Şiirin yerçekimi yasası
12 Eylül cunta rejimi döneminde şiirle iç dökümünün moda olmaya yüz tuttuğu sıralarda ortalık kötü şiirden geçilmiyorken, şiir adına bini bir para zırvalar yetmiyor gibi, bir de Edip Cansever, Adnan Benk’in yönettiği bir toplu söyleşide (Çağdaş Eleştiri, Haziran 1982) Tahsin Yücel’e yanıt olarak kendi şiiri için şu son derece şaşırtıcı sözü söylemişti: “Ben güzel şiir yazmak istemiyorum.” Toplu söyleşide Nuran Kutlu’nun sorulu bakışları altında sözlerini şöyle sürdürmüştü: “Şimdi şairin ben güzel şiir yazmak istemiyorum demesi biraz saçma gibi görülebilir ama güzel şiir yazmak istemediğim de bir gerçek. Bizden önce güzel şiir yazmış çok şair vardı. Ustalığına çok güvendiğim, hiçbir zaman küçümseyemeyeceğim bir Ahmet Muhip vardı.”
MASA DA MASAYMIŞ HA
Cansever’in asıl sorunu, şiiri yerinden etmek, şiirin yerçekimi yasasını bireylerin algı ve yetisine doğru esnetmek, insana bireyliğini şiirle sezdirmekti: “Bugünkü şiir, dünya ülkelerini de birbirine yaklaştırdığı gibi, toplum - birey ilişkilerinin, bireyler arası ilişkilerin de daha yakından, daha farkına varılarak anlaşıldığını gösteren şiir oluyor bence.”
Daha ilk şiirlerinden birinde, “Masa da Masaymış ha” şiirinde (1947) çağdaş insanın özelden genele günlük sıradan olay ve nesnelerle örülü yaşamını çok yalın bir düş gücüyle önündeki masaya koyarak, zengin bir somutlukla, yoğun bir ironi yüklenmiş lirik bir anlatımla evrensel yetkinlikte bir soyut imgeye taşıyan şair, o günlerin şiir anlayışının çok dışında, çok üstünde bir güzellik yakalamıştı:
Masa da masaymış ha
Bana mısın demedi bu kadar yüke
Bir iki sallandı durdu
Adam ha babam koyuyordu
“Yerçekimli Karanfil”de ise güzelliği var olan tanımlardan çok farklı bir derinlikte, onu kendine hapsederek tüketme tutumunun ötesinde, elden ele ama tek tek herkesin beğenisini karşıladıkça büyüyen ve çoğalan bir yayılmayla, gökkuşağı çeşitliliğinde iletir:
Sen o karanfile eğilimlisin,
alıp sana veriyorum işte
Sen de bir başkasına veriyorsun
daha güzel
O başkası yok mu?
bir yanındakine veriyor
Derken karanfil elden ele.
Cansever, ömrünü, şiirin çekim yasasında insanların gizilgücünü sere serpe anlatmaya verdi. Gerçekte bu, çağdaş toplum ve devlet içinde kendini özgürce konumlayan, kendini sürekli ve cesaretle yeniden yapma çabasındaki bireyi yaratma serüveninde yalnızlıktan başka sonuç üretmeyen korkunç bir çileydi.
YURDUM İNSANI
ABD yandaşı hükümetlerin 1950’den beri ona çok gördüğü çağdaş kimliği oluşturmaya çalışan Köy Enstitülerinin kapatılmasıyla başlayıp Cumhuriyet okullarının raydan çıkartılmasıyla sonuçlanan süreç, yurdum insanını devlete emanet bir yaşamla kısıtladı. Şimdi ona yerçekimi kanunu Anayasa’dan kaldırılacakmış, haberin var mı? diye sorulduğunda, o, kanunların devlet işi olduğunu düşünerek, yerçekimi kanunu için de devletin karar vermesini istiyor, güven ve gururla. Hani referandum yapılsa evet diyecek... Akbaba da, şu başlığı atardı referandum sonrasında: Halk yerçekimi kanununu kaldırınca vatandaş uzaya fırladı...
Nâzım, Sabahattin Ali, Kemal Tahir, Orhan Kemal, Fikret Otyam, Yaşar Kemal... daha niceleri hep bu halkı anlattı. Hasan Hüseyin, halk ne eylerse güzel eyler, dedi. İdris Küçükömer, tüm aydınları halka düşman ilan etti. Attilâ İlhan ise her seçim sonrasında, halkın bir önce seçtiğini şimdi cezalandırdığını söylerdi. Bir keresinde, peki halkın öbür üçte birini kim cezalandırıyor? diyecek olduğumda, elbette ki CHP ve aydınlar, deyivermişti.
Bu ülkede hiçbir şeyin sorumluluğunu duymayan ezici çoğunluk okyanusunda aydın olmak zor... Edip Cansever’in “Gelmiş Bulundum” şiiriyle dediğince, yalvarmaktan gerisi yalan: “Söyleşin benimle biraz bir kere gelmiş bulundum.”