Şiirimizin modernleşme serüveninde ‘Garip’
Edebiyatımızın modernleşme serüvenini Servet-i Fünun’a dayandırma tutumunda herkes birleşmekle birlikte, şiir söz konusu olduğunda, kimi edebiyat tarihleri ve şiir antolojileri, “düzyazıyı şiir sandığı” biçiminde cehalet yüklü bir gerekçeyle Tevfik Fikret’i modern şiirimizin dışında tutar. Oysa Fikret, modern insanın anlam sorunlarının odağında yer almayı halâ sürdürüyor. Çünkü o, çağdaşlığın kulluktan yurttaşlığa sıçrayışla birey olmaktan geçtiğini görmekle kalmamış, bu saptamanın zorunlu sonucu olarak, günlük yaşamda düzyazının önemini kavrama bilincinde Şinasi’den aldığı esini daha ileri götürüp şiiri düzyazıya açmış, hem düzyazı bilincinin oluşmasında, hem de düzyazının olanaklarını şiire taşıma serüveninde büyük ve ana uğrak olmayı başarmıştır*.
SERÜVENİN ÖZÜNDEKİ SORUN
Aydınlanma ve kamu bilincinin oluşmasında ilk savaşçımız olarak Şinasi’nin Avrupa’dan getirdiği “Vatanım rû-yi zemin milletim nev’-i beşer” ilkesi, Fikret’in de dünya görüşünün çıkış noktası olmuş, onu çağdaş birey kimliğine taşımıştır. Bu bakış açısı, aklı ve evrenselliği Prometheus ve Sisiphos tavrıyla yüklenen bireyler olarak, her ikisinde de, düzyazıyı tüm anlatım tekniklerinin merkezine yerleştirme, edebiyatı kalıplaşmış ve ortak anlatım biçimlerinden kurtarma girişiminin özünü oluşturmuştur. Cemal Süreya’nın daha sonra “Folklor Şiire Düşman” saptamasıyla daha da incelteceği bu tutum, modern edebiyat ya da şiir kavramının da tanımına ışık tutar.
Ahmet Haşim, Şiirimizin Fikret’le girdiği köklü kopuş süreci ve devasa anlam serüveninin doğurduğu büyük anlam genişlemesini kavramaktan çok uzak bir tutumla şiirsel anlamı hiçleştirmeye kalkışır: “Şiirde anlam aramak, bülbülü bir lokmacık eti için öldürmeye benzer.” Oysa “O Belde”yle Fikret’in izinde çok başarılı bir şiir veren Haşim, modern şiirin iki yüz yıldır süren asıl serüvenine, anlam serüvenine omuz silkmeyi denemiş, ne ki bu sığ yaklaşımla, daha başlarken modernizmin hendeğine düşmekten kurtulamamıştı.
ŞİİRİMİZİN GARBI VE GARİBİ
Şiirimizin anlam serüveni, Nâzım Hikmet’in çıkışıyla birlikte, daha derinliğine ve bir o kadar da yüze vuran sarsılmalarla sınıfsal köklere yayılır. Nâzım, şiire anlam ve biçim yönünden sağladığı açılımlarla, Fikret’in şiirindeki toplumsal çizgileri ve evrensel insan kavrayışını emek üzerinde işler, yeni tema ve boyutlarla kazandırır. Nâzım, Türkçenin bütün olanaklarını ideolojinin keşfine açar, dile yüzyıllar içinde sinmiş insani derinlik ve dokuyu, ideolojiye somutluk olarak taşır.
