Şiirde tektipleşme sorunu
Doğan Hızlan'ın 12 Eylül'den bir gün önce Cumhuriyet'te yayımlanan 11.09.1980 günlü "Toplumcu gerçekçi şiirde klişeleşme mi başlıyor?" yazısına, Cem Bayındır'ın gönderdiği gazete kesiği üzerinden 11.08.2022 günlü Yüklem'de değinmiştim. Kitap eki grafikeri şair Mehmet Aman'ın çabasıyla yazının tümünü Cumhuriyet'ten edindikten sonra Aydınlık Kültür Sanat yönetmeni Ali Ulusoy PDF'yi vörd'e çevirtmişse de bilgisayarımda beliren sabuklamalar yüzünden metni geçen hafta gönderemedim. Metin; 12 Eylül 1980 sonrası edebiyatımızda zoraki yaşanan değişime yönelik bir karşı manifesto özelliği taşıması bakımından 42 yıl sonra okura yeniden sunmayı zorunlu görüyorum:
TOPLUMCU GERÇEKÇİ ŞİİRDE KLİŞELEŞME Mİ BAŞLIYOR?
İyi şiirin ilk koşulu nedir? Klişeleşmeye karşı olmak. Şiirde klişeleşme, belli kalıpları, ortak duyarlıkları ve beylik tema'ları işlemek biçiminde özetlenebilir. Klişeleşmenin doğal sonucu, ortaya birbirine benzer şiirlerin çıkmasıdır. Altındaki imzaları silin, birbirinden hiçbir farkı olmadığını fark edersiniz. Klişeleşme kişiselleşmeyi silip süpürmüştür.
Yıllardır seçici kurullarda çalışırken hep bu klişeleşme sorunu aklımın bir köşesine takılıp kaldı. Gene de bu kavram üzerine bir yazı yazma gereğini duymayacaktım. Gelin görün ki, aylık şiir dergisi Yusufçuk'ta yayınlanan bir okur mektubu, klişeleşmenin okur katında da rahatsız edici bir boyut kazandığını sergiledi.
Yusufçuk dergisinin Okurdan sütununda, Cevat Salur adlı okur İzmir'den şu yakınma mektubunu göndermiş:
“Şairlerimizin çoğu, dönemler halinde Vietnam, Şili, İspanya vb şiirleri yazdılar. Herhalde sıra şimdi ‘Türk-Yunan dostluğu’ ve ‘Ritsos'ta... Sanatta moda ve güncelliğin önemli unsurlar olduğunu kimse yadsıyacak değil. Ama, aynı konuları, aynı imgelerle hatta aynı kelimelerle ciklet yapmanın anlamı ne?”
Yukarıya aldığımız mektubun son cümlesi son on yıllık şiirimizin hastalığına bir tanı koyuyor: “...aynı konuları, imgelerle hatta aynı kelimelerle” yazmak.
Şiir geleneğimizde klişeleşme olagelmiştir. Her şiir akımı belli klişeleri kullanmış, bunu aşan şiirler de edebiyat tarihindeki seçkin yerlerini almıştır. Divan şiiri kalıplar şiiri değil midir? Hiç kuşkusuz. Ama bu klişeleri aşanlar bir kişiliğe ulaşabilmişlerdir. Tanzimat'ın, Edebiyat-ı Cedide'nin klişeleri kaç şairi günün modası içinde var etmiş, ertesi yıllarda okunma olanağını vermemiştir.
Beş Hececileri atlayalım Garip kuşağı da anarak geçelim. Ve gelelim İkinci Yeni'ye...
İkinci Yeni, şiir klişeleri oluşturmuş hatta bu klişeler önceki kuşağın şairlerini etkilemiş, onlar bu parlak imge düzeninden uzak duramamışlardır. Bu klişeleri kendi şiir kavramı içinde eritenler özgün şiirler yazabilmişler, diğerleri de İkinci Yeni içinde ‘tarihi misyonları’nı başarıp anılmaz olmuşlardır.
Edebiyatın da bir moda olduğu gerçeğini unutmadım ben. Unutmadım da yalnızca moda olduğunu da kabul edemedim.
Şairin bir sis çanı olduğu gerçeğini Melih Cevdet Anday bize unutturmamacasına belleklerimize kazıdı. Dünyada nerede bir olay varsa, şair de onun yanındadır. Vietnam'ı, Şili'yi, İspanya'yı yazacaktır. Diyelim ki, tema bu yüzden klişe bir kimlik kazanacaktır. İçerik'te bir klişeleşmeyi zorunlu gösterip bağışlatacak bir yanı vardır. İmgede klişeleşmeyi nasıl savunacağız, bu türün sıradan örneklerini hangi yere basmayan payandalarla ayakta tutabileceğiz.
