatsanız, dersler çıkaracakları; içinde gerçek yer, gerçek zaman ve gerçek efsanevi karakterler bulunan hikayelerin, William Shakespeare’in kendi ülkesi dahil, pek çok ülkede geldiği boyutlara, siz de şaşar kalırsınız.

Ama bir ümit… Birazdan bolca dedikodularını edeceğimiz İngilizlerin kendilerinin de doğrunun eninde sonunda ortaya çıkacağına ilişkin, şöyle bir özlü sözü varmış, görelim:

Karanlıkta yapılan her şey, er ya da geç gün ışığına çıkar. Ne sakladığına dikkat et, kaybetmeye razı olacağından daha pahalıya mal olabilir” (What is done in the dark will eventually come to light so be careful what you hide, it may cost you more than you were willing to lose.) (Çeviri özgün, her yiğidin yoğurt yiyişi…)

Yalnız ışığı karanlığa tutmadan önce, yarın “Dünya Tiyatro Günü”. Bunu bir kenara yazalım, hem yarın hem bundan sonrası için. Bilenleriniz için tekrar olacak, olsun, her yıl tekrar etmeli. Uluslararası Tiyatrolar Birliği’nin 1961’deki ilanından bu yana, her yıl tiyatro gösterileri için 27 Mart halk günü (yani beleş). Biletler çoğu zaman, toplu olarak huzurevleri gibi bir takım sosyal çevrelere verilmişse bile, yine de size ve sevdiklerinize de birkaç koltuk düşebilir, kaçırmayın deriz. Son bir tüyo daha verelim. Gerçekten de o günün oyuncularda yarattığı mesleki coşkuya şahidiz. Tüm bir yıl görüp görebileceğiniz en güzel oyunlarını sergileyeceklerdir, bizden söylemesi…

Dönelim şimdi, Dünya Tiyatro Günü’ne atfen, ölümünün üzerinden 402 yıl geçmesine rağmen, (23 Nisan günü senesi doluyor) hala tüm dünyada oyunları, onun kadar çok sahnelenmiş başka bir oyun yazarı göremediğimiz William Shakespeare’e

Çünkü şimdilerde, kendi ülkesinde ve dünyanın çeşitli ülkelerinde onun hayaleti, kendi eserlerindeki hayali karakterlerinden çok daha büyük bir traji-komedi içinde…

Hatta Shakespeare’in mezarındaki ruhu, tıpkı Hamletkarakterinin, o ünlü sözündeki gibi, bir ikileme sıkıştırılmış görünüyor; to be or not to be”, “Shakespeare olmak ya da olmamak, işte bütün mesele bu !…(Edebiyat aramayınız; özetle yazı bunu anlatıyor durmayalım, ilerleyelim. )

(Hala başlıktaki ‘Kara Murat’ ne kel alaka diyorsunuz muhtemelen, takılmayın, o mecazi… Dünyada “Aslında gerçek Shakespeare, mutlaka başka biri olmalı !” efsanesi, öyle bir almış yürümüş ki, Shakespeare’in yaşadığı dönemde, onun yerine Shakespeare olabileceği savlanan adayları! sayacak olsanız, bir tabur adam; pardon aralarında kadınlar da var (kadınlar her yerde vardır! ) Yani Kara Murat parodisinin tıpkısının aynısı bir durum. Ama şaka…Yoksa Kadir Mısıroğlu’nun yakın zamanda “Shakespeare Şeyh Pirdi, müslümandı” filan açıklamasına inanan biri, tutar bir de bunu der aralarında kavga çıkar, maazallah önünü almak lazım.)

***

Bu arada hayaletler aleminin gezginliği işte... Nasıl olmuşsa olmuş; şans eseri Devlet Tiyatroları (DT)’nın bu yılki programında, tüm Türkiye genelinde yerli ve yabancı tiyatro ekiplerince oynanan 11 oyunda da Shakespeare’in trajedileri ya da komedilerinin şiirsel dizeleri, Türkiye sahnelerinde de yankılanır olmuş. Bu tesadüfi oyun dizesini sizler için burada topladık. İçlerinden bir ya da birkaçı, sizin hatıralarınıza da girecek olabilir. Hiç başlamamış olanlar, “Hamlet”leri kaçırmasın (çok nadir bulunmakta gerçekten). İnsan en azından ömründe bir defa Hamlet ne diyor görmeli. Buyurun yerlisi de var yabancısı da. Yabancısı 3,30 saat, yerlisi 1,30 saat sürüyor. Yabancısı kalabalık, yerlisi tek perde, tek kişilik oyun bilginize… Bu arada Hamlet Shakespeare’in yazdığı şekilde oynanacak olsa, 7 saat sürüyormuş meğer. Yani yarı zamanı öpün başınıza koyun.

