24 Kasım 2024 Pazar
İstanbul
  • İçel
  • Şırnak
  • Çanakkale
  • Çankırı
  • Şanlıurfa
  • Çorum
  • İstanbul
  • İzmir
  • Ağrı
  • Adıyaman
  • Adana
  • Afyon
  • Aksaray
  • Amasya
  • Ankara
  • Antalya
  • Ardahan
  • Artvin
  • Aydın
  • Balıkesir
  • Bartın
  • Batman
  • Bayburt
  • Bilecik
  • Bingöl
  • Bitlis
  • Bolu
  • Burdur
  • Bursa
  • Düzce
  • Denizli
  • Diyarbakır
  • Edirne
  • Elazığ
  • Erzincan
  • Erzurum
  • Eskişehir
  • Gümüşhane
  • Gaziantep
  • Giresun
  • Hakkari
  • Hatay
  • Iğdır
  • Isparta
  • Kırşehir
  • Kırıkkale
  • Kırklareli
  • Kütahya
  • Karabük
  • Karaman
  • Kars
  • Kastamonu
  • Kayseri
  • Kilis
  • Kmaraş
  • Kocaeli
  • Konya
  • Malatya
  • Manisa
  • Mardin
  • Muş
  • Muğla
  • Nevşehir
  • Niğde
  • Ordu
  • Osmaniye
  • Rize
  • Sakarya
  • Samsun
  • Siirt
  • Sinop
  • Sivas
  • Tekirdağ
  • Tokat
  • Trabzon
  • Tunceli
  • Uşak
  • Van
  • Yalova
  • Yozgat
  • Zonguldak

Sinema ortamındaki sessizlik

Burçak Evren

Burçak Evren

Gazete Yazarı

A+ A-

Oldukça durağan ve bir o kadar da dingin olan sinema ortamında, bu alışkanlığı ya da gidişi bozmaya yönelik birkaç önemli olayı arda arda yaşar olduk. İlk önce yapımcılarla dağıtımcılar arasında mısır/bilet tartışması, ardından Sinema Filmlerinin Değerlendirilmesi ve Sınıflandırılması ile Desteklenmesi Hakkında Kanunda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun, ilgili düzenlemeler, ve sonrasında da “Organize İşler : Sazan Sarmalı” filminin henüz vizyondayken Netflix’e satılması ve en sonunda da kağıt/baskıdaki maliyetlerin artışı sonucunda önemli sayıdaki sinema dergilerinin yayın yaşamlarına son vermek zorunda kalışları...

Çok değil, bir on -hadi bilemediniz, on beş yıl önce- bu olaylardan yalnızca biri gündeme gelmiş olsaydı, inanın bugünkünden çok farklı tepkiler olur, sinema ortamındaki her bir kuruluş, kişi, sinema yazarları, hatta sinemaya duyarlılık gösteren köşe yazarları görüşlerini ortaya koyarak işin ciddiyetini tartışmaya açardı.

Bugün ise bu olaylardan yalnızca bilet/mısır tartışmasının dışında hiç biri, sözünü ettiğimiz oranda, bırakın bir tartışma alanı yaratmayı, birkaç cesaretli kalemin dışında, sözü bile edilmeyerek yaşanmamış sayıldı.

Sinemamızın yalnızca bugünü değil, giderek yarınını da büyük bir ölçüde olumsuz şekilde etkilemesi düşünülen bu tür olaylar karşısında sinema ortamımızın derin bir sessizliğe bürünerek edilgin bir konuma düşmesini acaba nasıl tanımlayabiliriz?

Elbette ki bu sessizliğin ve edilginliğin arkasında, kimi yönetmen, oyuncu ve yapımcıların “Türk sinema ve dizi sektörünün uluslararası alanda rekabet gücünün artırılmasını amaçlayan” yasa teklifinin kısa sürede TBMM Genel Kurulu’na gelerek yasalaşmasına işaret ederek sorunlarının çözümü noktasında “daha önce böyle bir ivme ve hızı görmediklerini” ile “Başkanlık sistemini son iki haftada idrak ettik” lere getirmenin bir anlamı var.. İşleri bitirmeye yönelik bu tür palyetif sözler/çözümler, belki kimilerine kısa bir zaman dilimi içinde kazanımlar getirse de, ilerde “çözüm” diye kullandıkları “iltifatların” çözmeye çalıştıkları sorundan daha büyük bir “sorun” olarak karşılarına çıkacaklarını söylemek de kehanet sayılmaz.

Gerçekten de; sinema ortamımızı derinden etkileyecek tüm bu oluşumlar karşısında neden sessiz kalındığını anlamak zor değil. En basit bir yöntemle, tüm bu olaylardan kimin kazançlı kimin zararlı çıktığına bakmak gerek. Ama sonuçta, en zararlı çıkanın sinemamız olduğunu da rahatlıkla söyleyebiliriz..

Çünkü bazı şeyler öylesine büyük bir hızla gelişiyor ki, takip etmek bile çok zor oluyor. Birileri, yani Türk sinemasının krize girmesini kendi yaptıkları filmlerin gişeleriyle orantılı gören birileri, bir bakıyorsunuz mısır/gişe tartışmalarında gereğinden fazla bir uzlaşmacı tavrı göstererek filmini vizyona sokmaya çalışıyor -ve sokuyor da- sonra da bir bakıyorsunuz, deneyimli bir yapımcının ifade ettiği gibi “ Dünyanın gelişmiş hiçbir ülkesinde vizyondayken başka platformlarda film gösterilmez” geleneğini bozarak filmini bir başkasına satıveriyor.

Şimdi biz de ortaya çıkıp “böyle bir hız görmedik” desek, yalan mı söylemiş oluruz....

Ve işin en acısı ise;, tüm bu olaylar karşısında sinema ortamındaki derneklerin, mesleki kuruluşların, sinema yazarlarının, sinema akademisyenlerinin, sinema sever köşe yazarlarının gereğinden fazla sessiz kalışlarıdır...

Çünkü; bu hızdan herkesin nasibine düşen bir oluyor galiba...