Aynı temayı işleyişte klişelerden nasıl uzaklaşılacağının kanıtlarını dünya şiirinden derlemek çok zor olmasa gerek.
İkinci Dünya Savaşı'nı yaşayan İngiliz şairleri, savaş sırasında ya da savaştan sonra yazdıkları şiirlerde “ortak tema”yı işlediler ama ortak imge ve kelimelerle değil.
Toplumcu gerçekçi şiir anlayışının, son beş yılda ürünlerini veren bazı şairler üzerinde olumsuz etkisi oldu.
Bir imge ve kelime bağnazlığına düştüler. İmge'nin ve kelimenin kısır döngüsünden bir türIü kurtulamadılar. Vietnam için de yazılacak Şili için de. Büyük usta Ritsos için de. Eski deyimiyle “ifrat”la “tefrit” arasındaki yolun ortasını bulamıyoruz. İkinci Yeni’yi yalnızca biçimci, toplum gerçeklerinden uzak, şiire sığınma diye suçlayanlar, bugün içerikte ve biçimde aynı klişeciliğe düştüklerini görmezlikten geliyorlar.
Şiir okurunun azalmasını klişeleşme olgusuna bağlayabiliriz. Okur belli bir tema'dan soğumasa da, o konuya ilgi duysa da, o tema'nın, konunun beylikleşmiş bir şiir diliyle işlendiği korkusundan okumuyor.
Klişenin şaire yardımcı olduğu yanlar vardır. En azından imgede klişeleşme; şaire çağrışımlar bulma kolaylığını getirir. İmgelerde klişeleşme onun anlatımındaki boyutu artırır. Şairin kendi kendini aldatmasıdır bu.
Ters gelecek ama söz sanatları büyük ölçüde klişeleşmeyi kırar. Kullanmayı bilmeyen şairin kaleminde bu bir geriye tepen silaha da dönüşebilir.
Nâzım Hikmet'i okuyup özümleyebilirsek —pek az özümlendiğini söyleyeyim— Pablo Neruda'nın şiirini anlayabilirsek, iyi bir şiirin, toplumcu şairin klişelere nasıl karşı, onları iten bir tutumla yazıldığını özümseyebiliriz.
Sanatta moda ve güncellik ne? Tartışıldı. Şairler, yazarlar bunu çeşitli yanlarından çekiştirerek açıklık getirmeğe çalıştılar. Ama tek bir tanımda anlaşılır mı? İşte acı gerçek burada boy atıyor: Sanırım ki, birçok genç şair bugün, moda ve güncellik kavramlarında bir anlaşmaya, uzlaşmaya varıyorlar, tek tanımın rahatlığına boyun eğiyorlar. O zaman da klişeleşme denilen olay baş veriyor.
Şiir de artık yetenekten çok bir araştırma işi. Bilgiden yoksun bir şiir dünyasının ürünleri arabesk müziğe söz olur da şiir olmaz. Behçet Necatigil, şiirde araştırarak iyi şiir yazmanın sağlam anıtı. Kendinden önceki Türk ve dünya şiirini bilmeden, kendi geleneğinin söz sanatlarını öğrenmeden çok iyi şiir yazılamayacağının kanıtı Nâzım Hikmet.
Klişeleşmenin bir başka darağında bekleyenler de çoğaldı. Hilmi Yavuz'un, Refik Durbaş'ın şiir bedestenindeki yorulmaz işçilikleriyle buldukları kelimeler, bu kelimelerle ürettikleri imge düzeni de genç kuşakça taklit edilmeye başlandı ve kendinden sonraki kuşağın şairlerince kullanılmaya başlanınca klişe niteliği ağır basar oldu.
Söylenmemiş söz, işlenmemiş konu yoktur derler. Diyelim ki, abartılmış bu söz doğru. O zaman söyleyiş biçiminin ayrılığı, anlatılanın değil anlatımın bir özelliği olduğunu vurgulamıyor mu?
Şairler kulak versinler bu İzmirli okurun uyarısına. Gerçekten toplumcu gerçekçi şiirde klişeleşme sorununu kendi şiir dünyalarında bir özeleştiri süzgecinden geçirsinler. Sanırım ortaya daha kişilikli, zamanın rüzgârlarına daha dayanıklı ürünler çıkacaktır...