Açıldı… Açılacak… Derken tekrar ertelendi… Ya da hem açıldı, hem açılmadı… Yani müzenin içi gibi açılış süreci de karmakarışık… Geçen günlerde müze kapılarını ilk kez, halka, sinema ortamına değil de yalnızca Bakan ve çevresindeki birkaç kişiye açtı. İkinci açılışını sanıyorum bugünlerde basına, halka ise kısmet ise ocak ayında yapacak… Yani taksit taksit açılacak ya da açılmış gibi yapacak… Nedeni salgın filan değil; bir garip telaş, ya da göstermelik bir acelecilik… Tüm bu kargaşadan sonra, “geç olsun da iyi olsun” demekten başka bir seçenek kalmıyor. Ama ne yazık ki bunu da diyemiyoruz. Ya da ona demeye dilimiz varmıyor.Müze için yapılan kısa bir tanıtım filmi başta olmak üzere kimi bölümleri gösteren fotoğraflar ve açılışlara katılanlardan elde ettiğimiz bilgilere göre müze her haliyle aceleye gelmişlik görüntüsünü otaya koyuyor. En kısa tanımlamayla hoş ama içi boş –hem de bomboş- bir müze…“Ben dememiş miydim…” diye başlayan cümlelerin her zaman itici, pek de sevimli olmadığı görüşüne katılanlardanım. Ama kimi zaman öylesine gerekli ve kaçınılmaz oluyor ki… İster istemez demesen bile der gibi oluyorsun…Aylarca evvel müze hakkında benim de düşüncelerimi almak nezaketinde bulunan yetkili bir kişiye, “bu kadar acele etmeyin, bu haliyle müzeyi belirtiğiniz tarihte açmanız mümkün değil” demiştim… Ama, belirtikleri tarihten, çok sonra da açmalarına rağmen, durum pek değişmedi. Sonuçta ortaya hoş ama boş bir müze çıktı…Ama yine de haksızlık yapmayalım. Bizim sinemamızın teknik alet-edevat açısından müzelik olacak eserleri pek yoktur. Var olabilecek olanların bir çoğu ise ne yazık günümüze dek gelme şansını bulamamışlar ya satılıp atılmışlar ya da SEKA’ya kağıt, makine kimyaya hurda niyetine verilmişlerdir. İnanamayacaksınız ama bir kaçı hariç, hiçbir sinema insanımızda kendi filmlerine ait bir dokümana bile rastlamak pek mümkün değildir. Saklamamışlar, toplamamışlar, kendi yaptıkları işe bile gereği gibi saygı gösterip onları yarına aktarma gibi bir derde de ne yazık ki düşmemişler. Ayrıca; var olan depoların nasıl yağmalandıkları, filmlerin toplandıkları yerde yangılara nasıl tutsak oldukları da bilinen şeylerdir…Yalnızca sinema insanları değil dahası devlet de bunlara sahip çıkmamış sinemayı yıllar yılı, bir kültür-sanat olgusu olarak değil de bir panayır eğlencesi olarak tanımlayıp, küçümsemiş, dışlamış, dahası onun her bir yanıyla çağdaş bir düzeye gelmemesi için, başta sansür gibi kısıtlamalarla deyim yerinde ise “anasını ağlatmıştır”…Bugün sinemamızın tüm belleği bir kaç meraklı arşivcinin elindedir. Bu arşivciler; hiç kimselerden yardım talep etmeksizin kendi çaba ve olanaklarıyla onlara sahip olmuşlar ve olmaya da devam etmektedirler. Benim bildiğim kadarıyla müze için çalışmalar yapılmaya başlandığında bu kişilerle bir iş birliğine geçilmemiş, geçilmek istense bile istenilen düzeyde- bağışlama açısından- bir anlaşma sağlanamamıştır. Bunun yerine kolay bir yol izlenerek, mevcut arşiv ve müzelerden yararlanma yolu seçilmiştir. Yani birini yaparken bir diğerini ekşitme yolu tercih edilmiştir. Bir diğer yandan sinema müzesi için sinema sektöründen, uzmanlardan, sinema tarihçilerinden ve de mesleki kurumlardan hiç kimseyle bilgi alış verişinde bulunulmamış, ya da bulunulsa bile olumlu bir netice alınmamış, dahası, nedense bu konuya uzak kişilerle çalışılma yolu tercih edilmiştir. Şu anda müzede yer alan eserlerin bir çoğu, bir başka kurumlardan alınanlarla, dışardan satın alınan ve bizim sinemamıza uzak yakın hiçbir ilişkisi olmayan alet edevatlardır. Yani popüler olan sözcüklerle ne milli ne de yerli…Peki böylesine olumsuz koşullarda, hem de oldukça kısa bir zaman biriminde bir sinema müzesi nasıl açılır? Elbette ki bir sinema müzenin açılmasına karşı değiliz. Yıllar yılı da sinemamıza yakışır bir müzenin oluşturulması için yazıp çizdik. Bu konuda sayısız çalışmalar yaptık. Ve sonunda böylesine bir müze ile karşılaştık. Sonuçta müzeye karşı değil, aksine, müze adı altında yapılan ve ortaya konan bu saçmalığa, bir yenisini yaparken bir diğerlerini yok etmeye karşıyız. Nasıl mı? Buna da gelecek hafta değineceğiz…