22 Kasım 2024 Cuma
İstanbul 17°
  • İçel
  • Şırnak
  • Çanakkale
  • Çankırı
  • Şanlıurfa
  • Çorum
  • İstanbul
  • İzmir
  • Ağrı
  • Adıyaman
  • Adana
  • Afyon
  • Aksaray
  • Amasya
  • Ankara
  • Antalya
  • Ardahan
  • Artvin
  • Aydın
  • Balıkesir
  • Bartın
  • Batman
  • Bayburt
  • Bilecik
  • Bingöl
  • Bitlis
  • Bolu
  • Burdur
  • Bursa
  • Düzce
  • Denizli
  • Diyarbakır
  • Edirne
  • Elazığ
  • Erzincan
  • Erzurum
  • Eskişehir
  • Gümüşhane
  • Gaziantep
  • Giresun
  • Hakkari
  • Hatay
  • Iğdır
  • Isparta
  • Kırşehir
  • Kırıkkale
  • Kırklareli
  • Kütahya
  • Karabük
  • Karaman
  • Kars
  • Kastamonu
  • Kayseri
  • Kilis
  • Kmaraş
  • Kocaeli
  • Konya
  • Malatya
  • Manisa
  • Mardin
  • Muş
  • Muğla
  • Nevşehir
  • Niğde
  • Ordu
  • Osmaniye
  • Rize
  • Sakarya
  • Samsun
  • Siirt
  • Sinop
  • Sivas
  • Tekirdağ
  • Tokat
  • Trabzon
  • Tunceli
  • Uşak
  • Van
  • Yalova
  • Yozgat
  • Zonguldak

Sınıfın yaralarını görebilmek

Ferhan Bayır

Ferhan Bayır

Eski Yazar

A+ A-

“Bugün, var olanı resmetmeye çalışmak umudu teşvik eden direniş eylemidir.”

John Berger

St. Eustache kilisesi, Notre Dame’dan sonra Paris’teki en güzel ve özgün mimariye sahip yapıların başında gelir. Elbette bu kiliseyi önemli kılan sadece tarihi ve mimarisi değildir. Şapellerin birinde üç metre yüksekliğinde ve genişliğinde canlı renklerle boyanmış bir grup insanı tasvir eden heykel çalışması dikkat çekmektedir.

Sınıfın yaralarını görebilmek - Resim : 1

Yüzü solgun bir adam elinde yemyeşil marulu tutmaktadır. Başka bir adam portakal kasasını kalabalığın içinde güçlükle taşımakta, yeşil pardösülü kadın arbedeye rağmen soğukkanlılıkla kırmızı elmalarına sarılmıştır. Yaşlı bir kadın umutsuzca önüne bakarken, orta yaşlı pazarcı arabasında hayatın bütün ağırlığını çekmektedir derin düşünceler içinde. Bu grubun en önünde, elinde enginar taşıyan bir adam doğrudan size bakar, sanki gözleri içine kaçmış gibidir. Renklerin canlı parlaklığından, kalabalığın akan selinden dikkatinizi kurtardığınız anda size bakan bu adamın bakışları sizi sarsar, biraz öfkeli ama kararlı şekilde bir şeyler söyler gibidir bakışları.

Kiliselerde azizlerin, çarmıha gerilmiş İsa’nın klasik tarzda yapılmış heykellerini, tablolarını görmeye alışmış herkesin, pazarda alışveriş yapan insanların heykelini gördüğünde şaşkınlık yaşayacağı kesindir. Bir kilisede, sıradan halkın “kutsandığına” şahit olmak sıra dışıdır. Bu heykelin gizemi nedir? Böylesi bir eser kilisede ne amaçla bulunmaktadır?

Sanat, insanın gündelik hayatın akışında aklına gelmeyecek soruları yüzüne fırlatır. Sanat, insanı hiç beklemediği anda sarsıp şaşırtır.

KİTLELERİN BEDENİNDEN İLHAM ALAN SANAT

Bu sıra dışı heykelin altında “Meyve ve Sebzenin Paris’in Kalbinden Ayrılışı” yazmaktadır. Sanatçı Raymond Mason’un, şafak sökmeden önce alacakaranlıkta, uykulu yüzleri, kırışık giysiler içindeki insanları tasvir ederken; bu insanları, meyve ve sebzenin sadece renkleriyle değil ismiyle de özdeşleştirmesi çarpıcıdır.

Heykelin bulunduğu St. Eustache kilisesi, Les Halles semtindedir. Bu semt ortaçağdan itibaren Paris’in sebze-meyve, pazar yeridir. Les Halles’deki bu pazardan yola çıkarak Zola romanına “Paris’in Karnı” ismini vermiştir. Paris’in pis kokular, bağırış çağırışları içinde her şeyi sindirdiği, öğüttüğü ve dışkıladığı yer Les Halles pazarıdır.

Sınıfın yaralarını görebilmek - Resim : 2

Raymond Mason bu eserini 1969 yılında tamamladı. '68 öğrenci hareketlerinin Paris’in sokaklarında mücadelesi bilinir, daha az bilinen ise, aynı zamanda Les Halles semtindeki bu pazarın ve işçi mahallesinin “kentsel dönüşümle” tasfiye edilmesine karşı Mason’un heykelindeki bu insanların direnişidir. Öğrenci hareketi ve isçi sınıfının yenilmesinden sonra bu pazara ve burada yaşayan bu sınıfın onurlu mücadelesine bir kutsamadır Mason’un eseri.

