24 Kasım 2024 Pazar
İstanbul
  • İçel
  • Şırnak
  • Çanakkale
  • Çankırı
  • Şanlıurfa
  • Çorum
  • İstanbul
  • İzmir
  • Ağrı
  • Adıyaman
  • Adana
  • Afyon
  • Aksaray
  • Amasya
  • Ankara
  • Antalya
  • Ardahan
  • Artvin
  • Aydın
  • Balıkesir
  • Bartın
  • Batman
  • Bayburt
  • Bilecik
  • Bingöl
  • Bitlis
  • Bolu
  • Burdur
  • Bursa
  • Düzce
  • Denizli
  • Diyarbakır
  • Edirne
  • Elazığ
  • Erzincan
  • Erzurum
  • Eskişehir
  • Gümüşhane
  • Gaziantep
  • Giresun
  • Hakkari
  • Hatay
  • Iğdır
  • Isparta
  • Kırşehir
  • Kırıkkale
  • Kırklareli
  • Kütahya
  • Karabük
  • Karaman
  • Kars
  • Kastamonu
  • Kayseri
  • Kilis
  • Kmaraş
  • Kocaeli
  • Konya
  • Malatya
  • Manisa
  • Mardin
  • Muş
  • Muğla
  • Nevşehir
  • Niğde
  • Ordu
  • Osmaniye
  • Rize
  • Sakarya
  • Samsun
  • Siirt
  • Sinop
  • Sivas
  • Tekirdağ
  • Tokat
  • Trabzon
  • Tunceli
  • Uşak
  • Van
  • Yalova
  • Yozgat
  • Zonguldak

Şimdi sahafları hatırlama zamanı…

Burçak Evren

Burçak Evren

Gazete Yazarı

A+ A-

Ünlü yönetmen Akira Kurosawa’nın, yolun tam orta yerinde yaşama veda eden Ryunosuke Akutagava’nın (1892-197) belki de kendisinden daha ünlü olan iki öyküsünden yola çıkarak kotardığı Raşamon filmi, bardaktan boşanırcasına yağan bir yağmurda Kyato kenti yakınlarındaki Raşo tapınağının devasa ama bir o kadar da harap olmuş kapısına sığınan üç kişinin kendi aralarındaki konuşmalarla başlar. Yağmurun, zorunlu olarak bir birinden habersiz üç insanı bir araya getirdiği bu yıkıntıda, tüm felaketlerden daha felaket olarak tanımlanan bir olay tartışılır. Rahip, oduncu ve bir serserinin tartıştığı olgu ise; gerçeğin değişken ya da görece olduğudur. Bu üç kişiden biri olan serserinin dediği gibi; insanlar hoşlanmadıkları şeyleri hemen unutmak eğilimindedir…

Ya hoşlandıklarını? Unutabilmek mümkün mü?

Akutagava’nın Raşamon’u da sahaflardan aldığım sayısız kitaplardan biriydi…Üstelik ilk sayfasında, hangi sahaftan, hangi tarihte, kaç liraya aldığım da yazılı… Öğrencilik yıllarımda aldığım her kitabın üzerine notlar düşmek, o yıllarda tüm arkadaşlarımın arasında neredeyse bir gelenekti. Bu geleneğin en güzel yanı ise, kitabın hangi tarihte kaç paraya alındığından daha çok, hangi sahaftan alınmasıydı… Örneğin: Beyazıt Sahalar Çarsısı Nail Beyden. 967’nin 22 Nisan’ı. 1.5 tl. vs… Çünkü bu kitapları satın alırken, mutlaka tanışık olduğunuz deneyimli sahafın bir yönlendirmesi, sizin kitaplarla olan yakınlığınızın ölçüsünde seçici bir tavrı olurdu. Bu tavırları; hangi kitap/yazar/ alana ilgi duyduğunuzdan, verebileceğiniz cebindeki paranın miktarına dek değişkenlik gösterirdi. Çünkü o dönemlerde sahaflık, yalnızca cebinizdeki paranın karşılığı bir kitabı size satmak değil, belki de parayla satın alamayacağınız bir değeri sizlere bir çeşit armağan etmek, dahası, yaşamınız boyunca ıskalamayacağınız bir başka dünyanın kapılarını birden değil, tek tek açmak, açabilmekti. Çünkü sahaflar; yayınevlerinin sayısının bir elin parmaklarına ulaşamadığı o dönemlerde, ikinci bir okul, başvurulacak ilk kütüphane, onların da ötesinde öğrenmenin ve keşfetmenin öğrencilik bütçesiyle yelken açtığınız, bilinmeyene adım attığınız ilk basamaklardan biriydi.

