Sinemamızda ‘Festivallik Filmler’ dönemi
“Majörler”, “Post Yeşilçam”, “Bağımsızlar” derken sinemamıza bir dönem daha eklendi: “Festivallik Filmler Dönemi”. Daha doğrusu 2015 yılında eklenip, günümüze dek ağırlığını arttırarak sürdürdü. Pandemi sırasında daha da belirginleşen bu dönemin özelliklerinin daha uzun yıllar sinema ortamımıza egemen olacağını rahatlıkla söyleyebiliriz. Bir açıdan ana akım (mainstream) filmlerin azalıp, neredeyse yok olmasıyla başlayan bu dönem, her ne kadar “sanat filmleri/arthouse” tanımına giriyorsa da, bizdeki uygulanış şekliyle “festivallik filmler” olarak tanımlanıyor. Yani; bağımsız sinemacılar tarafından yapılan, tecimsel amaçlardan daha çok festivale yönelen ve de izleyiciden daha çok ödüle odaklı küçük bütçeli, dar kadrolu filmler.
Ana akım filmlerin piyasaya egemen olduğu yıllarda “sanat filmi mi?” diye küçümsenen, çoğu zaman izlenirken sıkıntılar veren, anlaşılmadığı oranda erdemleri olduğu sanılan, aksiyonun yerine bir hayli yavaş olan (yani bir adamın yürüyüşünü sokağın başından sonuna kadar gösteren) bu filmler, günümüzde –bir bir dizi olanaksızlıklar nedeniyle - bir hayli revaçta. Çünkü, uzun yıllar, ulusal film festivallerimizde yarışan filmlerin yüzde doksanını bunlar oluşturuyor. Günümüzde ise bu oran, ana akım filmlerin yokluğundan neredeyse yüzde yüze ulaştı.
Ana akım filmlerin yokluğundan yararlanarak yapılan bu küçük bütçeli, dar kadrolu ama (B)tipi filmlerden, içerik ve anlatım açısından oldukça farklılık gösteren “festivallik filmler”, dağıtım ve gösterim tekellerinin sinemalarında çok az gösterim olanağını bulduklarında, kendilerini yalnızca festivallerde –o da seçilme şanslarını elde ettikleri takdirde- ifade etme olanağını buluyorlar. Yaklaşık son on ya da on beş yılın ulusal festivallerinde yarışan filmlere bakıldığında, bunların çok azının merkezi sinemalarda gösterim şansını elde ettiklerini görürüz. Bundan ötürü, bu tarz filmlerin yapılma nedenlerinin/amaçlarının başında, ticari sinemalar değil, ulusal ve uluslararası film festivalleri olmakta, hedefledikleri kazançlar ise gişe gelirleri ile seyirciden daha çok, katıldıkları festivalde aldıkları -ya da alacakları- ödüller olmaktadır.
Bu dönem, filmlere para yatıran -ya da bulan- yapımcıların neredeyse tarihi karıştığı bir dönemdir. Festivallik filmlerinin birçoğu, çeken kişilerin kendi olanaklarını kullanarak elde ettikleri çok küçük paralarla yapılmaktadır. Kültür ve Turizm Bakanlığı’nın katkıları, kazanılan ödül parası ya da sponsorlukla yapılan bu tür filmlerin sayısı ise bir hayli azdır. Yani her yönetmen, aynı zamanda filminin yapımcısı konumunda olduğundan tüm riskleri göze almak zorundadır.
Festivallik filmlerin en büyük sorunu, sinemanın “olmazsa olmaz” üç koşulundan –seyirci, salon, film-den yalnızca birisine sahip olmasıdır. Bu sorun ana akım filmler gibi, festivallik filmlerin karşısında büyük bir engel teşkil etmekte, sinema ortamındaki büyük bir krizin de ne yazık ki habercisi olmaktadır. Yalnızca belirli sayıdaki kişilerin izlediği festivallik filmlerle bir sinema piyasasını oluşturmak neredeyse olanaksızdır. Günümüzün koşullarında film yapabilmek için ödül kadar –hatta ondan daha fazla- izleyiciye sahip olabilme durumudur.
Pandemi ortamıyla, sonrasında yapılan bir iki ulusal festivalin yarışma bölümlerine seçilen filmlerin neredeyse yüzde doksanını (son yapılan 29. Adana Film Festivalinde yüzde yüzünü) ilk yönetmenlik sınavını veren festivallik filmlerden oluşması, bu dönemin önümüzdeki yıllarda da hız kesmeden devam edeceğinin habercisi olmaktadır.
Gazete ve dergilerin –okunma değil- satın alınma alışkanlıklarının giderek azaldığı, ana akım filmlerin neredeyse yok olduğu bir dönemde, sanırım sinema da mekan değiştirip dijital mecraya itiliyor. Sinemalar boşalıyor, seyirciler azalıyor, filmler de yalnızca festivallik oluyor…