John Berger’in dediği gibi, “Resim yapma itkisi, bir karşılaşmadan doğar. St. Victoire dağı, Cézanne’nin yoldaşıydı.” Mason’un her sabah karşılaşıp betimlediği ise Les Halles’deki işçi sınıfıydı. Mason’un neredeyse bütün eserlerine işçi sınıfı, kitleler yoldaşlık etti. Mason, yaratıcı bir karşılaşma için önüne bir dağın çıkmasını beklemedi, her zaman sınıfın izlerini takip etti, onların komşusu oldu, kafelerinde sabahın ilk saatlerinde onlarla birlikte kahvesini yudumladı. Onlarla birlikte mücadele etti.

Berger’e göre özellikle heykel sanatında böylesi bir yoldaşlık oldukça zordur: “Bir heykeltıraş olarak proletaryaya sadık kalmak, kulağa geldiği kadar basit bir şey değildir. Öncelikle gözlem ve sevgi gerekir. Tuhaftır; sevgi, idealize etmeye karşı en büyük garantidir... İnsanın bütün fiziksel özelliklerine aşina olması gerekir. Bedenlerin ne şekilde geliştiğine, giysilerin nasıl farklı giyildiğine, bütün jestler dağarcığına hâkim olmak gerekir.”

Mason diğer eserlerinde de işçi sınıfını ne kadar yakından tanıdığını, onların umutlarını, hayal kırıklıklarını, sıradan insanların bedenlerindeki her kıvrımda gösterir.

Mason’un “Meyve ve Sebzenin Paris’in Kalbinden Ayrılışı” eserinde insanlar arasında mesafe yok gibidir, omuzlar birbirine değer, elinde karnabahar taşıyan yaşlı adamın nefesini önündeki kadın saçlarında hisseder.

“Barcelona Tramvay” eserinde bir çocuk annesinin elini tutar; tramvay tıklım tıklımdır, insanların bedenleri nazikçe birbirine çarpar. Montreal meydanındaki eserinde ise, en öndeki adam uzakları işaret eder, hemen arkasındaki başka bir adam çömelmiş şekilde kafasını bu adamın beline dayamıştır. Kadın usulca başını erkeğin omzuna yaslamıştır. Hemen arkalarında bir erkek tutkulu bir sevecenlikle sevdiği kadının belini kavrar, iki elini birleştirerek. En arkalardan bir el havaya kalkmıştır, izleyiciyi bu heykellerin deneyimlerini yaşamaya davet eder gibi.

Sınıfın yaralarını görebilmek - Resim : 3

SEYİRCİ, SİYASET SAHNESİNİN AKTÖRÜ YAPABİLMEK

Mason’un eserlerindeki işçiler neoliberalizm ile kentin çeperlerine itilmiş, işsiz, evsiz kitleler haline dönüştürülmüş, bedenleri gökdelenlerin gölgesinde gizlenmiştir. Bugün, bir işçinin sırtını ne sokakta ne fabrikada görebiliyoruz. Şehrin sokaklarında yürürken gözümüze çarpan başka bir sınıfa ait bir sırt sanki, güçlü ve umutlu olmayan bedenler.

Berger, “Bedenler yok. Zorunluluk da yok, çünkü zorunluluk var olana özgü bir durumdur. Gerçekliği gerçek yapan şeydir. Bugün sistemin seyirliğinde zorunluluk yok artık. Dolayısıyla hiçbir deneyim de iletilmiyor [...] Kimsenin oynamadığı, herkesin seyrettiği oyun [...] insanlar varoluşlarında ve acılarında, eskiden hiç olmadığı kadar, tek başlarına” derken, bir anlamda bu gerçeği dile getirmiştir.

Sanat; insanın bedenini, iyimserliğini var etme mücadelesi; insanların bedenlerinin ortak deneyimlerini paylaşma çabasıdır. Bugünün zorunluluğu yeniden birlikte deneyimleyebileceğimiz bir hayatı inşa etmektir. Sistemin insanı yalnızlaştırmasına karşı bütün olmaya özlem duyan insanın umudunu dile getirir. Sanat sadece direnmek için değil yarını inşa etmek için bu zorunlulukları göğüslemelidir.

Sanatın bu toplumsal misyonu yerine getirebilmesi için öncelikle sanatçının sokakta yürüyen insanların bedenlerindeki ‘sınıf yaralarını’ görmesi gerekir. Bu yaraların neden olduğu derin acıları gösteren sanat, böylelikle acıları dindirecek hakiki siyasetlerin ortaya çıkmasını sağlar. O zaman insanların acılarını sömüren siyasetlerin, mutluluk yanılsamalarının, umut tacirliğinin önüne geçilir.

Sanat ile siyasetin sınıfın kavşak noktasında buluşmasıyla, kitleler politikanın seyircileri olmaktan çıkararak, hayatı yeniden inşa eden gerçek aktörler, özneler haline gelir. Böylelikle, hangi estetik ilkelerde, hangi politik zeminde bedenlerimizin bütünleşeceği berraklaşarak, hakiki ‘umut ilkesinin’ açığa çıkacağı bir şehrin temelleri dikilir.