***

Shakespeare hanginiz? Benim! Ben! (Kara Murat) 1 - Resim : 1
Resim 1:
Devlet Tiyatroları’nda bu sezon doğrudan Shakespeare’in yazdığı eserlerin çevirilerinden sahnelenen oyunlar… İstanbul DT, uzun yıllardan sonra ilk kez bu sezon, Shakespeare’nin trajedi türündeki eserleri “Hamlet” ile“Romeo ve Juliet” ve tarihinde ilk defa olmak üzere “Coriolanus” oyunlarını sahneliyor. “Windsor’un Şen Kadınları” komedisini Antalya DT, çocuklar için uyarlanan “Fırtına” oyununu ise Ankara DT oynuyor. Bir sefere mahsustu belki ama Bursa DT sahnesinden de bir “Othello” trajedisi geçti. Üsküp Türk Tiyatrosu’nca 9-26 Mart tarihleri arasında gerçekleştirilen Uluslararası Balkan Ülkeleri Tiyatro Festivali’nin bir parçası olarak… Bunların dışında, Ankara DT’de “İkinci Katil” ve “Gün Batımı” adlı oyunlar da Türk yazarların Shakespeare’in ünlü eserlerinden esinlenerek yazdığı 2 ilginç oyun. Bu oyunlardan Gün Batımı’nı daha önce bu köşede yazmıştık. İkinci Katil oyununa da umarım sıra gelir çünkü gerçekten hak etmekte, yer bulabiliyorsanız gitmenizi tavsiye ediyoruz.

Shakespeare hanginiz? Benim! Ben! (Kara Murat) 1 - Resim : 2

Resim 2: DT yönetimi, bir süre önce muhteşem bir işe kalkışıp, National Theatre Live ile bir anlaşmaya varmış ve ünlü İngiliz oyunlarını ‘tiyatro-sinema’ olarak Ankara seyircisi ile buluşturmuştu. Akün Sahnesi’nde her Pazartesi günü gösterilen oyunlar arasında, “Hamlet” ve “Twelfh Night”, doğrudan Shakespeare’in yazdığı iki oyun. En sağdaki resimde gördüğünüz oyun ise başka bir ünlü İngiliz yazar Tom Stoppard’a ait. Ancak içinde Hamlet’e göndermeler geçtiği için, onu da burada sayıyoruz. Hamlet’i dikkat ettiyseniz, İngilizlerin sinemada da övündüğü ünlü yüzü Benedict Cumberbatch oynuyor. Tesadüfen bu akşamki gösterimi, kaçıranlar üzülmesin, arada tekrar ediyorlar. (Ankara dışındakilere buradan nanik! yapalım. Ne yani, sizin deniziniz varsa, bizim de tiyatro ayrıcalığımız var. Kıskanma yok, isteyin sizin de olsun… )

***

Buradan itibaren, şöyle bir klişe ile başlayalım; denilmekte ki İngilizlere “Shakespeare mi, Britanya Adası’nın yarısı mı?’ diye sorulsa, “hiç düşünmeden adanın yarısını gözden çıkarırlar” Sanıyoruz hala Shakespeare’in ‘eserleri’ söz konusu olduğunda, ‘Shakespeare aşkı’nın aynı militanlıkla savunulacağından kimsenin kuşkusu yok. Bununla birlikte acaba, 1564’de doğup, 1616 yılında tahminlere göre tam da 52. doğum gününde, doğduğu kasabada ölen ve her yıl, hala burada bıraktığı birkaç ev ve mezarı dolayısıyla, milyonlarca dolar turizm geliri de sağlayan Stanford’lu Shakespeare’in ‘kimliğinin itibarı’ da aynı duyarlılıkla korunmakta mıdır? Şaşıracaksınız, bu sorunun yanıtı, artık o kadar tok sesle duyulabilecek gibi görünmüyor.

Çünkü Shakespeare’le ilgili iddialar, hiç bu dönemdeki kadar önemsenmemiş, karşılık bulmamış. Hatta olan bitene bakılırsa, Shakespeare’in eserlerine, resmi ağızlardan yeni “yardımcı yazar”lar kayda geçirilmiş; ansiklopedik kaynaklara söylence de olsa, kimi yazar ve soylular içingerçek Shakespeare olma olasılığıibareleri bile kaydedilmiş. Yani bilinen tarih algısında, daha önceleri çok daha şiddetle ancak “varsayım” olabilir denilen şeyler, hiç bu dereceşüpheye dönüşmemiş.

