Siyasi kanser
Muhalif olmak öyle kolay değil, koşulları var. Öncelikle 15 Temmuz’un bir tiyatro olduğuna inanacak, FETÖ yargılamalarının hukuk ve demokrasi ihlalleriyle dolu olduğunu, bütün bunların Tayyip Erdoğan’ın bir kumpası olduğunu söyleyeceksin.
PYD’nin aslında PKK’nın Suriye kolu olmadığını, ülkesini IŞİD’e karşı savunduğunu söyleyecek, PYD ile IŞİD arasındaki kardeşliği görmezden gelip, PYD’nin aslında ABD’nin kara gücü olduğunun Pentagon tarafından açıklanmış olduğunu duymazdan geleceksin. Biri bunları önüne koyarsa ıslık çalacaksın, “Aşırı ulusalcıların komplo teorisi” diyeceksin...
Türkiye’nin ikinci İsrail’e karşı Fırat Kalkanı’na, Afrin’i PKK’dan temizlemek için Dicle Kalkanı’na, IŞİD’e karşı Suriye ile silah arkadaşlığına, “Ne işimiz var Ortadoğu bataklığında” diye karşı çıkacaksın. Adalet diye, FETÖ’ye, DHKPC’ye, PKK’ya, PKK’nın siyasal kanadı HDP’ye kalkan olacaksın. Yoksa demokrat da olamazsın...
NATO’suz bir hayata inanmayacaksın, Tayyip Erdoğan düşmanlığı uğruna NATO ile işbirliği yapacak, boşalan BOP eş başkanlığına aday olacaksın.
Atatürk’e açıkça saldıramayacağın için İngiliz uşağı Seyyit Rıza’ya sarılacaksın, heykelini tavaf edeceksin, “Dersim’de katliam yapıldı suçlular yargılansın” diyeceksin... Bir alışkanlıkla söylediğin Onuncu Yıl Marşı’ndaki “Türküz, cumhuriyetin, göğsümüz tunç siperi” mısrasını hatırlatıp, Dersim Harekâtı’nı o tunç yüreklerin, cumhuriyeti korumak için yaptığını söyleyenlere, hele Türklük vurgusu yapanlara “faşist” diyeceksin.
İşte “muhalif” oldun, Mahalle kahvelerinde ya da Beyoğlu’nun sidikli sokaklarında, yakandaki Atatürk rozeti ve pos bıyıklarınla racon keserken korkma, Atatürk hakkında birkaç kitap okumuş kimse gelmez oralara, meydan senindir... Ama...
Bütün bu yaptıklarının bir de yan etkisi var: “Düz dünyanın zeminine, melekler atıyor yağmur damlalarını” diyenden bir farkın kalmadığının farkına bile varamayacaksın... Bir ur gibi büyüyecek bu hastalık içinde ve bir gün sen bir ura dönüşeceksin memleket içinde...
Ah be kardeşim, yapma bunu ne kendine, ne memleketine!
NATO SAVAŞI
Geçen hafta Binali Yıldırım’ın, ABD ziyaretinden sonra yapılan açıklamada görüşmenin çok samimi ve verimli geçtiği açıklanmıştı. Samimi kısmında “ABD’nin PYD/PKK’ya silah vermeye devam edeceği, ama daha dikkatli olacağı” ortaya çıkmış, böylece verimli kısmının bize faydası olmayacağını anlamıştık.
Nitekim...
Aklı başında çok sayıda adamın defalarca yazmasına rağmen, hükümet cenahında pek de iyi anlaşılmayan PKK-IŞİD ortaklığının görüntüleri BBC’de yayınlanınca muhterem Başbakanımız da durumu anlamış oldu. Pentagon sözcüsü, “PKK ile IŞİD arasındaki anlaşmaya saygı duyduklarını” açıkladı.
ABD Reza Zarrab kartını kullanırken Türkiye Talal Silo’yu getirdi ki, ABD-IŞİD-PKK işbirliğinin kanıtlarını dünyaya gösterebilsin... Hemen ardından NATO tatbikatında Atatürk ve Tayyip Erdoğan fotoğrafı hedef tahtası yapıldı. Yine NATO sözcüsü açıklama yaptı: “S-400 alırsanız, NATO teknolojilerine erişiminizi kısıtlarız...” Aynı şey Yunanistan’a yapılmadı, ama Türkiye’ye yapılacakmış.
Aha da buraya yazıyorum, hiçbir şey yapamazlar, boş laftır bu? NATO maskesi arkasında konuşan ABD’dir ve bir yaptırım gücü de kalmamıştır. Müttefikleri silah dağıttığı çapulculardır, onlar da o silahları kullanamazlar bile. İşte Kerkük’te gördük, çayı ocakta bırakıp kaçtılar.
