25 Kasım 2024 Pazartesi
İstanbul
  • İçel
  • Şırnak
  • Çanakkale
  • Çankırı
  • Şanlıurfa
  • Çorum
  • İstanbul
  • İzmir
  • Ağrı
  • Adıyaman
  • Adana
  • Afyon
  • Aksaray
  • Amasya
  • Ankara
  • Antalya
  • Ardahan
  • Artvin
  • Aydın
  • Balıkesir
  • Bartın
  • Batman
  • Bayburt
  • Bilecik
  • Bingöl
  • Bitlis
  • Bolu
  • Burdur
  • Bursa
  • Düzce
  • Denizli
  • Diyarbakır
  • Edirne
  • Elazığ
  • Erzincan
  • Erzurum
  • Eskişehir
  • Gümüşhane
  • Gaziantep
  • Giresun
  • Hakkari
  • Hatay
  • Iğdır
  • Isparta
  • Kırşehir
  • Kırıkkale
  • Kırklareli
  • Kütahya
  • Karabük
  • Karaman
  • Kars
  • Kastamonu
  • Kayseri
  • Kilis
  • Kmaraş
  • Kocaeli
  • Konya
  • Malatya
  • Manisa
  • Mardin
  • Muş
  • Muğla
  • Nevşehir
  • Niğde
  • Ordu
  • Osmaniye
  • Rize
  • Sakarya
  • Samsun
  • Siirt
  • Sinop
  • Sivas
  • Tekirdağ
  • Tokat
  • Trabzon
  • Tunceli
  • Uşak
  • Van
  • Yalova
  • Yozgat
  • Zonguldak

Sinemamızın belleği

Burçak Evren

Burçak Evren

Gazete Yazarı

A+ A-

Her halde, geçmişinden o denli söz edip de, geçmişine bizler kadar çelme takan bir topluma az rastlanır. Örneğin medeniyetler açısından dünyanın en önde gelen zenginliklerine sahip olmamıza karşın, bunu değerlendirme konusunda pek başarılı sayılamayız. Prehistorik dönemleri bir yana bırakırsak, Hititler’den Urartu’ya, Grek medeniyetlerinden Roma’ya ve oradan da Bizans ve Selçuklulardan Osmanlı’ya dek onlarca büyük ve iz bırakmış medeniyetlerin onca zenginliğini yaşamış bu topraklarda ne yazık ki sözünü ettiğimiz medeniyetlerin birçoğunun müzesine bile sahip değiliz. Ülkemizde yapılan arkeolojik kazıların büyük bir çoğunluğunu da ne yazık ki yabancılar yapıyor. Dolayısıyla kendi topraklarımızın öyküsünü onlardan dinliyoruz. Çünkü kim kazıyı yapıyorsa, literatürü de o yapıyor. Arkeolojinin yasaları böyle...
Troia hazinelerinin öyküsünü bilmeyen yok gibi. Dünyanın her bir tarafındaki müzelere dağılmış olan bu paha biçilmez değerdeki buluntular, sanırım yüz küsur yıl önce olduğu gibi, önümüzdeki bir yüzyıl da, doğduğu toprakların çok ötesinde var olmalarına devam edecekler. Giden gidiyor, kalanları da biz, bir türlü önlenemeyen tarihi eser kaçakçıları ile göndermeye devam ediyoruz. Sanırım, Küçük Asya’daki medeniyetlerin izini, bizlerin torunları başta Louvre, British Museum olmak üzere dünyanın çeşitli müzelerinde görme ve tanıma olanağını bulacaklar. Onun içindir ki ABD’deki bir üniversitenin kapısına şöyle bir yazı yazmışlar: Herkes geçmişiyle, biz geleceğimizle övünüyoruz...

HARCANIP GİDEN DEĞERLER
Yalnızca arkeolojik alandaki olgulara dayalı bir belleğe mi sahip değiliz? Arkeolojinin karşısında daha dünkü çocuk sayılan ve her birinin geçmişi yuvarlak bir hesapla bir küsur yüzyıllık olan sinema konusunda ne durumdayız? Ne yazık ki onun durumu da pek farklı değil. Öteden beri bir panayır eğlencesi olarak algılanan ancak 50’li yıllardan sonra sektör olmanın sıkıntılarını yaşayan bu alanda da istenilen ve arzu edilen konumdan uzak bir belleksizliği yaşıyoruz. Geçmişimize ilişkin birçok filmi saklama koşulları nedeniyle ya yangınların alevine, ya da ihmalkarlığın o bağışlanmayan duyarsızlığı ile yitirmişiz. Doğru dürüst hizmete sunulan ve de paylaşılan bir arşive sahip değiliz. (Biliyorum yine o malum kişiler ortaya çıkıp bizim yaptığımız ne diyecekler ama, siz onlara hiç aldırmayın. Sakladıklarını sandıkları şeylere onlar bile ulaşamıyor.) Ya filmlerle ilgili yazılı ve görsel malzemeler. Onları da yine bilinen nedenlere harcayıp gitmişiz. 
Bugün sinema üzerine bir araştırma, doktora tezi ya da herhangi bir çalışma yapmak isteyenlerin -birkaç kişisel arşiv dışında- başvuracakları hiçbir yer yok. Sinema eğitimi veren üniversitelerin bu konudaki konumu ise yürekler acısı. Birçok doktora öğrencisi belge yoksa tarih de yok deyip, Türk sineması yerine yabancı sinemayla ilgili konulara yöneliyor. Zayıf olan bellek giderek daha da zayıflayıp yok olmanın eşiğine geliveriyor.

TARİHİ BELGELER NE OLACAK?
Tüm bu bilinen öyküyü bir kez daha niye yinelemek gereksinimi duyuyorum. Son bir yıl içinde, her biri Türk sinemasına büyük hizmetler vermiş, star düzeyine çıkmış ve kendisiyle ilgili çok ciddi arşivler yapmış kimi oyuncular, çeşitli nedenlerle ellerindeki arşivleri bir yerlere vermek istiyor. Tabii ki emeklerinin karşılığı olan bir ücret karşılığında. Her biri sinemamız açısından çok ama çok değerli, ünik denebilecek nitelikte görsel belgelerin sanırım sinemamız tarihi açısından nasıl bir değere sahip olduklarını söylemeye gerek yok. 
Peki bu belgeleri kim mi alacak? Yanıtını bekleyen soru da bu... Her zaman olduğu gibi hiçbir kuruluş almayacak, ya da bir kısmı her zamanki gibi bağışlanmasını bekleyecek.
Sinemanın, yalnızca düş şatolarının loşluğunda beyazperdeye yansıyan görüntülerinden ibaret olmadığı bilincine sahip ülkelerde bu tür belgelerin yazgısı böyle mi olur dersiniz?
Hiç sanmıyorum. Bir yanda bunları satmak zorunda olan ünlü sanatçılarımızın konumu, öbür yanda da sinemamızda bir bellek oluşturulmasına karşı inatla sürdürülen kahrolası bir umursamazlık... Çift taraflı bir trajedi... Hangi taraftan izlerseniz izleyin, ikisinde de kötü son...