Halen görebildiğimiz kadarıyla, tüm dünyada tiyatro dünyasından sinemaya; onun her biri kendi efsanelerini yaratmış (bizim bildiğimiz) 37 tiyatro oyunu ile 154 sone ve birkaç uzun şiiri daha yazabilecek kadar büyük bir dehaya sahip olması için “fazla sıradan” olduğunda birleşen bu iddialara, neredeyse her kesimden büyük bir sivil koro eşlik etmekte...

O kadar ki 2011 yapımı, tüm oyuncu kadrosu neredeyse tam kadro İngilizlerden oluşan (psikopatça inceledik, yalnız yan rollerde iki Avustralyalı çıktı !) senaryosunda, kurgusunda da kusur bulmakta zorlanabileceğiniz “Anonymous” (Anonim) adlı sinema filminde, bu işin vardığı hayal gücünün sınırlarını, filmi izlemediyseniz asla tahayyül bile edemezsiniz. (İzleyenler isterlerse paragraf atlayabilir, biz heyecanla devam edeceğiz çünkü bu film konumuza cuk ! oturuyor. Lütfen kusura bakmayın; kötüyüz, sonunu da söyleyeceğiz. Yalnız alıştıra alıştıra söyleyelim de beyniniz yanmasın ! …)

Shakespeare hanginiz? Benim! Ben! (Kara Murat) 1 - Resim : 3

Filmde geçmiyor ama tarihte geçiyor, Shakespeare’in babası kasabmış. Tam burada Sevgili Prof. Dr. Mina Urgan, bir makalesinde yardımımıza koşuyor, ne diyor?

XVIII. (18) yüzyılın sonlarına doğru, ünlü kişilerle ilgili dedikoduları toplamaya meraklı olan ve onların yaşam öykülerini yazan John Aubrey'e göre, Shakespeare'in babası o sırada kasaptı; Shakespeare'de babasına çıraklık ederdi: "Bir danayı keserken, bu işi soylu bir biçimde yapar ve bir söylev verirdi" (When he killed a calf, he would do it in a high style and make a speech)

Ayol ! Shakespeare gibi bir deha, sıradan bir kasap oğlundan çıkacak değil ya ! (Ben söylemiyorum, bütün bu yazıya konu, mantık zinciri böyle çalışıyor. Yani dahi filan olmaya kalkarsanız, önce kütüğünüzü soylu bir ailenin nüfuzuna kaydettirmek iyi fikir olur yoksa cesedinizin üstüne ‘sizdiniz-değildiniz’diye iddiaya girmesinler. İngiltere yaşıyorsanız tabii…Çok şükür burada fark etmez, hepimiz evelallah köylüyüz, köy kökenliyiz… )

Yani, böyle bir deha, olsa olsa bir kraliyet mensubu olabilir ! Kim olabilir? (Geliyor ! ) İngiltere’nin en güçlü kraliçesi 1. Elizabeth’in “gayrimeşru oğlu”! (Ama sıkı durun hızımızı alamadık: ) Hatta bir de, “oğlunun, oğlunu” (yani torununu) doğuruyor ana kraliçe ! ... Ama onun Shakespeare ile ilgisi yok. Hadi artık gerisini sinema filmine bırakalım. Yalnız Tudors Hanedanlığı’nın cinsel tercihleri tartışılmaz”mış ama suç kraliçede de değilmiş ki... Oğlunun da, oğlunun-oğlunun da bundan haberi bile yokmuş ! (Tarih de sanki onu ‘bakire’ öldü sanmıyor muydu? Aman canım, kraliçenin özel yaşamından kimene, bize ne?... )

Şimdi filmin sonunu söyledik ya kendimizi suçlu hissediyoruz. İyisi mi biraz hakkında bilgi verelim. Filmin yönetmeni, hiç ummazsınız, “Patriot(Vatansever, 2000),Independence Day(Kurtuluş günü, 1996) gibi popüler (pardon şaşırmamıza gerek yokmuş !) gibi tanınmış filmlerin yönetmeni Roland Emmerich.

