Simone de Beauvoir
Bugün kadın hak ve özgürlüklerinin yılmaz savaşçısı, romanları, politika yazıları ve davranışlarıyla 20. yy dünyasına damgasını vurmuş aydınlardan birini, varoluşçu Simone de Beauvoir’i anlatacağım sizlere.
Simone, hukukçu bir baba ve zengin, koyu Katolik bir annenin kızı olarak 9 Ocak 1908’de Paris’te dünyaya gelir. Önce bir Katolik okulunda matematik, sonra Sainte-Marie enstitüsünde dil ve edebiyat, ardından da Sorbonne’da felsefe okur. Okullarını büyük bir başarıyla tamamlayıp Fransa’nın en genç kadın felsefe öğretmeni olur. Bir süre okullarda öğretmenlik yapan Simone sonunda Paris’e yerleşip, kendini düşünmeye, tartışmaya ve yazmaya odaklar.
Henüz 21 yaşındayken, kendi gibi varoluşçu Jean Paul Sartre ile tanışır. İlk karşılaşmalarının üzerinden birkaç ay bile geçmeden ayrılmaz bir ikili olurlar. Yaşam boyu süren bu aşk, tutkunun, cinselliğin paylaşıldığı bir ilişkiye ve sarsılmaz bir zihni beraberliğe dönüşerek efsane olur. Birbirlerini tamamen özgür bırakırlar, hayatlarına başka kadın ve erkekler de girer, ama asla birbirlerinden kopmazlar.
Simone kendisini feminist olarak sınıflandırmamıştır. Ama hayatı boyunca da özgürlüğünden ödün vermemiştir. Sartre dışında hayatına giren erkeklerden en çok iz bırakanı, bir Amerika seyahati sırasında tanıştığı yazar Nelson Algren’dir. Nelson’un Paris’e gelmek istemeyişi, Simone’un da Sartre’dan kopmayı göze alamaması bu tutkulu aşkın sonunu getirir ve Nelson onu terk eder.
1980 yılında Sartre öldükten sonra onun da sağlık durumu kötüleşmeye başlar. O da Sartre gibi uzun çalışma saatlerinde uyanık kalabilmek uğruna uyarıcı ilaçlar kullanmış, vücudunu yıpratmıştır. Sartre’ın anısına yazdığı Veda (1981) son eseri olur. Sartre’ın ölümünden tam altı yıl sonra, 14 Nisan 1986’da o da son nefesini verir. Onu Montparnasse mezarlığına -parmağında bir diğer aşkının, Nelson Algren’in kendisine hediye ettiği yüzükle- Sartre’nin yanına gömerler.
ESERLERİ
Başyapıtlarından biri 1947 yılında yayımlanan “Belirsizlik Ahlakı Üzerine” adlı eseridir. Bu eserinde kişilerin özgürlüklerini arayan iç sesleri ile onları bastıran dış dünya koşulları arasındaki belirsizlikleri ele alır.
Simone, 1949 yılında yayınlanan “Kadın, İkinci Seks” adlı eseriyle, kadın haklarını felsefi açıdan irdeleyen ilk yazar olur. İki cilt olarak basılan eserin ilk cildi gerçekler ve efsaneler üzerine kuruludur. Ona göre kadınların biyolojik farklılıkları, gebelik ve annelik dönemleri onlara farklı sorumluluklar yüklese de, bu kadınların hak ve özgürlüklerine sınırlamalar getirilmesi ve bireysel farklılıklarının yok sayılması için bir gerekçe olamaz. İşte bu inançla, ikinci cilde “Kadın doğulmaz, kadın olunur” diyerek başlar. Bu eser tüm Avrupa’da büyük yankı yapar. Gazeteler, dergiler aylarca ondan söz ederler. Kitabın lehinde ve aleyhindeki tüm tartışmalar kadın hareketinin yayılmasına büyük katkılar sağlar. Ancak Vatikan, eseri yasak kitaplar listesine koyar.
Haydi, ışıklar yoldaşın olsun, rastgele sana Simone de Beauvoir!