Nâzım da teslim ediyor ki; boş, süslü, boyalı sözcüklerin anlam üzerindeki boğucu kuşatmasına kalıcı ve son darbeyi Orhan Veli ve Garip şiiri indirir: Orhan Veli, Batı’da modern biçimleri kışkırtan ve geleneksel öğeleri sarsıntıya uğratan temel değerin anlam olduğu gerçeğini yakalar. Türk şiirinde anlamı kafesleyen klasik ölçütleri yıkarak onu özgürleştirmeye yönelir. Klasik ölçüler içinde, “Bağlanıyor bir iple bir sürü / Düşünce köyleri birbirine” imgesine ulaşan şaire bu vargı yetmez. Daha köklü bir yıkımla kuruluş ve açılım adına, şiiri geleneksel ölçülerden gurbete çıkarır. Sırtına vurduğu tek yük anlam ve sözcüktür.
LİRİZMİN KAYNAĞI ANLAMDIR
Lirizm, anlamla sözcük arasındaki çıplak ilişkide yakalanır. İlk bakışta bu, şiirden uyak ve ölçünün, müzik ve resmin kovulması biçiminde görülür. Oysa değişim dilin kendisindedir, sokaktan kitaba yüklendiği yeni anlam kavgasında ve örüntüdedir. Orhan Veli bunu şöyle belirtir: “Şiir, bütün özelliği söylenişinde olan bir söz sanatıdır. Yani tümüyle anlamdan oluşur. Anlam, insanın beş duyusuna değil, kafasına seslenir. Fransız ozanı Eluard’ın dediği gibi, ‘bir gün gelecek, şiir yalnızca kafayla okunacak, edebiyat da böylece yeni bir yaşama kavuşacak’.”
Orhan Veli, bu bağlamda, Ahmet Haşim’i olduğu kadar, şairaneliği ve anlamdan kaçışın her türlüsünü tek dizede edebiyat tarihinin ölü sayfalarına gömer: “Yazık oldu Süleyman Efendi’ye.” Denebilir ki, o, Haşim’in şiir manifestosuna karşı en açık, tutarlı, en seçkin tavrı lirik ironisiyle koymuş adamdır. Haşim’in anlamı örseleyen, hiçe sayan tutumu Orhan Veli öncesinde açık bir karşı çıkış görmüyor, saklandığı dolaylı etkilerle modern şiiri gölgelemeyi sürdürüyordu. Orhan Veli, o sıralarda onun şiirini isim vererek karşısına alan, şiirin düpedüz bir anlam ve dil sanatı olduğunu savunarak şiire şiirle polemik yürüten tek şairdi. Orhan Veli’nin şiir serüvenine dikkat edenler neyi niçin yıkıp hangi örgüye ilmek attığını görebilmektedir.
ORHAN VELİ’NİN İLMEKLERİ
Özünde bir anlam serüveni olan modernizm serüveninde İkinci Yeni şiirinin çatallanarak biçimde bocalamasının nasıl aşıldığı konusunda Turgut Uyar’ın, “kavga anlam lehine çözümlenmiştir” vargısı, Orhan Veli ilmeğinin güçlü kanıtlarından biridir. “Üstü Kalsın” şiiriyle Cemal Süreya’nın geldiği nokta, gerçek şu ki, son bakışta bu ilmeğin en somut kanıtıdır.
Modern şiirimizin anlam serüvenini dönüp yeniden okuduğumuzda, Orhan Veli’nin belirleyiciliği kendini apaçık gösteriyor. Bu ne anlam taşır? Şiir geleneğimiz, ufkunu kendisi çiziyor... Garip Bildirisi’nin 70. yılında, şiir tartışmaları, bu olguyu gözden kaçırmaksızın sürdürülürse anlam kazanır, anlam serüveninde iz bırakır.
l Daha önce Aydınlık’ta (Eylül 2011) Hayati Asılyazıcı’nın ricası üzerine 3500 vuruşla sınırlayıp kimi notları dışarda bırakarak yayımladığım bu yazıyı, Kaan Eminoğlu’nun Face’te Cemil Meriç’ten bir Orhan Veli paylaşımı (01.04.22) sonrasında, bu kez kimi sözcük ve cümle eklerinin yanı sıra ara başlıklarla sunuyorum / Seyyit Nezir.