(Aha ! Alman asıllı çıktı. Bu önemli. Şimdi siz bilmiyorsunuz. Almanlar ve Fransızlar dünyada Shakespeare’ien az seven” milletler. 2016’da Shakespeare’in ölümünün 400’üncü yılı dolayısıyla British Council tarafından, 15 ülkeden 18 bin kişiyle görüşülerek yapılmış bir araştırmada, Almanların Shakespeare’i sevme oranları yüzde 44 çıkmış. Gördünüz mü? Niçin ? “Kıskanıyorlarmış” da ondan !… Fransızlara farklı mı onlar da öyle. Fransız Voltaire Shakespeare’e, “muazzam bir gübre yığını” demez mi? O günden beri aralar soğuk. Fransızların Shakespeare aşkı ancak yüzde 51’den öteye gidememiş. Ama Meksikalılar “yüzde 88 seviyor” çıkmış. Bunda Shakespeare’le birleşen İspanyolcanın şiirselliğinin payını da hesaba katın kesin azalır. Türklerde ne çıkmış? Yüzde 79… Hadi ordan canım sende ! Her halde yalnız tiyatroculara filan sordular. Yoksa toplumun her kesiminden örnekleme yapsalar, kesin şimdi “sapına kadar seviyor!” çıkmıştık. Portakal orda kal ! Hala parantez içindeyiz değil mi? …Pardon, bu arada soralım, Britanyalılar ? Onlar yüzde 59 seviyormuş !... Ha ! niye ki? 16. yüzyıl dilini anlayamıyorlarmış. Haaa!… )

Filmimize daha fazla haksızlık etmeyelim. Anonymous, 2012’de En İyi Kurgu, En İyi Makyaj, En İyi Görüntü Yönetimi, En İyi Kostüm, En İyi Ses Kurgusu, En İyi Prodüksiyon Tasarımı” dallarındaGerman Film Awards” (Alman Film Ödülleri)nde, altın madalyaların hepsini silmiş süpürmüş. (Biz diyoruz Almanlar sevmiyor. Shakespear Shakespeare çıkmayınca, yığmışlar madalyaları işte… ) Bu arada filmin En iyi Kostüm alanında bir de Oscar adaylığı var. Gerçekten o kostümlerle, belki de döneminden daha bile güzel bir tarih yolculuğuna çıkıyorsunuz, bu kesin…

Oyunculardan da söz edelim, hiç de öyle ucuz bir prodüksiyon değil çünkü. Rhys Ifans (Earl of Oxford rolünde). Vanessa Redgrave (Queen Elizabeth I) Joely Richardson genç kraliçe, Sebastian Armesto (Ben Jonson), Edward Hogg (Robert Cecil)

Rhys Ifans’ın (İngiliz tabii ki) gayet etkili bir oyunculukla canlandırdığı kraliçenin oğlu ! rolündeki Oxfordlu Earl’ü bir araştırdık. Gerçek ve adı “17th Earl of Oxford by Edward De Vere”. 1550-1604 yılları arasında yaşamış. Shakespeare’den 12 yıl önce ölmüş. Shakespeare ise hayatının en az son 4 yılında hiç oyun ya da başka eser yazmamış. (Trink jeton mu düştü !) İngilizcesi olan ve şu yazdıklarımıza merak duyanlar, hemen Britannica.com’da “Edward De Vere” taraması yapsın. Ne yazıyor? Aşağı yukarı onun “Shakespeare olabileceği” varsayımları arasında en güçlü aday olduğu ! … (Bu bölümü uzatmak çok güzel olurdu ama çok şiştik sonraya da biraz atıştırmalık kalsın.)

Ve bu filmi hazırlarken gerçekten de ne kadar Shakespeare okuduğunu merak ettiğim senarist, John Orloff (İngiliz!) … Bu filminden önce Angelina Jolie, Dan Futterman’ın oynadığı “A Mighty Heart (2007)”filminin senaristi imiş. Ondan önce Türkiye’de de gösterilen ve halen IMDb puanı 9,5 olan İngiliz dizisi “Band of Brothers(Kardeşler Takımı)’ın, 2 bölümünün senaryosu ona emanet edilmiş. (Şimdi epey uzun bir süredir sesi çıkmamış gibi. O da Shakespeare girdabında 'dedektiflik' yaparken kaybolmuş olmasın. Çünkü bu “Alice Harikalar Diyarı” kuyusuna bir düşen, ilk fırsatta aynı kuyuya atlama hevesine kapılmıyorsa ne olayım… Olmaz olmaz demeyin. Sizin de başınıza gelebilir…)

