Sıra Mithat Alam merkezi’ne mi geldi?
Ne denli iyi niyetli olursanız olun, tüm bu yaşananları bir rastlantı olarak kabul etmeniz pek mümkün değildir. Her şey, önce Prof. Sami Şekeroğlu Sinema-TV Merkezi’nin aynı kurum içinde el konulup, mekan değiştirilmesiyle başladı. Ardından Türk Sineması Araştırmaları’na (TSA) kayyum atanması ile devam etti. Derken Sinema Müzesi’nin Beyoğlu’ndan Kavacık’a taşınmasıyla hız kazanıp, Boğaziçi Üniversitesi Mithat Alam Merkezi’ndeki yöneticilerin görevine son verilmesiyle son halkaya ulaştı. Sözünü ettiğimiz tüm bu kurumların ortak yanı, Türk sinemasının belleği, geleceğe taşınan mirası olmasıdır.
Bundan sonra ne olacak?
Sanırım bundan sonrası yok… Yüz yılı aşkın geçmişi olan sinemamızın tüm birikimi bu kadar… Bugün milyarlar da harcasanız böylesine önemli olan kurumların bir benzerini yapmanız olası değil. Kanıt mı? İşte onca yıldır çalışılıp da onca para harcanan Beyoğlu’nun orta yerindeki sinema müzesi… Tam takır… Avrupa’nın bit pazarlarından alınan birkaç eski alet, iki bal mumu heykel, biraz fotoğraf, biraz da ceket ve de gömlek ve dahası baş köşeye konumlandıran devasa bir Gulyabani maketi… Parayla satın alınan tüm kitch’liğin akıl ve mantığa sığmayan acınası bir görüntüsü… Ve al sana YERLİ ve MİLLİ Türk Sinema Müzesi…
Var olanı, bir avuç sinema sevdalısının yaşamlarını törpüleyerek oluşturdukları onca merkezi kullanılmaz, işlevsiz ve de edilgin bir konuma getireceksiniz, sonra da böylesine bir müze açmak için içine koyacağınız tek bir yerli ve milli, işe yarar bir eser bulamayacaksınız… Garip bir paradoks ya da anlaşılmaz ve bağışlanmaz bir durum…
Yıllar önce, rahmetli Mithat Alam’la bir araya geldiğimizde, “Siz filmleri biriktirdiniz ben belgeleri. Bunları bir araya getirmek mümkün mü?” demiştim. Sonrasında kendi adını taşıyan merkezinin yakınlarında yeni bir yer açmak için Boğaziçi Üniversitesi Senatosu’na bir öneri sunup bunun gerçekleşebileceğini söylemişti. Dediğini de yapıp, sanırım bu konuda birkaç kez öneri de sundu. Fakat; söz edilen bölgede imar planı olmadığından bunun mümkün olmadığı sonucuna ulaştı. Ama yine de bu girişiminden hiç vazgeçmedi…
O günlerdeki tek çekincem bağışlayacağım arşivin benden sonraki geleceğinin ne olacağına ilişkindi…“Hiç düşünme” dedi. Ve kendisinin üniversiteyle yaptığı anlaşmanın –bağış dışında- aynısının yapılacağından söz etti. Nasıl bir anlaşma olduğunu sorduğumda ise; “Ben olmazsam bu merkez de olmaz” demişti…
Elbette ki bu anlaşma yalnızca kendisiyle ilgili değil, kendisinden sonrakileri de kapsıyor, anımsadığım kadarıyla merkeze yönelik olumsuz bir durumla karşılaşıldığında, yapılan önemli ölçüdeki bir bağışın geri verilmesi gibi bir durumu da içeriyordu. Dilerim ki en kötüsü böyle olur.
Öte yandan Mithat Alam Merkezi’nin yalnızca Boğaziçi Üniversitesinin bir sorunu olarak görmek de pek doğru değil. Bu merkez, tıpkı Sami Şekeroğlu Sinema ve TV Merkezi gibi Türk sinemasının bir değeri, korunması ve yarınlara taşınması gereken gereken bir hafıza merkezi.
Öte yandan sinemayla ilgilenip de yolu bu merkezden geçmeyen, ya da merkezin başta görsel hafızaya yönelik sayısız çalışmalarıyla, sinemamıza ilişkin yayınlarından yararlanmayan kaç kişi vardır dersiniz?
Kısacası bu coğrafyada, hiçbir dönemde benzerine rastlanmayacak denli sinema alanında, belgeye, bilgiye, esere ve de belleğe ilişkin tüm kurumlar bilgisizce, hoyratça ve de sorumsuzca dizayn edilmek ya da edilgin konuma getirilerek tümüyle yok edilmek isteniyor. İşin daha acı, daha üzücü yanı ise tüm bunlar –birkaç tekil cılız sesin ötesinde- sanat çevrelerinin ve mesleki kuruluşların her zamanki gibi bağışlanmaz sessizliği eşliğinde gerçekleştiriliyor…