Ve onun içindir ki bizim kuşakta, onlardan aldığımız her bir kitabın ilk sayfalarında adları yazılırdır…

Yayıncılığın nitelik ve de nicelik açısından istenilen düzeyde olmadığı 60’lı yıllarda sahaflar bugünkü gibi yalnızca ikinci el kitapların satışının yapıldığı yerler değil, çoğunlukla baskısı tükenmiş, nadide, bulunmayan ya da az sayıda olan değerli kitaplarla karşılaşma olanağını cömertçe sunan, sürprizlere açık kendine özgü rengi ve de kokusu olan mekanlardı. Dahası, bu mekanlar aynı zamanda, müdavimleri olan kitap üstatlarının usulüne uygun bir nezaketle giriştikleri sohbetlerinin de bir öğretim yeri idi.

Ayrıca; 60’lı, hatta 70’li yılların ilk yarsında, haftalar boyu, sahaf sahaf dolaşıp istenilen ve arzulanan kitabın peşinden koşmak bile ayrı bir zevk, ayrı bir heyecandı. Hatta kimi deneyimli sahaflar –çoğunlukla da Beyazıt’takiler- bazen aradığınız kitap kendilerinde olsa bile hemen vermez, biraz geciktirir, kitabın değeri kadar, onun peşinde koşma hazzını da size tattırmanın keyfini yaşar ve de yaşatırlardı. Tabii her haz gibi bunun da öğrencilik bütçesine pek denk düşmeyen biraz zorlayıcı bir bedeli olurdu. Ama ne gam…

Ve yine onun içindir ki, sahaflardan aldığımız her bir kitabın üzerine ödediğimiz bedel de yazılır ve yazılan bu bedel de, ona ulaşabilmekteki yolculuğun ne denli zahmetli ve bir o kadar da keyifli olduğunun bir göstergesi sayılırdı.

Yalnızca sahaflardan aldığım değil, yazdığım onca kitabın her sayfasında da sahafların hakkı vardır... Yaşadığım coğrafyada sahaflardan gördüğüm yardım, ilgi, dostluk ve paylaşmayı resmi ya da özel hiçbir kurumdan görmedim. Başta, ephemera, sinema tarihi ve gerekse Osmanlı fotoğrafları üzerine yaptığım her bir uğraş, arşiv/koleksiyon çalışmalarımda onların sayısız yardım ve desteklerini tanık oldum ve olmaya da devam ediyorum…

Evet, şimdi sahafları hatırlamanın, onlara onca hizmetlerinden ötürü teşekkür etmenin tam zamanı…

Onların günlerdir kapalı ve belki de daha uzun süre kapalı kalacak dükkanlarının /sitelerinin//müzayedelerinin kapılarını şimdi bizler çalalım… Yalnızca desteklemek, katkıda bulunmak için değil, artık hiçbir şeyin eskisi gibi olmayacağı bir dünyada, onların yine, bildiğimiz, tanıdığımız gibi hiç değişmeden kalması, kalabilmesi için…

Haydi… Şimdi… Geç kalmadan, bizim gibi sizin de, üzerinde sahafın adının yer aldığı bir kitabınız olsun… Yaşadığınız döneme bir not düşmek için…

Ona ödediğiniz bedel mi….

Hiç ama hiç umurunuzda olmasın…