Sistemin bilim alanındaki tükenmişliği
Emperyalist sistem insanlık için yıkım demektir. İki dünya savaşı, 20. yüzyılda emperyalizm tarafından gerçekleştirilen kitlesel kırımlar, 21. yüzyılda kendini rakipsiz sanan ABD’nin Ezilen Dünyaya karşı açtığı Haçlı Savaşı, bu yıkımın en açık kanıtlarıdır. Emperyalist siyasetin silahla devamından ibaret bu kanlı savaşlara karşın, emperyalizmin yaşamın her kesidinde, özellikle de bilim ve teknoloji alanında kendini hâlâ tüketmemiş olduğuna ilişkin yaygın bir kanı mevcuttur.
BİLİMİ GEÇMİŞE HAPSETMEK
Bir toplumsal sistemin tükenmişliği, kuşkusuz o sistemin bilime karşı tutumunda kendini gösterir. Çünkü önünde kurulacak bir gelecek olmayan bir sistem, geleceği kurmanın bilgisine ihtiyaç duymaz. Tam tersine, gelecek kaygısı bugünü yeniden üretmeye indirgenmiş olan bir sistem, bilim ile gelecek arasındaki ilişkiyi karartmaya yönelir. Bilimi bugüne ve geçmişe hapsetmeye çalışır.
Bilim, üretici güçlerin vazgeçilmez bir parçasıdır. Ama bilimin kapsamı insan-doğa ilişkisiyle sınırlı değildir. İnsan-insan ilişkisi, yani toplumsal gelişme de bilimin kapsadığı en önemli alanlardan biridir. Öte yandan bilim, aynı zamanda ideolojinin bir parçasıdır. Merkezinde insanın yer aldığı bir etkinlik olarak, toplumsal bir örgütlenme içinde yürütülür.
BİLİM VE TEKNOLOJİ İLİŞKİSİ
Teknoloji, bilim ile üretim arasındaki köprüdür; bilimsel bilgilerin üretici güce dönüştürülmesinin aracıdır. Geçmişte önemli bilimsel bulguların teknoloji aracılığıyla üretime aktarılması, kimi zaman yüzyılları bulan süreleri gerektirmiştir. Günümüzde yeni bilimsel bulgularla üretime aktarılmaları arasındaki süre çok kısalmıştır. Bunun nedeni, insanlığın teknoloji geliştirme konusunda daha mahir hale gelmiş olmasından çok, makbul bilimsel bilgilerin hemen üretime dönüşerek para getiren bilgilere kısıtlanmış olmasından dolayıdır. “Bilgi çağı”nın bilgi anlayışına göre, getirisi dolaylı olan bilimsel bilgiler, “depolama giderleri”ni ödemeye razı herhangi bir iktisadi aktör bulunmadığından, gündemden düşmüştür. Kapitalizmin gözünde bilgi bir metadan ibarettir. Bilim, artık “sipariş üstüne” üretim yapan bir etkinliğe indirgenmiştir. Bilimin, getirisi dolaylı ve görece uzun erimde ortaya çıkacak olan bulguları, emperyalist sistem tarafından “çağ dışı” ilan edilmiştir.
BİLİMSEL DEVRİMİN BİRİNCİL KATKISI
15. yüzyılda başlayarak ilk zirvesine Newton’la ulaşan Bilimsel Devrim’in insanlığın gelişmesine olan birincil katkısı, üretim alanında değil, ideolojik düzlemde gerçekleşmiştir. Batı’da feodalizmin dünya merkezli durağan evren resmini paramparça eden Bilimsel Devrim, ideolojik olarak burjuvaziyi iktidara getiren demokratik devrimlerin önünü açmıştır. Sanatta Hümanizma hareketiyle birleşerek, Aydınlanma Çağını oluşturmuştur. Üretici güçlerin gelişmesinde insanlık tarihinde bugüne kadar gerçekleşmiş en önemli sıçramalardan birini temsil eden Sanayi Devrimi, burjuvazinin iktidarı ele geçirerek kapitalizmin önünü açmasından sonra gündeme gelmiştir. Belki daha da önemlisi, Sanayi Devriminde bir yandan buharlı makine ve elektrik günlük hayatta köklü dönüşümlere yol açarken, diğer yandan kuramsal düzlemde de termodinamik ve elektromanyetizma alanlarında çok önemli gelişmeler yaşanmaktaydı.
KENDİ BİNDİĞİ DALI KESMEK
Bilimsel Devrimin bilime verdiği itici güç, doğa bilimlerinin kazandığı itibar ve görece özerklikle birleşerek, etkisini 2. Dünya Savaşı sonrasına kadar sürdürmüştür. Bugün yaşamakta olduğumuz teknolojik atılımların bilimsel bilgi temeli bu döneme dayanmaktadır. “Bilgi Çağı”nda temel bilimler artık eski çekiciliğini yitirmiş, dolaysız uygulama bütün yaşama egemen hale gelmiştir. Kapitalizmin temel bilimlere olan gereksinimi, uygulamaya yönelik kimi pürüzlerin giderilmesi düzeyine indirgenmiştir. Diğer bir deyişle, kapitalist sistem, “kendi bindiği dalı kesmektedir”.
YENİ ORTAÇAĞ
Daha da önemlisi, bilim artık aydınlanma kaynağı olmaktan çıkarılmıştır. Bilim, çıkarımları yalnızca kendi dar alanında geçerli teknik nitelikte bir etkinliğe indirgenmiştir. Böylelikle bilim dışı, bilimin “boyunduruğu”ndan kurtarılıp yeniden “özgürleştirilmiştir”. Artık geçerli olan “bilimin hayatta en gerçek yol gösterici olması” değil, “demokrasi adına bilim ile bilim dışına eşit muamele” ilkesidir. Hatta bilim, bilim dışı hurafelere “bilimsel bir nesnellik”le geçerlik kazandırılmasına alet edilmektedir. Falanca yerde bulunan kasenin “kutsal kase” olup olamayacağı, filanca yerde sergilenen mintan üstündeki kanın Hazreti İsa’ya ait olup olmadığı artık bilimsel yöntemlerle incelenmektedir. Bilimin 21. yüzyılda ulaştığı düzeye karşın, insanlığa nasıl olup da bir “Yeni Ortaçağ”ın yaşatıldığı gerçeğinin ardında yatan etkenler bunlardır.
Emperyalist sistemin insan-insan ilişkisinde bilime yüklediği işlev, doğa bilimlerinin yaşama ilişkin çıkarımlarını etkisizleştirme çabalarına koşut bir nitelik taşımaktadır. Üstelik bilimsel etkinliğin günümüzdeki örgütlenme biçiminin bu hedeflere ulaşmada oynadığı rolü ortaya çıkarmak da aydınlatıcı olacaktır. Bugün bilimin içine sokulduğu cendereden kurtarılıp özgürleştirilmesi için izlenmesi gereken yolu irdelemeyi önümüzdeki hafta toplumbilim ve bilim örgütlenmesi konularını ele alarak sürdüreceğiz.