Artık ortaya çıkmıştır, bir savaş bu. Bir savaşta ne yapılması gerekiyorsa o yapılmalıdır. Türk ordusu korkmadan bu kuklaların üzerine yürümeli, hemen Dicle kalkanı harekâtını başlatmalıdır... Afrin temizlenmelidir.
Hep birlikte göreceğiz, ilk kaçan yine ABD olacaktır! Bizim NATO kafalar da ancak anlayacaktır ABD’nin bu savaşı çoktan kaybettiğini...
ATATÜRKÇÜLÜK EYLEMDİR
Onuncu Yıl Marşı’nı avazı çıktığı kadar bağırarak söylemek, her 10 Kasım’da, 29 Ekim’de, 23 Nisan’da Anıtkabir’e koşmak, ağlak gazetecilerin koca koca salonlarına doluşup vahlanmak, “Sarı saçlım, uyan da gel bizi kurtar” diye türküler söylemek, saçlarını modaya göre yaptırıp göğsüne de Atatürk rozeti takmak, hatta vücuduna Atatürk dövmesi yaptırmak, filanca gazeteyi okuyup sadece falanca Tv’yi izlemek, her durumda filan partiye oy vermek, Atatürkçü olmaya yetmez.
Eylemdir Atatürkçülük, en başta emperyalizmin karşısında duran, onun sömürüsüne engel olan eylemlerdir. Emperyalizmin sureti, bugün ABD’dir, bütün Ortadoğu’yu kan ve ateşe boğmuştur. NATO’dur Türkiye’yi açıkça düşman ilan etmiş, hedef tahtalarına koymuştur. Uşakları İsrail, PKK/PYD, IŞİD, FETÖ’dür, hepsi de canımıza silah doğrultmuştur. Bunlarla mücadele Atatürkçü bir eylemdir. Bunlardan birine veya hepsine dolaylı ya da doğrudan sahip çıkmak hem millet hem de Atatürk düşmanlığıdır.
Atatürkçülük, Müdafaa-i Hukuk’tur. Bunun için gerekirse silah kullanmaktır. Fırat Kalkanı, el Bab, İdlib operasyonları, PKK’ya karşı yapılan bütün operasyonlar Atatürkçü eylemlerdir.
Dışa bağımlılıktan kurtulmak ve üretim ekonomisine geçmek Atatürkçülüktür.
Yani, söz değil, eylemdir. Kimin Atatürkçü olduğunu anlamak istiyorsanız sözüne değil, eylemine bakın...
MÜFTÜ
O vakitler sadece din değildi görev alanı. Siyasi, ticari, bilimsel konularda da fetva veriyor, her işe bulaşıyordu. Hezarfen Ahmet Çelebi’nin “uçmakla Allah’a karşı geldiğini” Murad’ın kulağına fısıldayıp onu Fizan’a sürdüren, matbaanın caiz olmadığına fetva verip memlekete sokturmayan, rasathanede meleklerin bacaklarına bakıldığını söyleyip kapattıran hep oydu. Adı şeyhülislamdı, müftüydü fark etmez, aynı makamdı. En son Yunan’a karşı bağımsızlık mücadelesi veren milli kuvvetleri kafir ilan edip, Atatürk hakkında idam fetvası vermişti... Adı Dürrizâde Abdullah’tı.
Cumhuriyet aldı bu makamı, “Sen kendi işine bak, vatandaşın diniyle diyanetiyle uğraş” diye yeniden düzenledi.
Arabistan bunu yapmadı, çünkü bir devlet olamadı asla, müftüler hala her işin ortasında, ölmüş kadınla cinsel ilişki hakkını da dünyanın düz olduğunu da duyarsınız onların ağzından. En son bunların beş efendisi, “İsrail ile savaşmak caiz değil” buyurdu.
Demem o ki, şimdilerde bizim memlekette mesela Cumhuriyet düşmanı şeyhülislam Mustafa Sabri’nin adı okullara verilip hortlatılırsa, ne diyeceğini bilemeyen müftü gerçek nikâh memuru tarafından sürekli düzeltilerek nikâh kıyarsa, yarın sıra başka bir şeye gelebilir.
Bugünlerde Atatürkçülük rüzgârı esmeye başlamışken hatırlatalım dedik, bırakın müftüyü işine baksın. Biz bu filmi izledik, tekrarı bazılarımız için sıkıcı, bazılarımız için sıkıntılı olur sonra...