***

Shakespeare hanginiz? Benim! Ben! (Kara Murat) 1 - Resim : 4

Resim 4: En solda, Shakespeare’in eserlerini, aslında özellikle kraliyet soyluları ya da dönemin diğer ünlü yazarlarının yazdığı yolundaki varsayımların geldiği noktayı ortaya koyan 3 popüler kültür grafik-tasarım örneği görüyorsunuz. En sağ alttaki resimde ise Shakespeare’in mezar görüntüsü var. Üzerinde ne yazdığını merak edenler çok şaşırıyor. Dünyanın en ünlü şairine göre, oldukça vasat sayılan bir dörtlük. Shakespeare’in yazmadığı düşünülen (en azından Mina Urgan böyle düşünüyor) bu dörtlükte şunlar yazılı: “Sevgili dostum, Hazret-i İsa'nın hatırı için, burada kapalı olan tozu, kazmanla dağıtma. Bu taşlara dokunmayana hayır duamı veriyorum. Kemiklerimi yerinden oynatana da lanet olsun." Sadece görünen levhada değil, mezarın üzerindeki beton zeminde de yazan bu“lanet dahi, yine de Shakespeare’in kafatasının çalınmasına mani olamamış! Kafatasının 18. yüzyılda mezar hırsızları tarafından çalındığına dair bugüne kadar gelen efsane, 2016’da arkeologların araştırmaları sonucu doğrulanmış görünüyor. Meğer Shakespeare’in mezarında onun yerine 70’li yaşlarında ölen kimliği belirsiz bir kadına ait kafatası duruyormuş. Araştırmayı yapan uzmanlardan birisi, “İnsanlar, onları dahi yapanın ne olduğunu anlamak için analizler yapma amacıyla, ünlü insanların kafataslarını istiyordu. Shakespeare’in kalıntılarının da hedefte olması pek sürpriz değil” diyerek özetlemiş. Bir de en sağ üstteki resme bir açıklık getirelim. Görüyorsunuz “Gossip Girl” imzası var. Yani “dedikoducu kız”. Hollywood’tan bu isimde vasat fakat kendi çapında ismini duyurmuş bir dizi çıkmıştı bir dönem. Amerikan sosyetesinin türlü acayipliklerini anlatan dizide bu yukarıdaki söz ne zaman görünse, birden sanki derin bir anlam kazanırdı dizi. Şöyle denilmekte. “Ve kimim ben? Bu bir sır, asla söylemeyeceğim. (Fakat) bilirsin, beni seviyorsun”!

***

Şimdi bunları bir kenara bırakıp, bir nostalji ile düşünelim… 2000 yılında kaybettiğimiz, genç nesillerin çoğunun, yalnızca onun hayatının son döneminde yazdığı Bir Dinozor’un Anıları ve “…Gezileri kitapları ile tanınan; oysa en verimli zamanlarını, İngiliz dili ve edebiyatından çok önemli çevirilere ve bu alandaki akademik çalışmalara harcayan Prof. Dr. Mina Urgan olsaydı, bize ne söylerdi dersiniz? (Bu arada unutmadan onun çevirilerinden birisi de Lord Kinross (Patrick Kinross)’un, Atatürk” adlı kitabıdır. Bir dünya liderinin en mütevazi ve insani temelde yazılmış biyografisini, Mina Urgan’ın dikkatiyle seçilmiş kelimelerle okuduğunuzu düşünün… Bizce Atatürk ile ilgili okuma listesinde Nutuk’tan sonra okunacaklar listesinde ilk sıralamada bu kitap da yer almalıdır.)

Mina Urgan, ölümünden bu yana, 18 yıl içinde yaşanan gelişmeleri, kendi gözleriyle görseydi, İngilizlerin deyimi ile “open mind” (açık fikirli) bir yaklaşımla, bu teorileri incelemeye değer bulur muydu? Yoksa, bunları gündeme getirdiğimiz için bile, bizim de ağzımıza biber mi sürerdi?

Aslında, yine büyük bir şans eseri, onun aşağı yukarı neler düşünebileceğini öğrendik bile… Nereden mi? Tiyatro sağ olsun. 1994-1995 sezonunda, Antalya Devlet Tiyatrosu’nun sergilediği Hamlet oyununun broşüründe, onun Shakespeare ile ilgili yaklaşık 18 sayfa süren bir makalesini bulduk (düşünebiliyor musunuz? Hey gidi 1994 yılı işte). O günlerde, ondan böyle bir yazı yazmasını isteyen veya daha önceden varsa bile bunu bu broşüre almaya karar vermiş Devlet Tiyatrosu sanatçılarına duyduğumuz şükranları hepimiz adına buradan yeniden iletelim. Mina Urgan, o makalenin daha en başında, tıpkı alışılmış o sevimli bilge üslubuyla ne diyor biliyor musunuz?

