Simurg olmayı göze alabilir misiniz?
Dünyamızda hemen tüm halkların, kendilerine has bir Simurg (Batı’da Feniks / Phœnix, İran’da Simurg, Orta Doğu ülkelerinde Zümrüt-ü Anka, Türklerde Toğrul kuşu) efsanesi vardır. Ancak tüm efsanelerin ortak noktası, Simurg’un ömrünün bir aşamasında kendini ateşleyerek, kül olana kadar yanması ve küllerinin içinden tekrar doğmasıdır. Diğer ortak noktalar; Simurg’un her canlıdan bir iz taşıması, kanatlarının renginin altın ve kırmızı karışımı olması, tüylerinin hemen her rengi barındırması ve ona en çok ihtiyaç duyulduğu zamanlarda ortaya çıkarak, en zor anlarında canlılara yardım etmesidir.
Simurg, dünyanın yıkılış ve tekrar kuruluşunun şahididir. Bu nedenle bilgeliği akılların ötesindedir. O yer ile gök arasındaki birliği sağlar. Onu görebilme şansına erişenler bir daha asla eskisi gibi olamazlar.
Türk mitolojisinde ise Simurg, namı diğer Toğrul Kuşu tek başına değildir, Konrul Kuşu denilen bir ikizi vardır. Her ikisi de Simurg’un tüm özelliklerini taşır. İkiz Simurglar, Moğollar ile Oğuz boylarının bayraklarında ve Macarların armalarında yer almıştır. Rivayete göre Oğuz Kağan ilk eşini, başında Toğrul Kuşu olan bir ağacın kovuğunda bulmuştur.
KİM BU SİMURG?
Efsaneye göre Simurg, Kaf dağının doruklarında, bilgi ağacının dallarında yaşarmış. Kuşlar, dünyalarında bir şey ters gidince Simurg’un gelip düzeltmesini beklerlermiş. Ne var ki bir zaman Simurg ortada gözükmemiş. Kuşlar çok beklemişler, sonunda tam umutlarını yitirmek üzereyken, bir kuş Simurg’un kanadından bir tüy bulmuş. Böylece Simurg’un yaşadığını anlayan kuşlar, huzuruna çıkıp yardım istemeye karar vermişler. Ama Kaf Dağı’na varmak için hepsi birbirinden çetin yedi vadiyi; “istek”, “aşk”, “marifet”, “istisna”, “tevhit”, “hayret” ve “yokluk” vadilerini aşmak gerekirmiş. Binlerce kuş, hep birlikte yola çıkmışlar. Ama isteksiz olanlar, dünyevi şeylere takılanlar, daha ilk vadide dökülmeye başlamış. Kimisi aşk denizine dalmış; bülbül güle olan aşkını, papağan tüylerinin bozulup, güzelliğinin yok olduğunu bahane ederek; kartal doruklarını, baykuş yıkıntılarını, balıkçıl bataklığını özlediğini söyleyerek sürüyü terk etmişler. Böylece her vadiden sonra sayıları gittikçe azalmış, direnenlerin çoğu da son vadilerde Simurg’u bulma umutlarını yitirip, geri dönmüş. Sonuçta Kaf Dağı’na vardıklarında artık geriye yalnızca otuz kuş kalmış. Bu otuz kuş Simurg’un boş yuvasını bulduklarında işin sırrını çözmüşler ve aslında Simurg’un kendileri olduğunu farketmişler (Farsça “si”, otuz demektir, “murg” ise kuş). Yani onların her biri bir Simurg’muş ve bu çileli yolculuk, aslında kendi özlerine yaptıkları bir yolculukmuş.
Derim ki; insanlık da dünyanın bu kahpe ve vicdansız düzenini değiştirmek üzere, kendi küllerinden yeniden doğabilmek için kendini yakmadıkça, yani birer Simurg olmayı göze almadıkça; bataklığında, tüneğinde, yıkıntılarında ve kafesinde yaşamaktan kurtulamayacaktır.
Kendi gökyüzünüze uçma zamanı yoldaşlar, haydi, rastgele!