23 Kasım 2024 Cumartesi
İstanbul 19°
  • İçel
  • Şırnak
  • Çanakkale
  • Çankırı
  • Şanlıurfa
  • Çorum
  • İstanbul
  • İzmir
  • Ağrı
  • Adıyaman
  • Adana
  • Afyon
  • Aksaray
  • Amasya
  • Ankara
  • Antalya
  • Ardahan
  • Artvin
  • Aydın
  • Balıkesir
  • Bartın
  • Batman
  • Bayburt
  • Bilecik
  • Bingöl
  • Bitlis
  • Bolu
  • Burdur
  • Bursa
  • Düzce
  • Denizli
  • Diyarbakır
  • Edirne
  • Elazığ
  • Erzincan
  • Erzurum
  • Eskişehir
  • Gümüşhane
  • Gaziantep
  • Giresun
  • Hakkari
  • Hatay
  • Iğdır
  • Isparta
  • Kırşehir
  • Kırıkkale
  • Kırklareli
  • Kütahya
  • Karabük
  • Karaman
  • Kars
  • Kastamonu
  • Kayseri
  • Kilis
  • Kmaraş
  • Kocaeli
  • Konya
  • Malatya
  • Manisa
  • Mardin
  • Muş
  • Muğla
  • Nevşehir
  • Niğde
  • Ordu
  • Osmaniye
  • Rize
  • Sakarya
  • Samsun
  • Siirt
  • Sinop
  • Sivas
  • Tekirdağ
  • Tokat
  • Trabzon
  • Tunceli
  • Uşak
  • Van
  • Yalova
  • Yozgat
  • Zonguldak