İki yüzyıldan beri Shakespeare'in yaşamı üzerine sayısız kitap yazılmış olmasına karşın, bu konuda kesin olarak tüm bildiklerimiz, bir tek sayfaya sığar ancak…

Tek bir sayfadan başka bir şey yok mu? Nasıl yani?... Devam ediyor:

İngilizler ancak XVIII. (18 okunuyor hızlı geçin) yüzyılın başlangıcında, yani şairin ölümünden neredeyse bir yüzyıl sonra, onun yaşamı ve kişiliğini merak etmeye başladılar. Ne çare ki Shakespeare'i yakından tanıyanlar o sıralarda göçüp gittiği, bizi aydınlatabilecek birçok belge de yok olduğu için, Shakespeare üzerine bilgimiz doğal olarak kıt kaldı... Shakespeare'in yaşamının anahatlarını saptamak isteyen ilk yazar, 1709'da oyunlarının ilk bilimsel baskısını hazırlayan Nicholas Rowe'dur. Ne var ki, Shakespeare'in çoğu yaşam öyküsü de Stratford ve Londra'da, şairin kişiliği konusunda toplanan efsane ve masallardan, birtakım sanılar ve varsayımlardan, sözün kısası, E.K. Chambers'ın "Shakespeare mythos" adını verdiği, genellikle güvenemeyeceğimiz malzemeden oluşturulmuştur…”

Mina Urgan, tüm bu masalsı varsayımların, gerçekte bilimsel olarak ne kadar dikkate alınabileceğine ilişkin, bize daha nasıl bir izahat verebilirdi… Devam ediyor:

….Şimdiye dek yazdıklarımızdan da anlaşılacağı gibi, Shakespeare'in yaşamı ve kişiliği konusunda bildiklerimiz son derece sınırlıdır. Bilmediklerimizinse haddi hesabı yoktur; nerede okuduğunu tam olarak bilmiyoruz; doğduğu kasabadan niçin ve tam hangi tarihte ayrıldığını bilmiyoruz; Londra'daki özel yaşantısını bilmiyoruz; tiyatroya ne zaman ve nasıl girdiğini bilmiyoruz; dinsel inançlarını, yani Katolik mi, yoksa Protestan mı olduğunu bilmiyoruz; 52 yaşına kadar yaşadığı halde, 48 yaşından sonra neden yazmadığını bilmiyoruz; hangi hastalıktan öldüğünü bilmiyoruz. (Yine Mina Urgan’dan öğrendiğimize göre, zamanında rahibin biri, onun için ‘çok içiyordu’ demiş. ‘Çok yiyip içmekten, mide hummasından’ öldü demiş. Demiştik hatırlarsanız, doğum gününde öldüğü söyleniyor diye. Şayet Shakespeare’in anne babası, kilise kayıtlarındaki gibi onu doğumundan 3 gün sonra vaftiz ettirdiyse, bu doğru çıkıyor. Rahibin dediğine dönecek olursak, Shakespeare, o gün arkadaşlarıyla biraraya toplanmış, yiyip içmişler; işte sonra sizlere ömür !) yüzünü ve biçimini bilmiyoruz; elimizde bir tek el yazması ya da mektubu bulunmadığı için (şimdi bir mektup çıkmış ortaya, ortaya çıkan ‘kanıt’ların hızına yetişilmiyor) el yazısını bilmiyoruz; şunu bilmiyoruz, bunu bilmiyoruz...

Bilmediklerimiz öyle çok ki, bu yüzden ortaya bazı garip ve garip olduğu kadar da saçma varsayımlar çıkmıştır: Sözümona Stratford'lu Shakespeare, sıradan bir oyuncudan başka bir şey değilmiş. Onun adını taşıyan oyunları, aslında o değil de Shakespeare takma adını kullanan başka biri yazmış. Genellikle İngiltere'den çok yabancı ülkelerde, özellikle Amerika'da ve Fransa'da rağbet gören bu uydurmaları, İngiliz edebiyatını ve Elizabeth Çağı'nı iyi bilen hiçbir kişi ciddiye alamaz. J.M.Robertson 1913'de The Baconian Heresy; A Confutation'ı (Bacon Sapması; Bir Yanılgının Düzeltilmesi) yayınlandığından beri, nasılsa temelden çürük olan bu varsayımları, bir daha çürütmek zahmetine katlanan çıkmamıştır…”

***

Shakespeare hanginiz? Benim! Ben! (Kara Murat) 1 - Resim : 5

Resim 5: (Soldan Sağa) 1- Shakespeare’in gerçekte Francis Bacon (Shakespeare’in arkadaşı başka bir yazar) olduğuna ilişkin varsayımlara karşı, J.M.Robertson’ın, 1913'de yazdığı kitabı görüyorsunuz. “The Baconian Heresy; A Confutation” (Bacon Sapması; Bir Yanılgının Düzeltilmesi). Prof. Dr Mina Urgan’ın, daha tarihte Shakespeare’ın başkası olacağına ilişkin varsayımları “çürüttüğü”nü düşündüğü kitap…

