Siyasi cinayetler milli devleti savunanları hedef aldı
Siyaset bilimci Prof. Dr. Ahmet Taner Kışlalı’nın ölüm yıl dönümü siyasi cinayetler tartışmasının üzerine geldi. 21 Ekim 1999’da bombalı saldırı sonucu hayatını kaybeden Kışlalı, kendisine Atatürkçü demez, ısrarla Kemalizm kavramını öne çıkarırdı. Yazılarını okuduğumuzda küreselleşme adı altında milli devlete karşı ABD’nin açtığı saldırıya, Kemalist Devrim mevzilerinden etkili cevaplar ürettiğini görürüz.
Cumhuriyet Gazetesi de dâhil sosyal demokrat çevreler, her zamanki oportünizmleriyle, Kışlalı’nın laik kimliği ve Atatürk Devrimleri’ne bağlılığı nedeniyle öldürüldüğü vurgusunu öne çıkardılar. Sanki Türkiye’de 1990 yılı Ocak’ında Muammer Aksoy’dan başlayarak 2002’deki Necip Hablemitoğlu cinayetine kadar 12 yıl boyunca katledilen aydınları birleştiren yegâne ortak nokta laikliği savunmalarıymış gibi…
Bu bakış açısının dünyadaki ve toplumun kendi içindeki siyasal çelişmeleri din ve mezhep temelinde okuyan ve kendisini buna göre konumlandıran dincilikten pek farkı yok. Her ikisinde de dünyanın ve toplumun maddi olgulara dayanan bilimsel okuması yerine değerleri esas alan kültürel okuması yapılıyor. İsteyen istediği gibi görür deyip geçebiliriz tabi ama Kışlalı’yı görüşlerinin bütünlüğünden soyutlayıp, sadece laiklik savunucusu bir liberalmiş gibi sunmanın, ona yapılan bir haksızlık olmasının ötesinde, Türkiye’de siyasi cinayetler meselesini anlaşılmaz hale getirmek gibi olumsuz bir rolü de bulunuyor.
90’lar boyunca katledilen aydınlar arasında Turan Dursun ve Bahriye Üçok gibi isimler laiklik cephesinde öne çıkmaktaydılar. Ama Eşref Bitlis ve Gaffar Okkan gibi komutan ve polislerimizi hedef haline getiren şeyin laiklikle ilgisi yoktu. Uğur Mumcu, Çetin Emeç, Ahmet Taner Kışlalı ve Necip Hablemitoğlu da salt laiklik savunusu ile hedef olmadılar. Bu cinayetleri Bitlis ve Okkan’a bağlayan halka Kemalist Devrim’i bütünlüklü olarak savunmaları, yani küreselleşme karşısında milli devleti ve onun kurucu felsefesini öne çıkarmalarıydı. Hrant Dink, Rahip Santoro, Zirve Yayınevi katliamı gibi olaylarda ise milli devlet savunusunun ve milliyetçiliğin gayrimeşru konuma itilmesine, Ergenekon ve Balyoz operasyonları için gereken ideolojik iklimin yaratılmasına yönelik çaba vardı. Görüldüğü gibi cinayetlere kurban gitmiş aydınlarımızın Kemalist kimliği en öne çıkmış olanlarında bile, hedef seçilmelerinde laiklik meselesi esası değil, savundukları milli devlet programının mütemmim cüzünü oluşturur.
Eşref Bitlis ve Gaffar Okkan, Kemalist Devrim’e yani milli devleti savunmaya uygun siyasetlerin kamu yönetimi alanındaki temsilcileri oldukları için hedef alındılar. Meseleye böyle bakarsanız, 90’lara yayılan siyasi cinayetlerle Sivas Katliamı ve Gazi Olayları arasında da salt laiklikle açıklanamayacak içsel bir bağ olduğunu görürsünüz. Ve tabi o zaman, Ergenekon ve Balyoz operasyonlarının da laiklikle değil, yükselen ulusalcı duyarlılığın topyekûn bastırılması çabası ile bağlantısını görürsünüz. Bir başka deyişle Ergenekon ve Balyoz operasyonları laikliğe karşı değil, milli kimliğimize karşı siyasi cinayetler zincirinin halkalarıydı. Bu operasyonlar sırasında da fiilen cinayetler işlendi tabi. Kuddusi Okkır ya da Kâşif Kozinoğlu’nun öldürülmeleri bunun örnekleriydi. Ama esas sorun, yükselen ulusalcı dalganın etki alanı itibariyle 90’lar boyunca tek tek aydınların öldürülmeleri yoluyla bastırılamayacak hale gelmiş olmasıydı. ABD gladyosu bu sorunu, milli devletin savunulması mevzisindeki herkesi tutuklayarak çözmeye çalıştı.
Çağımızın temel çelişmesinin emperyalizm ile milli devlet arasındaki çelişme olduğunu kavrayamayanlar, bugün siyasi cinayetler işlenecek olsa hangi hedefe varılmak isteneceğini anlamakta güçlük çekiyor ve düşmanın istediği yerde konumlanıyorlar. Bu sığlık yüzünden geçmişte Uğur Mumcu’nun ardından “mollalar İran’a”; Hrant Dink’in ardından “hepimiz Ermeniyiz” diye bağırttırılmışlar, Ergenekon’da Türkiye’nin darbecilerden arındığına inandırılmışlardı. Bugün siyasi cinayetlerin ancak ve ancak Türkiye’yi Doğu Akdeniz’deki mavi vatan kavgasından, Suriye’nin kuzeyinde PKK’ya karşı kazanımlarından ve içeride FETÖ’ye karşı mücadelesinden alıkoymak planı içine oturabileceğini anlamaları kolay değil.