Sıkı tutunun
Henüz göremediklerimizi görebilir hale gelmek için belli türden bir bakış tarzına ihtiyacımız var. Buna teori diyoruz. Antik Yunan medeniyetinde “theoria”, alelade bakmaktan farklı olarak dikkatli şekilde bakmak demekti. Bilimsel kullanımıyla teori, bildiklerimizden hareketle bir olgunun bilmediğimiz kısımlarını zihinsel bir kurgu (kuram) ile tamamlamak demektir. Eğer bu zihinsel tamamlama araştırmalar yapılarak toplanan somut veriler veya olayların gelişimi ile doğrulanırsa, göremediğimiz kısımları aslında en baştan beri görmekte olduğumuz (öngördüğümüz) anlaşılır. Teori doğrulanmış olur. Aksi halde yanlışlanır ve çöpe atılır.
Bugün Türkiye’de belli başlı siyasal güçlerin en önemli sorunu teorisizliktir. Bunun sonucu olarak siyasal partilerde ciddi bir kurmaylık zaafı yaşanıyor. Aziz Nesin’in yarattığı roman karakteri Zübük, çok partili döneme geçişimizden sonra daha çok yerel siyasetçiye ya da partilerinin kurmayları dışında kalan yöneticilerine mal edilmiş bir benzetmeydi. 1980’den sonra gençler, kadınlar, memurlar, öğretim üyeleri gibi görece eğitimli kesimlerin depolitize edilmesiyle ortalık siyaset esnafına kaldı. Bu nitelik kaybına sosyal devletin özelleştirmelerle tasfiye edildiği, ülkenin üretimden koparak rant ve borçlanma merkezli bir sisteme dönüştürüldüğü neoliberal konjonktür eklenince nitelik kaybı liderler ve kurmaylar katına kadar tırmandı. Sistem topyekûn zübükleşti. Ülkenin kaderiyle ilgili en önemli konularda bile kişisel çıkar ve rant kollama eğilimleri alınacak kararları ve belirlenecek siyasetleri etkiler hale geldi. Dolayısıyla nitelik kaybıyla teorisizleşme arasında diyalektik bir ilişki bulunduğunu söyleyebiliriz. Siyasal güçler teorik analiz yeteneğini kaybettikçe meydan vasat olanlara açıldı. Vasatın ağırlığı arttıkça teori daha hızlı şekilde siyasetten dışlandı.
Bunları yazma nedenim, Türkiye’nin altı ay sonra seçim yapacak olması. Bütün partiler haklı olarak seçimi kazanmak istiyorlar. Fakat bir sorun var. Elimizdeki verilerle, bugünden baktığımızda görünen sonuç, hiçbir partinin seçimi kazanamayacak olması! Elbette kullanılan oylar belli bir hesaba göre siyasal temsile dönüşecek. Seçimin hukuken bir galibi ve kaybedenleri olacak vb. Ama mesele bu değil. Türkiye’nin nereden gelip nereye gittiğine baktığımızda, yani toplumsal maddenin hareket yönünü izlediğimizde, seçim sonuçlarını öngörebiliyoruz. Türk toplumunun tercihlerinde ve siyasal güçler dengesinde radikal bir değişiklik olmadığı, mevcut sistem partilerinin günü kurtarmaktan veya arkada kalan dönemin alışkanlıklarını sürdürmekten ibaret dünyaları içinde kalındığı takdirde hem seçimin kazananı olmayacak hem de seçim sonrasında istikrarsızlık ve hesaplaşma dönemi açılacak.
Türkiye bir kırılma süreci yaşıyor. Kırılma hem zamana yayıldığı hem de bizzat içindeyken, yani en yakınındayken algılamak daha zor olabildiği için anlamayanlar olabilir. Ama bundan yüz yıl sonra siyasi tarihimizi yazanlar, kabaca 2015-2025 arası dönemi ayrı bir kavramsallaştırma ile tarif edecekler. Tıpkı ‘80 öncesi, ‘80 sonrası gibi..
Böyle olmasının temel nedeni, Türkiye’nin arkada kalan 70 yılının siyasal dinamiklerini belirleyen bütün değişkenlerin (Batı sistemine bağlılık ve işbirliği, kamu ekonomisinin tasfiyesi, özellikle son 40 yıldaki üretimden kopuş, buna bağlı toplumsal çözülme ve ideolojik-kültürel yabancılaşma) işlemez hale gelmesidir. Teorinin önemi bu noktada belirginleşiyor. Çözebilmek için görebilmek gerekir. Eğer eldeki somut verileri doğru şekilde sıralayamaz ve tıkanmanın maddi temellerini doğru tarif edemezseniz, maddenin buradan olsa olsa nereye doğru hareket edebileceğini de öngöremezsiniz. İktidarıyla muhalefetiyle sistem partilerinin yapamadıkları tam da budur. Devrimci partiler bu hatadan masun değildir. Sözgelimi vatan savaşı döneminde olduğumuza ilişkin teorik analizde bir sapma veya kavrayışsızlık giderek pratik sonuçlar doğurur ve devrimci pratiği sakatlamaya başlar.
Türkiye’de bugün seçmenler düzlemindeki kararsızlaşma ve partiler düzlemindeki çaresizlik havası AK Parti’nin metal yorgunluğu, CHP’nin ya da İyi Parti’nin taktik hataları ile açıklanamayacak kadar derin bir kriz içinde olmamızdan kaynaklanıyor. Kriz, ekonomisiyle, toplum modeliyle, kültürel değerleriyle ve dünyadaki stratejik konumlanışıyla Türkiye’nin bugüne kadar yaptıklarını artık yapamaz hale gelmiş olmasıyla ilgilidir, yani yapısaldır! Yapısal krizler yaşayan siyasal sistemlerde, güçler dengesinde çok kısa süreler içinde büyük kaymalar yaşanır. Sistem, sürprizlere açık hale gelir. Buradan hareketle aslında seçimlere değil, türbülansa girmek üzere olduğumuzu öngörebiliriz.
Sıkı tutunun; çünkü önümüzdeki birkaç yıl içinde bilimi rehber edinen, teoriye sarılan yani sıkı tutunan güçlerin ülkenin rotasını belirleyeceğini, sıkı tutunmayanların sağa sola savrulduklarını göreceğiz.