2 – İkinci resim Shakespeare olduğu ‘farzedilen’ ve “Chandos portresi” olarak bilinen portre… Prof. Urgan, bu resim hakkında şöyle söylüyor: Shakespeare resimleri arasında en cana yakın olanı, "Chandos portresi" denilen yağlıboyadır. Shakespeare'in tiyatro topluluğunun yöneticisi ve baş oyuncu Richard Burbage'ın yaptığı sanılan bu portrenin, mezardaki büst ve “Birinci Folio”daki gravürle (Öteki en bilinen pek de sevimli durmayan Shakespeare resmi) hiçbir ilgisi yoktur; bambaşka ve çok hoş bir insan gösterir. Bu, Shakespeare'in değil de başka birinin resmi ya da uydurma bir portre olabilir, ama bizim hayalimizdeki Shakespeare'e ötekilerden çok daha uygun olduğu da kuşkusuzdur.”

3- En sağdaki bu resimde Shakespeare’in toplamda 6 resmi belgede bulunan imzaları görülüyor. Shakespeare’in dönemindeki diğer yazarların çoğunun oyunlarının müsvetteleri ve veya başka el yazıları bulunmasına rağmen Shakespeare’in, üstelik her birinde kendi adını farklı yazdığı bu 6 imzasından başka bir şeyin bulunamaması (Şu yeni ortaya çıkan mektup da durmuş durmuş 402 yıl sonra çıkmış, nedir ne değildir ne bilelim şimdi… ) bütün bu şüphelerin geliştirildiği temellerin başında geliyor…

***

Mina Urgan’ın düşünceleri böyle… Fakat onun yokluğunda ortaya atılan varsayımların eriştiği hızı yakalamak, hele bundan sonrasında, hiç de kolay olmayacak gibi görünüyor.

Örneğin BBC’de 24 Ekim 2016 tarihinde yayımlanan bir habere göre, Oxford Üniversitesi Yayınları, İngiliz şair ve oyun yazarı Christopher Marlowe’un, Shakespeare’in üç oyununda, (“6. Henry” oyununun 1,2 ve 3 ciltleri) imzası olduğunu doğruladı ve Marlowe’u, bu oyunlarda Shakespeare’in “yardımcı yazarı” olarak kayıtlara geçirdi. Böylece Doktor Faustus başta olmak üzere, yazdığı oyunlarıyla döneminde Shakespeare’in en büyük rakibi olarak görülen Marlowe’un katkısı, ilk defa resmi bir otorite tarafından tanınmış oldu. (Görebildiğimiz kadarıyla Marlowe, Shakespeare’in eserlerini yazdığı savlanan, en kuvvetli ! 4 adaydan biriydi. Yardımcı yazar olarak tanındığına göre, sırasını savmış sayılır herhalde.. )

Üstelik haber devam ediyor; buna göre, Shakespeare’in bilinen tüm eserlerini içerecek “New Oxford Shakespeare” adlı derlemenin üzerinde çalışan araştırmacılar, eserlerin (tıpkı iddialardaki gibi) tahmin edilenden çok daha fazla yardımcı yazar ortaklığı içerdiğini öne sürüyor. Dünya çapında 23 uzmanın katılımıyla yürütülen araştırma sonuçlarına göre, Shakespeare’in 44 eserinden 17’si, (Bizim Türkçe kaynaklarımızdaki eser sayısı bilgisi epey geride kalmış !… ) ona yardım eden başka yazar ortaklığı ile son hallerini aldı.