Siyasalın kapısı, Beytepenin anıtı

Yavuz Alogan

Yavuz Alogan

Eski Yazar

A+ A-

1969-72 yıllarında Ankara’daki devrimci üniversite öğrencileri Siyasal Bilgiler Fakültesi (SBF), Hukuk Fakültesi ve Basın Yayın Yüksek Okulu’nun (şimdiki İletişim Fakültesi) bulunduğu alana “mıntıka” derlerdi. Eğitim Bilimleri Fakültesi henüz inşa edilmemişti. Siyasal Yurdu’nun arkasında yükselen tepelik arazide, öğrencilerin nedense “Köpek Köy” dedikleri sefil görünüşlü gecekondular vardı.
“Mıntıka” devrimci gençliğin iki kalesinden biriydi (diğeri ODTÜ). DTCF, Hacettepe ve Beşevler’deki okullar, iki karşıt grup arasında sürekli el değiştiren, dinamit ve silah seslerinin eksik olmadığı çatışmalı bölgelerdi. “Mıntıka”da öğrenciler, okul yönetimi ve hocalarla birlikte hayatın her alanında söz sahibiydi. Bazı geceler camı kırık odalarda gençlerin parka ve postallarını çıkarmadan yattıkları SBF Yurdu, kapısında çatısında nöbetçilerin beklediği devrim karargâhı gibi bir yerdi. Polis baskını olacağı zaman Dekan bizzat gelip öğrencilere haber verirdi.
Dönemin koşullarını bir yana bırakıp bugünden baktığımızda bu öğrenci serbestisinin aşırı olduğunu söyleyebiliriz. Bu aşırılık o yıllarda dünyanın neredeyse bütün üniversitelerinde vardı. Neticede üniversite araştırma/öğretim amaçlı bir kurumdur ve devletler bu kadar serbestiye uzun süre katlanmazlar.
Batı’da bütün üniversiteler zamanla normal hayata döndü. Ancak bizde devlet leğendeki suyu içindeki bebekle birlikte boşaltarak üniversiteyi öldürdü. En değerli hocalar “komünist” diye hapsedildi, kovuldu, öğrencilere baskı yapıldı. Üniversitenin özerk yapısı, evrensel, üniversal hayatı tamamen yok edildi. Kışla nizamiyesini andıran devasa dış kapılar, turnikeler, öğrenciyle yakın ilişki kurmasın diye her hafta değiştirilen, dışarıdan geleni sorgulayan özel güvenlik görevlileri... Üniversite değil sanki Varşova’da 1940’ların Yahudi gettosu ya da suçlu çocukları eğitim merkezi, bir tür ıslahevi.
Siyasal’ın ana giriş kapısı, 27 Mayıs öncesinden başlayarak bütün öğrenci kuşaklarının basın açıklaması ve forum yaptıkları tarihi bir kapıdır. 1980’e kadar bütün devrimci gençlik liderleri, merdivenlerde toplanan, bahçeye, oradan caddeye yayılan öğrenci kitlesine o kapıdan hitap etmişler, bütün semt binlerce gencin sloganlarıyla çınlamıştır.
Öğrenci mücadelesinin simgesi olan bu kapı Dekanlık tarafından öğrencilere yasaklanmış. Neden, diye sorulduğunda Dekanlık şöyle demiş: “Okula sürekli önemli işadamları ve devlet büyükleri geliyor. Kapı onları ağırlamak için yapıldı. Onların okula girişi sırasında öğrenciler çıkış yaparken çok kötü bir görüntü oluşuyor.”
Öğrencinin “çok kötü bir görüntü” oluşturmasını hangi mantık ve vicdanla, nasıl açıklayabiliriz? Öğrenci değerli işadamlarına ve devlet büyüklerine hastalık mı bulaştıracak, takım elbiselerini bozup kravatlarını mı çekecek, omuz atıp kafalarında yumurta mı kıracak? Dekanlık öğrencilerden özür dileyip kapıyı iade etmelidir.
Yıllarca pazar sabahları Hacettepe Üniversitesi’nin Beytepe kampüsüne çıkan yokuşu bisikletle tırmandım. Ağaçlıklı yokuşun tepesinde İnsanın Yükselişi anıtı vardı. Anıtın kaidesinde Aydınlanma Çağı’nın ilk habercilerinden Thomas Aquinas’ın 13. asırdan kalma şu sözü yazılıydı: “Timeo Hominem Unius Libri” (Tek Kitaplı İnsandan Korkarım). Asırlarca insanlığa yol gösteren bu Latince söz, az bilmenin, tek yönlü öğrenmenin, dünyayı tek bir kitapla yorumlamanın tehlikeli olduğunu anlatır; evrensel dünyevî bilginin uhrevî dinî inançlardan ayrı tutulması gerektiğini öğretir. Herhalde gericilik döneminin ve siyasî iktidarın ruhuna ters düşmemek için anıtı kaldırdılar.
Görüntü kirliliği gerekçesiyle okulun ana kapısından geri çevrilmeye, tek kitaplı olmaya rıza gösteren öğrenciden ve bütün bunları görmezden gelen öğretim kadrosundan insanlığa, vatana ve millete hiçbir fayda gelmez.
Geleceğin Büyük Kültür Devrimi’nin en önemli program maddelerinden biri üniversite özerkliği olacaktır. Yeni bir madde yazmaya gerek yok. 1961 Anayasası’nın 120. Maddesini kopyalamak yeter: “Üniversiteler, kendileri tarafından seçilen yetkili öğretim üyelerinden kurulu organları eliyle yönetilir ve denetlenir... Üniversite organları, öğretim üyeleri ve yardımcıları, üniversite dışındaki makamlarca, her ne suretle olursa olsun, görevlerinden uzaklaştırılamazlar... Üniversite öğretim üyeleri ve yardımcıları serbestçe araştırma ve yayında bulunabilirler.”

Yazarın Önceki Yazıları Tüm Yazıları
HDP sorunu 24 Ağustos 2019
Müşterek harekât 17 Ağustos 2019
Yeni bir dünya 06 Ağustos 2019
Üretim devrimi 03 Ağustos 2019
Demokrasi sorunu 30 Temmuz 2019