***

Shakespeare hanginiz? Benim! Ben! (Kara Murat) 1 - Resim : 6

Resim 6: Shakespeare’in döneminde çağın başlıca eğlencesi tiyatrolar, oyunların başarıları arttıkça “tiyatro işi” içinde olanlara, doğal olarak zenginlik getirmeye başlamış. Tabii kaleminin hakkıyla kazanan (!) (Görüyorsunuz, insanın içine kurt düşürmeye görsünler…) Shakespeare, bu işten epey zengin de olmuş!. Alışılmış olduğu üzere, dahilerin “çulsuz” gezmelerinin aksine, o işini bilen bir adammış; parasını tiyatro işlerine yatırmış. Bu gördüğünüz “Globe Tiyatrosu”. 1599 yılında, Shakespeare'in oyuncular topluluğu tarafından inşa ettirilmiş ve 29 Haziran 1613'de çıkan bir yangında yıkılmış. 1997 yılında, II.Elizabeth'in Globe Tiyatrosu'na modern bir yorum arayışı altında, “Shakespeare's Globe” tiyatrosu olarak yeniden inşa edilmiş. Görüyorsunuz açık hava ve dairesel bir tasarım. Doğrusu hem Shakespera dönemi konstrüksüyonu üzerine hem de Shakespeare’in tiyatrodan kazandığı paralar üzerine çok şey yazılmış çizilmiş. Kimilerinin “edebiyat tüccarlığı”na kadar vardırdığı eleştirileri, hemen söyleyelim Mina Urgan ‘çok ayıplıyor’. Fakat onun da bu alışılmamış “dahi ve para” ilişkisine biraz şaşırıp, az biraz “gülünç” bulduğunu söyleyelim; içiniz rahatlasın…(Dahi ve fakirler !, hep sizi düşünüyoruz, ‘Allahım yoksa bende mi bir sorun var?’ demeyebilirsiniz artık. Literatür sizden yana…)

***

Şimdi bir daha durup düşünelim. Bütün bunlar, bize İskoçya'daki Loch Ness gölünde yaşadığı öne sürülen “Loch Ness Canavarı” efsanesini akla getirmiyor mu? Canavarın varlığı ya da yokluğu sorusunun doğru yanıtı, kimini umurunda… İnsanoğlunun merakı, her zaman, bir efsane’nin ispatı için çaba duymasını sağlamaya yetmemiş midir?

Halen şu günde dahi kim bu Shakespeare mitos”larının hem İngilizlerin kendi vatandaşlarında hem de dünyanın başka milletlerinde, Shakespeare gizemini çözmeye çalışanların, onunla birlikte, çağdaşı diğer İngiliz yazarlara da bu sayede merakla ilgi duymadıklarını söyleyebilir ? Yine bizimkiler biliyor, “Her şerde, bir hayır var”…

Shakespeare hanginiz? Benim! Ben! (Kara Murat) 1 - Resim : 7

Öte yandan, Türkiye’de geçmişi Tanzimat’a kadar giden ilk Shakespeare oyunları ile şimdi modern tiyatroya güncellenmiş Shakespeare oyunları arasındaki değişimi yalnızca tahayyül etmeye çalışmak bile gözümüzün önüne neler getirir bir düşünün. Hele bir de dönemin oyunlarının fotoğrafları ile “mizahi tenkit”lerini görseniz, nostalji için umarım siz de bizim bu keyfi! yazılarımızı beklemeye değeceğini düşünürsünüz…

Bu uzun yazıyı şimdiye kadar okumayı sürdürdüğünüz için, size bir Shakespeare ödülü geliyor; 66. Sone. Can Yücel’den gelsin. (İngilizce bilenler hemen “Can Yücel de şiiri çaktırmadan baştan yazmış” diyecekler, siz de çaktırmayın. Dedik ya çeviri işi, her yiğidin yoğurt yiyişi… Bu soneyi besteleyen Ezginin Günlüğü’nün ezgisi de dilinize dolansın…

Haydi size iyi seyirler…

66'ncı Sone | Yazan: William Shakespeare | Çeviren: Can Yücel

Vazgeçtim bu dünyadan tek ölüm paklar beni,
değmez bu yangın yeri, avuç açmaya değmez,
değil mi ki çiğnenmiş inancın en seçkini,
değil mi ki yoksullar mutluluktan habersiz,
değil mi ki ayaklar altında insan onuru,
o kızoğlan kız erdem dağlara kaldırılmış,
ezilmiş, hor görülmüş el emeği, göz nuru,
ödlekler geçmiş başa, derken mertlik bozulmuş,
değil mi ki korkudan dili bağlı sanatın,
değil mi ki çılgınlık sahip çıkmış düzene
doğruya doğru derken eğriye çıkmış adın,
değil mi ki kötüler kadı olmuş Yemen’ e,
vazgeçtim bu dünyadan, dünyamdan geçtim ama,
seni yalnız komak var, o koyuyor adama.


“Original” sevenlere… Sone 66

Tired with all these, for restful death i cry,
As, to behold desert a beggar born,
And needy nothing trimm’d in jollity,
And purest faith unhappily forsworn,
And guilded honour shamefully misplaced,
And maiden virtue rudely strumpeted,
And right perfection wrongfully disgraced,
And strength by limping sway disabled,
And art made tongue-tied by authority,
And folly doctor-like controlling skill,
And simple truth miscall’d simplicity,
and captive good attending captain ill:
tired with all these, from these would i be gone,
save that, to die, i leave my love alone.